Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

ÖLÜYE VERİLEN TELKİN

ÖLÜYE VERİLEN TELKİN; ESKİ HİNT VE MISIR DİNLERİNDEN GELMEKTEDİR!.. 


     " Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmezler mi? Ki onlar kendilerine dönüp gelemeyecekler." ( Yâsîn sûresi, âyet 31 ) 

     " Ama elbet hepsi Bizim huzurumuzda toplanacaklar." ( Yâsîn sûresi, âyet 32 ) 

     " Derken sura üflenmiştir; ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp Rablerine koşacaklar." ( Yâsîn sûresi, âyet 51) 

     " " Eyvah" Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" diyecek ( ve cevabı kendileri verecek)ler. " Rahmân'ın vaad ettiği bu olsa gerek; demek ki gönderilen elçiler doğru söylemişler!" ( Yâsîn sûresi, âyet 52 ) 

     " Sadece bir tek bela çığlığı: olan bitenin hepsi bu! Ve hemen ardından herkes huzurumuzda boy gösterecek." ( Yâsîn sûresi, âyet 53) 

     " Artık bu gün hiç bir kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak ve sadece yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız."  ( Yâsîn sûresi, âyet 54 z) 

     Bu ayeti kerimelerin  mealleri ışığında, konumuza yaklaşacak, kısaca izah etmeye çalışacak olursak, son zamanlarda görmekte, şahit  olmaktayız ki, cenaze definlerin de, mezar başlarında " telkin" denilen uydurma adet yavaş yavaş terkedilmeye başlanmış, bunun yerine sadece Kur'an okunarak, insanlar mezarlıklardan, kabir başlarından ayrılmaya başlamışlardır.

      Yapılmış olsa da, veya ara sıra " Telkin" hurafesi tatbik edilmiş olsa da, bunu da, resmî din görevlileri yapmamakta, bir kızım mistikler, grupçular, grup hocası  geçinenleri yapmaktadır. 

     " Kur'an'da kabir azabının olduğunu ifade eden bir ayetin bile olmayışı konunun en açık delilidir. Ahirette ve dünyada insanlara azap edeceğini belirten Allah'ın kabirdeki azaptan bahsetmemesi mümkün değildir.

     Olayın itikadi yönüne gelince, gaybî olan kabir hayatı inancı ilgilendiren bir konumdadır. Ancak, konuyla ilgili deliller tamamen zannîdir.  İtikatte  ise zanna yer yoktur, zan ile iman olmayacağından tamamı zannîlik arzeden hadislerin bu konuda delil kabul edilmesi söz konusu değildir. 

     Kur'âni bir kritere sahip olan insanın hadislerdeki kabirle ilgili anlatılanlara inanması mümkün değildir. Kabir hayatı ve ölüye verilen telkin gibi konular eski Hint ve Mısır dinlerinden gelen bir uygulamadır." ( Müs. Sor. H. Bülbül. sayfa 143) 

     " Ey Muhammed! Sen ölülere duyuramazsın, körlere de gösteremezsin.. " ( 27/80)  Hal böyle iken,

     Ölü defnedildikten sonra, bir hoca efendinin kabirin başına oturup, ölüye kopya vermesi, kopya çektirmesi, şunları şunları söyle, Münker Nekire cevap ver demesi, ölmüş ile konuşması akıllılık değildir. 

        Son zamanlarda vaaz kürsülerinde terkedildiğine bakmayınız!.. Eskiden, kürsü insanları bile insanların duygularını tahrip ve tahriş etmek için " Kabire konulan kimseyi yedi başlı bir yılanın sürekli ısırarak acı vereceği ve bu eylemin kıyamete kadar süreceği " anlatılırdı. 

     Halbu ki, çürüyen, toprağın eritmiş, ufalamış cesedin neresinin ısırılıp da acı duyacağının akıllılıkla, Kur'anî emirlerle izahı hiç mümkün değildir.

     Bu tür anlatımların, aziz Peygamber (sav)'e izafe edilerek kabul edilebilirliği sağlanmak istenmiştir. Bu ve benzeri gibi binlerce hurafî anlayışın mevzuat, hikaye, insanları korkutma, duygularını sömürme kitaplarında toplandığını görüyor ve biliyoruz. 

     Oysa, bunları tartışmak yerine o kabre girmeden önce, Müslümana İslami hakikatler, doğruluk, iyi insan olma, Allah'a  hakiki kulluk  nasıl yapılır, kul hakları, düzgün, mazbut Kur'anî yaşantılar öğretilmiş olsaydı, daha doğru olmaz mıydı? 

     Hasılı, " Telkin" denilen hurafi hal, İslam'la bağlantılı, kaynaklı bir davranış değildir. Telkin denilen hurafe, bir dönem Hristiyanlık inancında da var idi. Şimdi bulunmamaktadır. Yahudilikte vardır, eski Mısır dinlerinde, Hint inançlarında bulunmaktadır. 

     " Şüphe yok ki Allah, insanlara hiç bir şekilde kötülük etmez; fakat insanlar kötülüğü kendi kendilerine ederler." ( Yûnus sûresi, âyet 44)

     " Ve o gün gelip de Allah onları bir araya topladığı zaman, onlara ( dünyada) sanki birbirleriyle tanışmalarına yetecek kadar, yalnızca gündüzün bir saatinde kalmışlar ( gibi gelecek); doğrusu, Allah'ın huzuruna çıkarılacakları gerçeğine yalan gözüyle bakan ve doğru yola yönelmekte ısrarcı davranan kimseler ( o gün) hepten kaybetmiş olacaklar." ( Yûnus sûresi, âyet 45 ) 

     Sonuç yerine;

     Geçmişi geçmişte bırakıp, İslam'ı; çağın icaplarına göre anlamalı, ona göre yaşamalıyız!.. Çünkü, çağımız da, hurafelerin, uydurmaların, masal, hikaye türü şeylerin geçerliliği yoktur. 

     İnsanlar uyanmış, bir mes'ele hakkında kanıt, delil ve hüccet istemektedir. Zaten, körü körüne yaşanılan bir din, din değildir. Kaynağını Kur'an'dan, Kur'anî emirlerden almayan bir inanç sistemi Müslümanlara faydalı, faydalı olacağı mümkün değildir. Şu  ayeti kerimeleri inceleyip, konumuzu sona erdirelim: 

     " Ve son saat gelip çattığı gün suça batmış olanlar, dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin edecekler; böylece kendilerine ( dahi) yalan söylemiş olacaklar." ( Rûm sûresi, âyet 55 )

     Müslümanların, özelde zaman genelde hayat hakkındaki tüm bilgilerinin ne kadar görece ve yanıltıcı olduğunun göz önünde bulundurulması gerekir.

     " (Hayatteyken) bilgi ve imanla donatılanlarsa : " Doğrusu siz, Allah'ın kitabı hususunda diriliş gününe kadar yerinizde sayıp direttiniz; işte artık diriliş günü de gelip çattı, fakat siz bunu bilmezken gelmiştiniz!" diyecekler." ( Rûm sûresi, âyet 56 ) 

     Son söz olarak şunu arzetmek istiyorum: Müslümanlar; geleneğin etkisinde kalmamalı, sormalı, sorgulamalıdır. Sormadan, sorgulamadan bir inanç sisteminin beşeriyete hakim olması mümkün değildir.. Selam ve dua ile..

     ŞerafettiN Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın