Haftanın Vaazı; İmanın İnsan Hayatı Üzerindeki Etkileri
Haftanın vaazı, Ayet ve Hadisler Işığında İMAN VE İMANIN İNSAN HAYATI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
AYET: HUCURAT SURESİ – 14. AYET
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنقُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَوَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئاً إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ:
MEALİ:
“Bedeviler, “İman ettik” demektedirler. (Ey Muhammed) de ki: “Siz iman etmediniz fakat İslâm olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (HUCURAT SURESİ – 14. AYET)
İnanmak ve inanmamak, insanlığın var olduğu günden beri ilgi duyduğu en önemli iki konudur. Allah Teâlâ’nın gönderdiği bütün peygamberler bu iki konuda insanları uyarmışlar; imanın faziletini, inançsızlığın ise korkunç akıbetini duyurmuşlardır. İnanmak ve inanmamak bugünkü insanın da en önemli iki konusu olduğunda şüphe yoktur. Biz bu dersimizde iman ve küfrün mahiyetini ayet ve hadislere göre açıklamaya ve bu konuda İslâm büyüklerinin sözlerini aktarmaya çalışacağız.
İMAN NEDİR?
Önce imanın ne olduğunu açıklayalım. İmanın, biri genel, diğeri özel olmak üzere iki manası vardır. Daha açık bir ifade ile imanın biri sözlük, biri de dinde olmak üzere iki manası vardır:
Sözlükte iman, inanmak ve tasdik etmek demektir ki, bu imanın genel manasıdır. İmanın bu genel anlamında kullanıldığı ayetler vardır.
Dinde iman, Peygamberimiz (SAV)’in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde onu tasdik etmek ve doğruluğuna inanmaktır. Bu imanın özel manasıdır. İman deyince de bu anlaşılır. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَإِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ:
“Peygamber ve müminler ona Rabbinden indirilene inandı.” (BAKARA SURESİ – 285. AYET)
İMAN NE İLE GERÇEKLEŞİR?
İmanda etkili olan organ veya organlar hangileridir? Bu konuda farklı değerlendirmeler olmakla beraber, imanda etkili olan organ kalptir. Bir kimse, Peygamberimiz (SAV)’i, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde kalbi ile tasdik ediyor ve doğruluğuna inanıyorsa -bunu her hangi bir sebeple dili ile ikrar etmese de- Allah katında mümindir. Diliyle ikrar ettiği halde kalbi ile tasdik etmiyorsa, bu kimse her ne kadar insanlar yanında mümin ise de, Allah katında gerçekten inanmış değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَمِنَ النَّاسِمَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ:
“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Allah’a ve âhiret gününe iman ettik derler, hâlbuki onlar mümin değillerdir.” (BAKARA SURESİ – 8. AYET)
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنقُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ:
“Bedeviler,“İman ettik.” demektedirler. (Ey Muhammed) de ki: “Siz iman etmediniz fakat İslâm olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (HUCURAT SURESİ – 14. AYET)
Büyük Müfessir Mücahid bu ayet-i kerimenin, Medine yakınında bulunan Beni Esed İbn-i Huzeyme kabilesi hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle Müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelmişler şahadet kelimesini söylemişler ve Peygamberimiz (SAV)’e:
“Biz, filân oğulları ve filân oğulları gibi size savaş açmadık, ailelerimizle geldik.” dediler. Bu sözleri ile Peygamberimiz (SAV)’den kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.
Ayet-i kerime, Peygamberimiz (SAV)’e: “Onlara söyle. “Siz iman etmediniz.” Çünkü iman yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten inanmaktır.” emrini veriyor.
Dil ile ikrar, dünyada Müslüman olduğunun bilinmesi ve kendisine (cenaze namazını kılmak ve Müslüman mezarlığına defnetmek gibi) İslâm hükümlerinin uygulanması için, gereklidir. Eş’arî’lerin ihtiyarı da budur. Ebû Mansur Mâturidî de bu görüştedir.
“İman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır.” meşhur sözün anlamı da budur. Yoksa Allah katında mümin olması için kalp ile tasdik yeterlidir.
Sonuç olarak, iman kalp ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar ise başkalarının onu mümin olarak tanımaları ve öldüğünde cenaze namazını kılmaları ve Müslüman mezarlığına defnetmeleri gibi İslâm hükümlerinin ona uygulanması için gereklidir.
İMANIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI
İmanın sahih ve makbul olması için üç şartın bulunması gereklidir:
1-) İman ümitsizlik halinde olmamalıdır.
Hayatı boyunca inanmamış olan bir insanın, yaşama ümidi kalmayıp can çekişme halinde iman etmesi geçerli değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَيَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُقَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌأُوْلَـئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً:
“Günah işleyip de kendisine ölüm gelince “işte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimsenin tövbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tövbesi kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.” (NİSA SURESİ – 18. AYET)
2-) İnanmış olan bir kimse, dinin kesin hükümlerinden, her hangi birini inkâr edici söz ve davranışlarda bulunmamalıdır. Meselâ, dinin hükümlerinden olduğu kesin olan namaz, oruç, hac ve zekât gibi bir hükmü inkâr eden, Allah böyle bir şey farz kılmadı artık bugün için bunlara gerek yoktur diyen kimse -Allah korusun imanını kaybetmiş olur. Çünkü dinin hükümleri bir bütündür, bunlardan birini inkâr etmek hepsini inkâr etmek demektir. Ancak dinin bütün hükümlerine inandığı halde bunlardan bazılarını yapmayacak olursa dinden çıkmış olmaz. İnkâr başka yapmamak başkadır.
3-) Dindeki hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul etmeli ve bunların arasında bir ayırım yapmamalıdır.
İMAN ARTAR VE EKSİLİR Mİ?
İmanın dindeki anlamını yukarda belirtmiştik: Peygamberimiz (SAV)’i Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde tasdik etmek ve yürekten inanmaktır. Bunda artma ve eksilme söz konusu değildir. Daha açık bir ifade ile bir kimse iman esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmasa, meselâ imanın esaslarından olan peygamberlere inanıp öldükten sonra dirilmeye inanmasa veya namazın farz olduğunu kabul edip zekâtın farz olduğuna inanmasa bu kimse mümin olmaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Bu noktada imanın gerçekleşmesi için hiç kimse arasında hatta peygamber olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Bir kimse ya inanmıştır veya inanmamıştır.
Ancak imanın kuvvetli ve zayıf olması açısından farklılık vardır. Peygamberimiz (SAV)’in imanı ile her hangi birimizin imanı kuvvetlilik açısından aynı değildir. İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna ayet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْقُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْيَتَوَكَّلُونَ:
“Müminler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman bu, onların imanını artırır (kuvvetlendirir) ve onlar yalnız Rablerine dayanır ve güvenirler.” (ENFAL SURESİ – 2. AYET)
İmanın kuvvet ve zayıf kabul edeceğine İbrahim (AS)’ı örnek vermek mümkündür. 0, Allah’ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir peygamber olduğu halde şöyle demişti:
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِـي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْتُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَـكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي:
“Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster. Allah ona: “Yoksa inanmadın mı? Buyurdu. İbrahim: “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın (için istiyorum) dedi. (BAKARA SURESİ – 260. AYET)
Böylece Hz. İbrahim (AS), görmeden inandığı bu olayı gözleri ile gördükten sonraki imanının daha kuvvetli olacağı ifade edilmiştir.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
“Uyuduğum esnada insanların bana arz olunduğunu gördüm. Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi memelere varıyor, kimi daha kısa idi. Ömer el-Hattab da bana arz olundu üzerinde bir gömlek vardı ki, onu sürüklüyordu.” Peygamberimiz (SAV)’e: “Ey Allah'ın Resulü, bunu ne ile tevil (yani tabir) ettin? Diye sordular. Peygamberimiz (SAV): “Din ile” cevabını verdi.”
Peygamberimiz (SAV)’e rüyada, üzerlerinde değişik uzunlukta gömlek olan insanlar gösterildi. Bu arada Hz. Ömer (RA)’ın üzerindeki gömlek o kadar uzundu ki etekleri yere sürüyordu. Bunu ne ile tabir ettiği Peygamberimiz (SAV)’e sorulduğunda, bunu din ile dinin kemali ile tabir ettiğini ifade etmiştir. Bu da âyet-i kerimeler gibi imanda kuvvet yönünden herkesin eşit olmadığını göstermektedir.
İMAN İLE AMEL ARASINDAKİ İLİŞKİ
İman ve amel, bir bütünü oluşturan parçalar değil, ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَوَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْوَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ:
“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (BAKARA SURESİ – 277. AYET) buyurmuş, amel, iman üzerine atfedilmiştir. Arapça gramer kuralına göre ancak ayrı ayrı manada olan şeyler birbirine atfedilebilirler. Daha açık bir ifade ile eğer amel imanın bir parçası olsaydı “İman edenler” ifadesinden sonra “iyi iş yapanlar” denmesine gerek kalmazdı.
İman ile amel, ayrı ayrı şeyler olmakla beraber aralarında çok sıkı bir ilişki vardır. Allah ancak olgun müminlerden razı olur. Olgun mümin olmak için de yalnız inanmak yeterli değildir. İman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlâka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki ibadet, imanın bir göstergesidir. Sadece inandım demek yeterli değildir. Kalpteki iman ışığının sönmemesi için ibadet de gereklidir. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük bir kayıptır. İman nurunun söndüğü bir gönül, insan için bir yük olmanın ötesinde bir anlam taşımaz. Büyük Şair merhum M. Akif ne güzel söylemiş:
“İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür.
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”
İman ile amel ayrı ayrı şeyler olunca, akla şöyle bir soru gelir. Farz olan ibadetleri yapmamak, Allah'ın yasakladığı büyük günahları işlemek imanı nasıl etkiler? Başka bir ifade ile farz olan ibadetleri yapmayan ve büyük günah işleyen kimse imandan çıkar mı?
Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber Ehli Sünnetin görüşü, farz olan ibadetleri yapmamak ve büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz, günahkâr yapar. Dinden çıkmak başka, günahkâr olmak başkadır.
Ashabı Kiram’dan Ebû Zerr (RA) şöyle demiştir: “Peygamberimiz (SAV)’e geldim. Üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde uyuyordu. Döndüm, sonra yine geldim, uyanmıştı şöyle buyurdu: “Lâilâhe illallah –Allah'tan başka ilâh yoktur– diyen ve bu ikrar üzerine ölen hiç bir kul yoktur ki, cennete girmesin.” Ben: “Zina etse de hırsızlık etse de mi?” dedim. Peygamberimiz (SAV): “Evet, zina etse de hırsızlık etse de girer.” buyurdu. Ben: “Zina etse de hırsızlık etse de mi? dedim. Peygamberimiz (SAV): “Evet, hırsızlık etse de zina etse de girer.” buyurdu. Ben tekrar: “Ey Allah'ın Resulü, zina etse de hırsızlık etse de mi?”dedim. Peygamberimiz (SAV): “Evet, Ebû Zerr’in burnu toprağa sürülse ve böylece zelil ve hakir olsa da muhakkak cennete girer.” buyurdu.
Ebû Zer (RA) bu hadisi rivayet ederken: “Ebû Zerr’in burnu kırılsa da, yani istemese de Peygamberimiz (SAV) böyle buyurdu.” demiştir.
Şu hadisi şerif de büyük günah ile imanın bir arada bulunabileceğini ifade etmektedir:
Ubâde b. es-Samit (RA) şöyle demiştir: Peygamberimiz (SAV) etrafında bir topluluk olduğu halde şöyle demiştir:
“Allah’a ibadette O’na hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla kimseye bühtan etmemek, hiç bir marufta isyan etmemek üzere bana biat ediniz. İçinizde sözünde duran olursa onun ecri Allah’a aittir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada azaba uğrarsa bu ona kefaret olur. Bunlardan birini yapıp da yaptığı işi Allah Teâlâ örterse işi Allah’a kalır; isterse onu affeder isterse ona azap eder.” buyurdu, biz de bu şart üzerine kendisine biat ettik.”
Evet günahlar imanın aslını olumsuz şekilde etkilemese de, imanın kemalini etkiler. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
“Zina eden kişi zina ederken mümin olarak zina etmez. Hırsız, çalarken mümin olarak çalmaz. Sarhoş, şarabı içerken mümin olarak içmez.”
Hadisi şerifte; zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kimsenin mümin olarak bunları yapmayacağı ifade edilmekte ise de Ehl-i sünnet bunu, “Kâmil mümin olarak bu günahları yapmaz.” şeklinde anlamıştır. Az önce naklettiğimiz hadisi şerifte; Allah'tan başka ilâh olmadığını ve bu ikrar üzere ölen kimse zina etse de hırsızlık etse de cennete gireceği bir kaç kez teyit edilerek ifade buyrulmuştur.
Çünkü Peygamberimiz (SAV)’den itibaren hemen her devir İslâm âlimleri, imanı bulunduğu halde farz olan ibadetleri yapmayan veya haram ve büyük günahları işleyen kimseleri yaptıklarını helâl görmedikleri sürece, mümin kabul etmişler, ancak bunların günahkâr olduklarını söylemişlerdir. Ehl-i sünnetin görüşü de budur.
İMAN HUZUR KAYNAĞIDIR
İman, insanın en değerli kazancıdır. Karanlık ile aydınlık bir olmadığı gibi inanan insan ile inanmayan insan da bir değildir. İnanan insanın Allah katında üstün değeri vardır. Allah mümin olan kullarını sevdiği gibi, insanların güvenini kazanan da bu inanan insanlardır.
İmanlı insan huzurlu ve mutlu kişidir. Çünkü inanan insan, bir gün Allah'ın huzurunda dünyada yaptıklarının hesabını vereceğine inandığı için, Allah'a ve insanlara hatta diğer canlılara karşı olan görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. İşinde ve sözünde ölçülü olur. Her türlü aşırılıklardan sakınır. Ailesine, çevresine, tüm insanlara ve hatta hayvanlara karşı şefkat ve merhamet gösterir. Kimsenin malına, ırzına göz dikmez. Kimsenin hakkına tecavüz etmez. Herkese hakkını verir. Komşuluğundan herkes memnun olur. İşveren ise işçiye, işçi ise İşverene haksızlık yapmaz. Felâketler karşısında sarsılmaz, ümitsizliğe düşmez. Allah'a sığınır ve güvenir. Bütün bunlar, insanın huzurlu ve mutlu olmasını sağlar.
KÜFÜR
Küfür kelimesinin de iman gibi genel ve özel manaları vardır. Sözlükte küfür, örtmek demektir. Görünen şeyleri karanlığı ile örttüğü için geceye “kâfir” denmiştir. Çiftçiye de tohumu toprağa ektiği için aynı ad verilmiştir. Bu küfür kelimesinin genel manasıdır.
Küfür kelimesinin itikat ve amel yönünden olmak üzere iki özel manası vardır:
Amel yönünden küfür: Allah’ın verdiği nimetlere, şükretmemek ve nankörlük etmektir. Nitekim Allah Teâlâ:
فَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَلِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ:
“Her kim mümin olarak iyi davranışlar yaparsa onun çabası inkâr edilmeyecektir.” (ENBİYA SURESİ – 94. AYET)
Allah’ın nimetlerine karşı küfür yani nankörlük iki şekilde olur.
BİRİNCİSİ: Nimetleri, Allah’ın verdiğini inkâr etmektir. Bu aynı zamanda akide yönünden de küfürdür. Karun’un küfrü böyle idi. Kendisine:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَنَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَوَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ:قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِندِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَمِن قَبْلِهِ مِنَ القُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعاًوَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ:
“Allah’ın sana verdiği nimetlerden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez, dendiği zaman o: “Bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” diyerek (eriştiği nimetlerin Allah’ın bir lütfü olduğunu inkâr etti.) (KASAS SURESİ – 77–78. AYETLER)
İKİNCİSİ: Nimetlerdeki kötü tasarruftur. Bu nimetlerin sahibine karşı saygısızlıktır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَإِذْ تَأَذَّنَرَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّعَذَابِي لَشَدِيدٌ:
“Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım. Eğer küfrederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İBRAHİM SURESİ – 7. AYET)
AMELÎ KÜFÜR, NİMETE KARŞI NANKÖRLÜKTÜR
İtikat yönünden küfür, Peygamberimiz (SAV)’i, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen şeylerde onu yalanlayıp, getirdiklerini inkâr etmektir. Bunun hükmü dünyada Müslüman muamelesine tabi olmamak, ahirette ise ebedi olarak cehennemde kalmaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْكُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ:خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ:
“Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince; işte Allah’ın meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar, artık ne kendilerinden azap hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.” (BAKARA SURESİ – 161/162. AYETLER)
TEKFİR NEDİR?
Tekfir, bir insanın küfrüne hükmetmektir. Bu, çok dikkatli olunması gereken bir konudur. Bir kimsenin mümin olduğunda zayıf da olsa bir delil varsa onu dikkate alarak o kimse mümin kabul edilir. Çünkü mümini affetmekte hata etmek, onu cezalandırmada hata etmekten daha hayırlıdır.
İmanın yeri kalp olduğu gibi küfrün yeri de kalptir. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir. Dıştaki belirtiler, her zaman kesin olarak kalpte olana delâlet etmez. Dış belirtilerin kalpte olana delâleti çoğu kere zannîdir. İslâm ise zanna uymaktan nehyetmiş ve zannın çoğunun günah olduğunu bildirmiştir. Şu olay ne kadar çarpıcıdır.
Peygamberimiz ( SAV)’in azatlı kölesi Zeyd'in oğlu Usame -Allah her ikisinden de razı osun- Hurka üzerine savaşa gönderilmişti. Düşmanla karşılaşıp savaşmış ve düşmanı yenilgiye uğratmıştı. Bu sırada o çevrede koyun güden bir çobanla karşılaşmıştı. Çoban bunları görünce şaşırmış: “La ilâhe illallah” demişti. Buna rağmen Usame çobanı öldürmüştü. Medine-i Münevvere'ye döndüklerinde Peygamberimiz (SAV)durumu öğrenince Usame ( RA)’a: “Ey Usame, bu adamı “lâ ilâhe illallah” dedikten sonra niçin öldürdün? Diye sordu. Usame: “O, ölümden kurtulmak için “Iâ ilâhe illallah” söyledi, dedi. Peygamberimiz: “Kalbini yardın da baktın mı? Buyurdu.” Bunun üzerine de şu ayet-i kerime nazil oldu:
يَا أَيُّهَاالَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْلِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِناً تَبْتَغُونَعَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌكَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْفَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً:
“Ey müminler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatlerine göz dikerek “sen mümin değilsin.” demeyin. Çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Siz de önceden böyle iken Allah size lütfetti. O halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (NİSA SURESİ – 94. AYET)
Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (SAV), şu uyarılarda bulunmuştur:
“Her hangi bir kimse din kardeşine ey kâfir derse bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise mesele yok. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.”
İslâm büyükleri bu konuda dikkatli olunmasını öğütlemişlerdir.
İmam Malik’in: “Bir kimsenin küfre ihtimali olan 99 hareketi yanında bir hareketi de mümin olduğuna delâlet ederse, o kimsenin mümin olduğuna hükmedilir.” dediği rivayet edilmiştir.
Peygamberimiz (SAV)’in bu konuda ne kadar titiz davrandığını şu olay gözler önüne seriyor:
Ebû Saîd el-Hudrî (RA) şöyle diyor:“Hz. Ali (RA) Yemen’de iken, Peygamberimiz (SAV)’e toprağı üzerinde yani henüz işlenmemiş bir külçe altın göndermişti. Peygamberimiz (SAV) uygun gördüğü dört kişiye bunu taksim etti. Bunun üzerine bir adam Peygamberimiz (SAV)’e: “Allah'tan kork.” demek cüretinde bulundu. Peygamberimiz (SAV): “Yazıklar olsun sana, ben, yeryüzünde ki insanların Allah’tan en çok korkanı değil miyim?” buyurdu ve çok üzüldü. Sonra adam arkasına dönüp gitti. Halid b. Velid (RA):“Ey Allah’ın Resulü, izin ver de şunun boynunu vurayım, dedi. Peygamberimiz (SAV): “Hayır, vurma. Bunun da ilerde namaz kılan bir kişi olması umulur.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Halid (RA): “Ey Allah'ın Resulü, namaz kılanlardan öyle kimseler var ki, onlar, gönüllerinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Ey Halid, ben insanların kalplerini açmaya, karınlarını yarmaya memur değilim.” buyurdu.
Yine Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Her kim bizim kıldığımız namazı kılar, kıblemize karşı durur, kestiğimizi yerse; Allah’ın ve Allah’ın Peygamberinin emanını hak eden Müslüman, işte odur. (Artık) Allah’a ve Peygamberi (SAV)’e karşı (öyle olan bir kimsenin) emanına hıyanet etmeyiniz.”
Bütün bunlar gösteriyor ki, müminlerden bir kısmının bazı söz ve davranışlarına bakarak bundan dinden çıktığını ve küfre girdiklerini söylemek -isabet edilmemesi halinde- ağır sorumluluğu olan bir davranıştır. Bu itibarla bir hata yapıp sonunda pişman olmamak için her konuda olduğu gibi özellikle bu konuda daha dikkatli ve titiz olmak gerekmektedir.
Kaldı ki akaid kitaplarında; kıbleye yönelenlerin yani namaz kılanların tekfir edilmemesi ehl-i sünnetin temel kuralları arasında yer almıştır. İmam-ı Azam Ebû Hanife ile fakihlerin çoğunluğu -Allah hepsine rahmet etsin- bu görüştedir.
Hicrî 680–756 (M.1281–1355) tarihleri arasında yaşamış büyük İslâm âlimlerinden Şiraz'lı Azdu’I-Milleti ve’d-Din Abdurrahman b.Ahmed el-Îcî “MEVAKIF” adlı meşhur eserinin sonundaki uyarısı ile konuşmamızı tamamlayalım. Şöyle diyor:
“Ehl-i kıbleden olan hiç kimseyi tekfir etmeyiz. Ancak Alîm ve Kadîr olan Allah’ı tanımamak, O’na ortak koşmak, peygamberliği ve Peygamberimiz (SAV)’in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslâm hükümlerini inkâr etmek veya dinde (zina etmek ve adam öldürmek gibi) haram olan şeyleri helâl kabul etmek gibi durumlar müstesna.”
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın