Haftanın Vaazı; İman
Haftanın Vaazı, İdris Yavuzyiğit hocamızın sunumu ile ÎMÂN ESASLARI VE KABUL OLMASI....
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله ربّ العالمين
والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله واصحابه اجمعين
قَالَ اللّٰهُ تَعَالَى فِي كِتَابِهِ الْكَرِيمِ
أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْـــــــــــــــــــــــــــــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
. وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ. صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظِيمُ
وَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
مَنْ شَهِدَ اَنَّ لٰا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُلُ اللّٰهِ حَرَّمَ عَلَيْهِ النَّارَ
صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ فِيمَا قَالَ أَوْ كَمَا قَالَ أَوْ قَرِيبًا مِنْهُ
رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
سُبْحَانَكَ لَا فَهْمَ لَنَا إِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْجَوَادُ الْكَرِيمُ
Dini hayat iman ile başlar, ibadet ile devam eder ve ahlak ile yaşanır.
İman, ibadet ve güzel davranışlarla amacına ulaşır. Zira ibadetler imanın destekleyicileri, gıdası ve koruyucularıdır. İman ve ibadetler için bilgi gerekir ve bu bilgiyi öğrenmeyi mevlamız her mükellefe farz kılmıştır.
Kendisine sayısız nimetler verilen (İbrahim 14/34) yerde ve gökte ne varsa hepsi hizmetine sunulan (Lokman, 31/20) insan, Allah’a ibadet için yaratılmıştır.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyat, 51/56) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.
İnsanın, yaratılış gayesi olan “ibadet” görevini ifâ edebilmesi için her şeyden önce îmân etmesi gerekir. Allah, insanı dünya hayatında imtihana tâbi tuttuğu için (Mülk, 67/2) imân edip etmemeyi insanın iradesine bırakmıştır:
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ
“(Ey Peygamberim!) De ki: Hak (Kur’ân) Rabb’inizden (gelmiş)tir. Artık dileyen imân etsin, dileyen de inkâr etsin” (Kehf, 18/29) anlamındaki âyette olduğu gibi bir çok âyette yüce Allah insana inanma özgürlüğü vermiştir. Allah, imân veya inkâr etme konusunda insanları serbest bırakmakla birlikte onlara ısrarla imân etmelerini emretmiştir:
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اَمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللهِ وَمَلَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“Ey iman edenler, Allah’a, Peygamberi’ine, Peygamberi’ne indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, son derece büyük bir sapıklığa düşmüş olur.” (4/Nisâ, 136)
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اَمَنَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ وَالْمَلَئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ
“Gerçek iyilik, yüzünüzü doğuya veya batıya döndürmeniz değil; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara ve Rasûllere iman etmenizdir…” (2/Bakara,177)
İMANIN YERİ KALPTİR
قَالَتِ الْاَعْرَابُ امَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلكِنْ قُولُوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْايمَانُ فى قُلُوبِكُمْ
”Bedeviler, ‘İman ettik’ demektedirler. (Ey Muhammed) de ki, ‘Siz iman etmediniz fakat İslâm olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat, 49/14)
Büyük Müfessir Mücahid (H.21-103) bu âyet-i kerimenin, Medine yakınında bulunan Benî Esed İbn-i Huzeyme kabilesi hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelmişler şehâdet kelimesini söylemişler ve Peygamberimize:
“- Biz, filân oğulları ve filân oğulları gibi size savaş açmadık, âilelerimizle geldik” dediler. Bu sözleri ile Peygamberimizden kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime indi. (Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, Beyrut, c. XXVI, s.167, Mısır, 1353 H.)
İman kalp ile tasdikten ibarettir.
Dil ile ikrar ise başkalarının onu mü’min olarak tanımaları ve öldüğünde cenaze namazını kılmaları ve müslüman mezarlığına defnetmeleri gibi İslâm hükümlerinin ona uygulanması için gereklidir.
“Kalp deniz, Dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.” (Mevlana)
İMAN CENNETE GÖTÜRÜR İNKÂR CEHENNEME SÜRÜKLER
Yüce Allah, “îmân edin” emri ile yetinmemiş, pek çok âyet-i kerîmede imân edenlere mükâfat (cennet ve nimetleri), inkâr edenlere ise ceza (cehennem ve azabı) olduğunu bildirerek îmân etmeye teşvik etmiş, inkâr etmekten sakındırmıştır..
Müminleri îmâna sevk eden ve onlara îmânı sevdiren yüce Allah’tır. Allah’ın izni olmadan kimse îmân edemez. Ancak akıllarını kullanmayanlar îmân etmezler, azabı ve rezilliği onlar hak ederler.
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِىٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder.” (Zümer, 39/7) Kullarının îmânına muhtaç olmamakla birlikte yüce Allah, onların küfre düşmelerine razı olmaz, aksine îmân edip şükretmelerinden hoşnut olur.
لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا
“Allah’a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz.” (Müslim, İman, 81)
“İman” sözlükte; tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek ve güven vermek anlamlarına gelir.
Din ıstılahında ise Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden şeksiz ve şüphesiz tasdîk ve itiraf etmek anlamında olup “küfür” kelimesinin zıddıdır.
المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.
Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” (Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105)) İmanı, iç güvenlik olarak tanımlarsak; İslâm da dış güvenliktir.
Allah Rasûlü, iman ve İslâm’ı şöyle açıklamışlardır: “İslâm, dışta ve görünürde; iman, içte ve kalpte olandır.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned)
Din, iman ve İslâm’ın her ikisinin ortak adıdır. Çünkü iman tasdik, İslâm ameldir. İman, kalbin ameli; İslâm, bedenin imanıdır. İman, muharrik kuvvet; İslâm, bu kuvvetin harekete dönüşmesidir. Özetin de özeti; İmanla ameli ayırmak, imanla İslâm’ı ayırmak demektir ki, bu durumda ortada ne iman kalır, ne İslâm!
Îman, “icmâli îman” ve “tafsîlî îmân” olmak üzere iki kısma ayrılır.
“İcmâli îman“, îman edilecek şeylere kısa ve topluca îman etmektir demektir ki bu, kelime-i tevhîd ile ifade edilir: لااله الا الله محمد رسول الله “Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah’ın elçisidir.”
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِى السَّمَاءِ
تُؤْتٖى اُكُلَهَا كُلَّ حٖينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.” (ibrâhim 24-25.)
Müfessirlerimiz güzel sözün kelime-i şehadet olduğunu ifade etmişlerdir.
اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى لاإِلَاهَ إِلَّا اللّٰهُ
“Ben ve benden önce bütün peygamberlerin söylediği en faziletli söz “La ilahe illellah”tır” (Muvatta 32)
لاإِلَاهَ إِلَّا اللّٰهُ diyenlere ne ölüm anında ne de kabirde yalnızlık ve korku yoktur” (Muhtaru’l Ehadis 124)
حَدِّدُوا اِيمَانَكُمْ
Peygamber efendimiz “imanınızı tazeleyin” buyurmuş. “Ya Rasulellah nasıl tazeleyelim”denilince “La ilahe illellah” çok söyleyin buyurmuşlardır.
Beyazıd-ı Bestami’ye “en büyük isim, ism-i azam nedir?sormuşlar. “La ilahe illellah” de ve onda sabit kal buyurur. “Bundan ne anlaşılır” dediklerinde “zikredince anlarsın”buyurmuştur.
Şehadet kelimesi islama giriş için kapıdır.
Muhyiddin-i Arabi der ki: bir eve girerken iki kapı vardır. Birinci kapı “La ilahe illellah” ikinci kapı “Muhammedür rasulüllah”tır. لَا إلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللّٰهِ
TAFSÎLİ İMAN
“Tafsîlî îmân“, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine , âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba, kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerinin her birerlerine ayrı ayrı Allah ve Peygamberinin istediği şekilde îman etmek demektir.
İmandaki kalp ile ikrar Allah katındaki geçerliliği;
dil ile ikrar ise toplumsal geçerliliği ifade eder.
İmanımızı taklitten tahkike, yani bilgi ve delile dayalı kesin bir imana dönüştürmeliyiz.
Allah kuranı kerimde insanları inanç bakımından 4 gruba ayırmıştır:
Mü’min, Kafir, Müşrik, Münafık.
Baktığımız her nokta bize imanın hakikatlerini hatırlatırken; dinlediğimiz ezanlar ikrarımızı tazeleyip emre amade olmamız gerektiğini her daim duyurmakta ve duyurmaya da devam edecektir.
İman kökü kalpte, dalları ise insan davranışları olarak dışarıda yani hayatta olan bir ağaç gibidir.
Salih ameller kalpteki iman nurunu parlatır ve devamlı ışıldamasını sağlar. Bu ışıltı ve nur insanı erdemli ve güzel ahlaklı yapar. Böylece kemale erdirir.
İbadetsiz iman kurumuş bir ağaç gibidir.
Hayâtın anlamı ve insanın mahlukat içerisinde taşıdığı bir imtiyaz olan imanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü kalpte, gövdesi akılda ve dalları organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise amellerdir. Ağacı kökü, gövdesi, dalları ya da meyvesi olmadan tanımlamaya kalkanlar, onu eksik ve yanlış tanımlamak zorunda kalacaklardır. Dalları kurumuş, meyve vermeyen ağaç, odun parçasından başka bir şey değildir ve yanmaya lâyıktır.
İman, aslında insanın şerefinin en büyük delilidir. İman şereftir. Bugün müslümanın en önemli sorunlarından biri, kimlik bunalımıdır. Bunun farklı tezahürleri olan kişilik erozyonu, şahsiyetsizlik, zillet ve meskenettir. Müslümanın kimlik bunalımı imanını iktidar edemeyişinden, müslüman oluşuyla iftihar edemeyişinden, daha doğrusu iftihar edebilecek bir imana sahip olamayışındandır.
Küfre rızâ küfürdür, bu kesin! Ya küfre hayran olmak nedir? Evet, bu bir akîde sorunudur ve çözümü de imanla ilgilidir.
imanın hâkim olduğu toplumda ahlak, adalet, fazilet, muhabbet, muâvenet, sadakat ve iffet baştacı edilen değerler olarak yerini alacak; İmanın hakim olmadığı toplumda ise rezalet, nefret, sefalet, sefahat, atalet, ihanet, bencillik ve her türlü dalavere ortalığı kaplayacaktır. Kimsenin unutmaması gereken bir gerçek var: İman, atom ve nötron bombasını yapan “insan” adlı muazzam silahın emniyet anahtarıdır. Onun olmadığı bir yerde her an herkesin ‘kaza’ya kurban gitme ihtimali çok yüksektir. Bütün bunlar imanın dünyevî kazancına dahildirler.
Gazete ve tv. haberlerinde sık sık canavarlaşan insanların durumlarına şahit oluyoruz. Mısır da, Suriye de vs. ülkelerde işlenen cinayetler… eşini öldüren kocalar… Kocasını vuran kadınlar… babalarına silah çeken çocuklar… çocuklarını doğrayan babalar… küçücük bebelere tecâvüz edenler…
Sebep tek: iman zafiyeti… iman eksikliği yada İmansızlık. Allah’a ve âhirete iman eden böyle vahşet ve barbarlık yapabilir mi?!
ÎMÂN ESASLARI
Ayet ve hadislerde îmân esasları bildirilmektedir. Hz. Ömer (r.a.) Cibril hadisi diye meşhur olmuş hadiste
فاخبرني عن الايمان Şimdi de bana îmânı anlat dedi. Hz. Peygamber (a.s.) da;
ان تؤمن بالله وملاءكته و كتبه و رسله و اليوم الاخر و تؤمن بالقدر خيره و شره الايمان
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân etmendir, yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” diye cevap verdi. ( Müslim, Îmân, 1, 5. I, 37, 40)
Peygamber efendimiz bu hadiste îmân esaslarını altı olarak saymıştır. Bunlar; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine âhiret gününe ve kadere îmân etmektir. Bu hadiste sayılan îmân esasları Kur’ân-ı Kerimde muhtelif âyetlerde geçmektedir.
Kur’ân’da “kadere îmân edin” şeklinde bir âyet yok ise de bir çok âyet, “kadere îmânı” ifade etmektedir. Kur’ân’a îman kadere de îma etmeyi gerektirmektedir. Çünkü Kur’ân’a îmân eden, onda bildirilen esaslara da îmân eder.
EZANLAR BİZE HER GÜN 5 KEZ İMAN HAKİKATLERİNİ HATIRLATMAKTADIR
اَللَّهُ اَكْبَرُ – اَللَّهُ اَكْبَرُ – اَللَّهُ اَكْبَرُ – اَللَّهُ اَكْبَرُ
Her gün günde beş kez minarelerden bizlere yapılan bu çağrıda, bizlere iman hakikatleri sunulmakta ve bizlere açık bir iman tazelemesi yapılmaktadır.
Her gün okunan ezanlarla günlük 30 defa اَللَّهُ اَكْبَرُ “Allah En Büyüktür” nidaları kulaklarımızda yankılanmaktadır. Bu açık bir davet değil midir?
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلَّا اللَّهُ – اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلَّا اللَّهُ
Günde on kez tekrarlanan “şahitlik ederim ki allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” ikrarı bizleri yoktan var eden allah’a çağırıyor.
Biz bu çağrının karşılığında üzerimize düşen görevi ve görevi vereni tanıyor muyuz? Rabbimiz kim? Rabbimiz Allah’tır diyoruz. Acaba nekadar tanıyoruz?
- الإِيمَانُ بِضْعٌ وَسبْعُونَ ، أوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شَعْبَةً : فَأفْضلُهَا قوْلُ لاَ إلَهَ إلاَّ اللَّهُ ، وَأدْنَاهَا إمَاطَةُ الأذَى عنِ الطَّرِيقِ ،
- وَالحيَاءُ شُعْبةٌ مِنَ الإِيمانِ
- اَنَ رَسُولَ اللّٰهِ سُئِلَ اَيُّ الْعَمَلِ اَفْضَلُ قَالَ إيمَانٌ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ
- مَنْ قَالَ لٰا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ مُخْلِصًا دَخَلَ الْجَنَّةَ
- مَنْ شَهِدَ اَنَّ لٰا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُلُ اللّٰهِ حَرَّمَ عَلَيْهِ النَّارَ
- مَنْ كَانَ آخِرُ ﻛﻼمِهِ َﻻ اِلهَ اِّﻻ اللّه دَخَلَ الْجَنَّةَ
İMANIN KABUL OLMA ŞARTLARI
İMAN ĞAYBİDİR:
الم ﴿١﴾ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ ﴿٢﴾ اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿٣﴾ وَالَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾
“Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” (Bakara 1-4)
Bu ayetlerde iman esasları belirtilmemekle beraber gabya iman etmek müminin özelliğiolarak ifade edilmiştir. Zira Allah, melekler, ahret, hesap, mahşer vb bizler tarafından bilinmeyen görülmeyen test edilemeyen ve sadece kuranın ve Hz. Peygamberin bildirdiği ve iman edilmesini emrettiği bilgilerdir.
Dolayısıyla imanın önemi de buradadır.
Görmediği halde görüyormuşçasına kalben inanmak.
İMANIN TEMELİ SEVGİ VE BAĞLILIKTIR
“Hannane Direği, Ondan Ayrıldığı İcin Ağlayıp İnliyordu” sevgi
Hz. Peygambere yeni minber yapılmıstı. Artık terk edilen Hannane direği, Hz. Peygamberden ayrıldığı icin ağlayıp inliyordu. Efendimiz: “Ey direk, ne istiyorsun?” diye sorunca, Hannane direği dile gelerek: “Canım senden ayrılığa kan kesildi. Buna dayanıyorum. Simdi beni bıraktın. Yeni minberin uzerine cıkıverdin” cevabını verir.
Bunun uzerine Hz. Peygamber ona soyle dedi: “ Ey iyi ağac, ey sırrı bahta yoldas olan! Soyle ne istersin? Dilersen seni yemislerle dolu bir hurma fidanı yapayım ki doğudakiler de batıdakiler de senin hurmanı yesinler. Yahut Allah, seni o alemde bir selvi yapsın da ebediyen taze ve canlı kal!”
Hannane bunun uzerine sunları soyledi:“Daim ve baki olanı isterim”
Bunun uzerine Efendimiz, kıyamet gunu insanlar gibi dirilmesi icin o ağacı yere gömüverdi.
İMAN, BİLMEYİ VE TANIMAYI GEREKTİRİR
İnsanın Allah’a iman edip ibadet ve itaat edebilmesi için önce O’nu tanıması gerekir.“Allah’a îman”; Allah’ın varlığını, birliğini, yaratan, yaşatan, rızık veren ve besleyip büyütenin yalnız Allah olduğunu, O’ndan başka ibadete layık mabut bulunmadığını, ibadetin sadece O’na yapılması gerektiğini, O’nun ezelî ve ebedî olduğunu, bütün kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğunu, Kur’ân ve Sünnette belirtilen isim, fiil ve sıfatlarıyla bilip inanmayı gerektirir.
Her şeyin bir yapanı, yaratanı vardır.
Her resmin bir ressamı,
Her heykelin bir heykeltıraşı vardır.
Elbisenin varlığı onun diken bir terzisinin olduğunu,
Binalar onları yapan bir ustanın olduğunu,
Sütün varlığı onun sağıldığı bir hayvanın varlığını,
Ekmeğin varlığı onun bir pişirenin olduğunu bizlere göstermez mi? Elbette ki gösterir.
Peki bu bu uçsuz bucaksız alem? Bunun bir yaratıcısı yokmu? İnsan denen mucizevi varlık, onu mükemmel surette yaratan kim?
Doğada bulunan faydalandığımız milyonlarca bitki, nebatat, binlerce hayvan, milyonlarca yıldız ve gezegenler, uçsuz bucaksız evren…. Bunları yoktan var eden ahenkle hareketlerini sağlayan bu kainata nizam veren bir güç vardır.
Oda Allah azze ve celledir.
“Allahın varlığını ve birliğini bulmak için göklere bakın, yerlere bakın, kendinize bakın. Bunların kendiliğinden olup olmadığına bakın. Bütün bunların yaratılışındaki incelikleri düşünün. Çünkü bunlar Allahın varlığını ve birliğini gösteren delillerdir….”(Hadis)
Özde, sözde, dilde, seste Allah bir!
Yer ettikçe can kafeste Allah bir!
Böyle geldik böyle gitmek dileriz
İlk nefeste son nefeste Allah bir.
İMAN, İTAAT ETMEYİ GEREKTİRİR
O’na iman, aynı zamanda O’na ibadet ve itaat etmeyi, Kur’ân ve Sünnette yer alan emir ve yasaklara, öğüt ve tavsiyelere uymayı, helal ve haramlara riayet etmeyi gerekli kılar.
Kur’ân’da;فامنوابالله “Allah’a iman edin”, اطيعوا الله“Allah’a itaat edin” ve واعبدوا ربكم “Rabbinize ibadet edin” (Hac, 77) buyurulmaktadır.
İBADETLER İMANI GÜÇLENDİRİR
اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِپٖينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…. Kim Allah’a ve âhiret gününe îmân eder ve sâlih amel işlerse onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir” (Bakara, 2/62. bk. Maide, 5/69).
İMAN EDİP SALİH AMEL İŞLEYENLER İÇİN MÜJDE VAR
وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ
“İman edip Salih amel işleyenlere kendileri için içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele…” (Bakara, 2/25).
İMANLA BERABER SALİH AMEL ZAYİ EDİLMEYECEKTİR
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
İnanmış olarak yararlı iş işleyenin emeği inkâr edilmeyecektir. Biz şüphesiz onu yazmaktayız.(Enbiya, 21/94)
İMANIN HALAVETİNİ TATTIRAN ÜÇ HASLET (AMEL)
ثلاثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ بِهنَّ طَعْمَ الايمانِ: منْ كَانَ اللّهُ ورسولُه أحبَّ إليه مما سواهُما، وَمَنْ أحبَّ عبداً لا يحبُّهُ إلاّ للّهِ، وَمَنْ يَكْرَهُ أن يُعودَ في الكفرِ بعدَ إذْ أنقَذَهُ اللّهُ تَعالَى منه كَمَا يكرَهُ أن يُلْقَى في النار.
Hz. Enes, Resûlullah (a.s)’ın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
“Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm’ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak.” (Buhârî, İman 9).
İmanı güçlendirecek Salih amellerimiz ve sosyal hayatımızdır
« لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ »
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.(imanın tadına eremez)” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72)
İMAN, KARDEŞLİK BAĞLARIMIZI GÜÇLENDİREN ANAHTARDIR
لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا أَوَلَا أَدُلُّكُمْ عَلَى شَيْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ أَفْشُوا السَّلَامَ بَيْنَكُمْ
“Allah’a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, İman, 81)
İMAN, HAYALI OLMAYI GEREKTİRİR
Resulullah (s.a.v.) arsızı, kötü yolda olanı, rezalete bulaşanı, kimseden haya etmeyeni şöyle vasıflandırmıştır: “îman ve haya birbirine bağlı ve eşittirler. Biri gidince diğeri de gider. (Hâkim, Taberâni, K. Sitte 17/582)
İMAN, KOMŞUNLA MUAMELENDE GÖRÜLECEKTİR
Komşusunu inciten, onlara kötülük edenler hakkında İslâm şiddetli hükümler koymuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Allah’a yemin olsun ki îman etmemiştir! (Bunu üç kez tekrarlamış ve):- “Kim? Ey Allah’ın Resulü”, denilince de: – “Komşusu, kötülüklerinden emin olmayan“( Buhari, Edep, 29) demiştir.
İMAN, SÖZDE GÜZEL OLMAYI GEREKTİRİR
Resulullah (s.a.v.)’ı, etbâına bâtıldan yüz çevirmeyi hurafe ve gevezelikten uzaklaşmayı emrederken şöyle buyurduğunu görürsün!
“Kim Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsa, ya hayır söylesin, ya da sussun.”( Buharı, Edep, 31,85)
İMANIN TADINI DUYANLAR
Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle söylediğini işittim: “İmanın tadını, Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak Muhammed’i seçip râzı olanlar duyar.”
İMAN SAHİBİ GAFLET İÇERİSİNDE OLAMAZ
وَلَقَدْ ذَرَاْنَا لِجَهَنَّمَ كَثٖيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا اُولٰـئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ اُولٰـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’RAF 179)
İnanmamak, ahirete gitmeye mani değildir.. Cennete girmeye manidir.
Akıl gözünü kapasa da, vicdanın gözü açıktır. Dolayısıyla fıtratı gereği insan Allah’ı bulabilecek şekilde yaratılmıştır.
İMANDAN ZAAFI OLANLARDA PSİKOLOJİK VE SOSYAL ZAAFLAR MEYDANA GELİR
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِى السَّمَاءِ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse, göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” (En’am, 6/125)
Mânevî boşluk içindeki toplumları kıskacına alan bir hastalığın adı “DEPRESYON” DUR.
“İmandır o cevher ki, ilâhî ne büyüktür,
İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.”
Evet, “iman insanı insan eder, belki insanı sultan eder…”
İMANIN GEÇERLİ OLABİLMESİ İÇİN 6 ŞART GEREKİR:
- Îmânda Şüphe Olmamalıdır
- Îmân edilecek şeylerin hepsine inanılmalıdır
- Yeis halinden önce îmân edilmelidir
- Îmâna şirk karıştırılmamalıdır
- Îmân esasları kalp ile tasdîk edilmelidir
- Âyetler ve Dini Hükümler Alay Konusu Yapılmamalıdır
ÎMÂNDA ŞÜPHE OLMAMALIDIR
Îman edilmesi gereken şeylerin tamamına şeksiz şüphesiz ve kesin olarak îmân edilmesi gerekir. Şüphe ile îmân bağdaşmaz. Yüce Allah,
لَقَدْ جَاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَ
“… Yemin olsun sana Rabb’inden hak geldi, sakın şüphelenenlerden olma” buyurmuş (Yunus, 10/94)
ve müminleri şüphe etmeyen kimseler olarak tanıtılmıştır:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اُولٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
“Müminler ancak Allah’a ve Peygamberine îmân eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat eden kimselerdir. İşte (îmân iddiasında) doğru olanlar (sâdıklar) bunlardır” (Hucûrat, 49/15).
Mümin olabilmek için ilk başta kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi îmânın bekası ve devamı için de şüpheden uzak olmak da şarttır. Îmân esasları ile ilgili olarak “bunlar, doğru mu, değil mi? aslı var mı, yok mu? “ diye şüphe etmek kesin bir şekilde kalbin huzur ve sükûn içinde tasdîk etmesi anlamında olan îmân ile ters düşer.
NENENİN ALLAH İNANCI /1001 DELİLLE ALLAHIN İSBATI
Meşhur alimlerden birisi bir beldeye uğramış. Yanında birçok talebe ve halk olduğu halde bir ihtiyar ninenin yanından geçmişler.
İhtiyar nine kalabalığı görünce, oradaki birisine: “Bu kimdir, bu kalabalık nedir?” diye sordu.
Alimin talabelerinden birisi bunu duydu ve :”Onu tanımıyor musun? O, Allahu Teala’nın varlığı hakkında bin bir tane delil ortaya koymuş bir alimdir.” diye cevap verdi.
Nine gülerek: “Eğer onun Allah’ın varlığı hakkında bin bir tane şüphesi olmasaydı, binbir tane delile ihtiyacı olmazdı. Ben Yüce Allah’a delilsiz iman ediyorum” dedi.
Bu söz alime ulaştı, çok hoşuna gitti, ellerini açtı: “Allahım! Senden şu ihtiyar kadının imanı gibi bir iman ve kalb safiyeti istiyorum.” diye dua etti.
Etrafındakilere de: “Benim gibi araştırın, ama bu nine gibi iman edin” tavsiyesinde bulundu.
ACABASIZ İNANMAK İNSANI NEHRİ GEÇİRİR
Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden, Allah’a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış. Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, salla nehri geçmek epey vaktini alıyormuş.
Bir gün, gittiği camide bir vaaz dinlemiş…Hoca diyormuş ki;
“Allah’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun… Bismillah de gir suya! Yürü git…” diye de bir örnek vermiş…
Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki…
– Oh! demiş. Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından… Bismillah der geçerim karşıya… Sevincinden içi içine sığmıyormuş…Aynı zamanda da içinden hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye… Dediği gibi de yapmış. Çıkmış camiiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş…
Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.
Bir gün hanımı demiş ki; “Yarın o Hocayı al gel, yemeğe! Bak o kadar iyiliği dokundu sana …”
“Olur”, demiş adam… Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler.
Hoca; “Bir sal bulalım!” deyince adam şaşırmış ve; “Ne salı Hocam? Sen demedin mi Bismillah de yürü git! Ben o günden beri öyle yapıyorum. Hadi geçelim…”
Hoca hayret içinde. Hatta dehşet… sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve;
– Ah! demiş… Keşke benim imanım da, seninki gibi “acaba”sız olsaydı. Ben de Senin gibi yürür giderdim…
- ÎMÂN EDİLECEK ŞEYLERİN HEPSİNE İNANILMALIDIR
İman edilecek şeylerin bir kısmına îman edip bir kısmına îman etmeyen kimsenin îmanı geçerli değildir. Çünkü “îmân”, bütünlük ister, îmân esaslarının hepsine inanmayı gerektirir.
Nisa sûresinin 150-151 âyetinde peygamberlerden bir kısmına îmân edip bir kısmına îmân etmeyenlerin “hakîkî kâfir” oldukları bildirilmiştir:
اُولٰـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِرٖينَ عَذَابًا مُهٖينًا
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”
Allah, müminleri;
هَا اَنْتُمْ اُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهٖ
“İşte siz öyle kimselersiniz ki onları (ehl-i kitabı) seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitabın hepsine inanırsınız…” (Âl-i İmrân 119) şeklinde tanıtmıştır.
وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا
“…İlimde ileri gidenler, “Ona (Kur’ân’a) îmân ettik. Hepsi Rabb’imiz katındandır” derler” buyurulmuştur. (Âl-i İmrân 7)
Allah
اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْىٌ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰى اَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“… Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir” (Bakara 85) buyurarak Yahudileri kınamış ve böyle yapanların cezasının dünyada rezillik, âhirette ise şiddetli azap olduğunu bildirmiştir.
Kur’ân’a, başından sonuna kadar bütün sûre ve âyetlerine, âyetlerde geçen hüküm ve tavsiye, emir ve yasak helâl ve haram, bilgi ve haberlerin tamamına inanmak, hak ve doğru olduğunu tasdîk etmek mü’min olmak için şarttır. Kur’ân’ın bir hükmüne, bir farz veya yasağına, bir âyetine inanmayan veya uygulanmasını, geçerliliğini kabul etmeyen îmân sahibi olamaz.
Bektaşinin biri camiye girmiş.
İmam vaaz ediyormuş. İçkili iken namaz kılınmaz. Allah kuranı kerimde “لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ” namazı kılmayın buyuruyor. Bunu duyan Bektaşi camiden çıkıyor. İmam vaaza devam ediyor “وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ” Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.
Bektaşiye soruyarlar neden namaz kılmadan çıktın? Hoca namaz kılmayın dedi.
- YEİS HALİNDEN ÖNCE ÎMÂN EDİLMELİDİR
Hayattan ümidi kesip ölümle karşı karşıya gelmeden ve ilâhî azapla karşılaşmadan önce îmân edilmesi gerekir. Bu halde yapılacak îmânın, insana faydası olmaz.
Askerleri ile birlikte Musa (a.s.) ve ona îmân edenleri takibe koyulan Firavun, Kızıldeniz’de boğulmak üzere iken
حَتّٰى اِذَا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَا اِلٰـهَ اِلَّا الَّذٖى اٰمَنَتْ بِهٖ بَنُوا اِسْرَایٖٔلَ وَاَنَا مِنَ الْمُسْلِمٖينَ
“îmân ettim, ben de müslümanlardanım” demiş fakat îmânı kabul olmamıştır (Yunus, 10/90-91). Firavun’un îmânı niçin kabul olmamıştır?
Kabul olmamıştır, çünkü ilâhî azabı görmüş, ölümden başka seçeneği ve yaşama imkânı kalmadığı bir zamanda îmân etmek istemiştir.Yüce Allah:
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ اِيمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَاْسَنَا
“Azabımızı gördükleri zaman, îmânları kendilerine fayda sağlamadı…” (Mümin 85) buyurmuştur.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ تَاْتِيَهُمُ الْمَلٰئِكَةُ اَوْ يَاْتِىَ رَبُّكَ اَوْ يَاْتِىَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَاْتٖى بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا اٖيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ فٖى اٖيمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انْتَظِرُوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
“Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!” (En’am, 6/158).
İlâhî azap ile karşılaşıp son nefese gelince îmân kabul olmadığı gibi tövbe de kabul olmaz:
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذٖينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّپَاتِ حَتّٰى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّٖى تُبْتُ الْپٰنَ وَلَا الَّذٖينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ اُولٰـئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَلٖيمًا
“Kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca; ‘Ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölen kimselerin (tövbeleri geçerli) değildir Bunlar âhirette elem dolu bir azap hazırlanmıştır” ( Nisa,4/18).
- ÎMÂNA ŞİRK KARIŞTIRILMAMALIDIR
Allah katında îmânın makbul olabilmesi için insanın tevhît üzere bulunması gerekir. Îmânına şirk karıştıran kimsenin îmânı da ibadetleri de geçerli değildir. Böyle bir kimse hidayete ermiş sayılmaz.
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا اٖيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُولٰـئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
“İman edenler ve îmânlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar varya, işte güven onlarındır ve hidayete ermiş olanlar da onlardır.” (En’âm 82)
Allah’a zatında, sıfatlarında, ibadetinde, Rab ve ilah oluşunda ortak koşan kimsenin îmânı geçerli değildir. Böyle bir kimse mümin değil müşriktir.
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفًا وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ
“Yüzünü hanîf (Allah’ı birleyen) olarak dîne çevir, sakın (Allah’a) şirk koşanlardan olma” (Yunus, 10/105) buyuran Allah,
îmânlarına şirk karıştırarak îmân edenleri kınamaktadır:
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ
“Onların çoğu, Allah’a şirk koşmadan îmân etmezler” (Yusuf, 12/106).
Gerçek İman Sahibi Bir Genç…
Hazreti Ömer, halifeliği zamanında sütçülerin süte su katmasını yasaklamış ve bu emrini her tarafa duyurmuştu. Şehrin asayişini kontrol etmek için bir gece Medine’de dolaşırken yoruldu ve biraz dinlenmek üzere bir evin duvarına yaslandı. Evin içinde anne ile kızı arasında geçen şu konuşmayı duydu:
Anne:- Haydi kızım: kalk da sütlere biraz su katıver.
Kız:- Halifenin sütlere su katılmasını yasakladığını bilmiyor musun?
Anne:– Evet biliyorum.
Kız:- Öyle ise Halifenin yasakladığı işi nasıl yapabilirim?
Anne:- Kalk da su koy şu sütlere, Ömer seni nereden görecek?
Kız:- Ömer görmez ama Rabbim görür. Vallahi ben O’nun göreceği yerde yapmadığım bir işi görmediği yerde de yapmam.
Hazreti Ömer, bu konuşmaları dinledikten sonra evine döndü. İyi bir din terbiyesi görmüş bu yüksek ahlâklı fakir kızı oğlu Âsım ile evlendirdi. İşte Allah inancının insanın davranışlarındaki olumlu etkisi…
ALLAH VARMI? (Berbere en güzel cevap)
Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı…
Berber: ” Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum.”
Adam: ” Peki neden böyle diyorsun?”
Berber: “Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum…”
Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü.
Adam: ” Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok”
Berber: ” Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.”
Adam: ” Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.”
Berber: ” Hımmm… Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?”
Adam: ” Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!”İbret Alınmıyor.
إِنَّ اللّهَ لا َ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأَجْسَادِكُمْ، وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ. التَّقْوَى هَهُنَا، التَّقْوَى هَهُنَا، التّقْوَى هَهُنَا، وَيُشِيرُ إِلَى صَدْرِهِ.
“…Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır -3 kez eliyle göğsünü işaret etti…”
- ÎMÂN ESASLARI KALP İLE TASDÎK EDİLMELİDİR
İmanın iktidar olmadığı yürekte şeytan ihtilal yapar.
Îmânın geçerli olabilmesi için bir insanın sadece diliyle îmân ettiğini söylemesi yeterli değildir. Îmân esaslarının tamamını kalbi ile tasdîk etmesi gerekir. Çünkü îmânın yeri kalptir.
Allah’a ve âhiret gününe îman ettik dedikleri halde onların mümin olmadıkları bildirilmektedir:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنٖينَ
“İnsanlardan Allah’a ve âhiret gününe îman ettik diyen kimseler vardır. Halbuki onlar mümin değillerdir“( Bakara 8)
Niçin mümin değillerdir. Mümin değillerdir çünkü sadece dili ile “îmân ettim” demek yeterli değildir, kalp ile de îmân edilmesi gerekir
يَا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذٖينَ يُسَارِعُونَ فِى الْكُفْرِ مِنَ الَّذٖينَ قَالُوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ
“Ey Peygamber! Ağızlarıyla “îmân ettik” deyip kalpleriyle îmân etmemiş olanlardan ve Yahudilerden küfürde yarış edenler seni üzmesin…”
(Mâide 41)
Bu tür kimselere din dilinde “münafık” denir. Münafık kalbiyle iman etmediği halde sadece diliyle îman ettiğini söyleyen kimsedir.
Bir kıtlık yılında Medine’ye gelip îmân ettiklerini söyleyen ve sadaka isteyen Benî Esed kabîlesinin bedevîleriyle ilgili olarak;
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰـكِنْ قُولُوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْاٖيمَانُ فٖى قُلُوبِكُمْ
“Bedevîler, “îmân ettik” dediler. (Ey Peygamberim!Onlara) de ki: “Îmân etmediniz (öyle ise îmân ettik demeyin) fakat “boyun eğdik” deyin. Henüz îmân kalbinize girmedi….” buyurulmuştur (Hucûrât, 49/14).
Îmânın yeri kalp olduğu gibi şüphenin (Tevbe, 9/45) ve inkârın yeri de kalptir (bk. Nahl, 16/22).
Kalbin içinde olanı ancak Allah bilir. Kalben inanmadığı halde dili ile inandığını söyleyen kimseye biz “mümin değil” diyemeyiz. Biz zâhire göre hükmederiz. Dili ile “müminim” diyen insan, kalben de inanmış mı inanmamış mı bunu bilemeyiz. Bu sebeple “müminim” diyen insana “sen mümin değilsin” denilmez (bk. Nisa, 4/94).
O’NU MELEKLER YIKADI!
Hayber kalelerinin birinin fethi sırasında, yanında koyun sürüsü ile birlikte Esved adında bir coban gelir. Esved ücret karşılığı bir yahudinin koyun çobanlığını ya
- 2SEVDİM
- 4ALKIŞ
- 1KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 1ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın