ÖLÜ İÇİN İSKAT VE DEVİR NEDİR, NE DEĞİLDİR?..
" Sayılı günlerde... Sizden kim hasta ya da yolcu olursa, tutmadığının sayısı kadar diğer günlerde ( oruç tutar) ve ( bunlar arasından ) ona gücü yetenler üzerine, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir; Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur, ama - eğer bilirseniz - oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." ( Bakara sûresi âyet 184)
Ayeti kerimenin yorumu şöyledir:
" İbn Abbas ve Hz. Aişe'ye nisbet edilen yutavvikûnehû okuyuşuna göre anlam " onu tutmakta zorlanan" şeklinde olur. Yine İbn Abbas'tan nakledilen ve meşhur okuyuşun aynı olan rivayetlerde yutîkûnehû'ya verilen verilen anlam ile yutavvikûnehu'ya verilen anlam aynı kabul edilmiştir.
Bu rivayetlerin kimisin de bu cümle mensuh kabul edilirken, İbn Abbas bu âyetin yaşlılarla ilgili hükmü beyan ettiği görüşündedir.
" İman eden ve bu imanla uyumlu iyilikler işleyen kimseleri zemininden ırmaklar çağlayan cennetlerle müjdele! Her ne zaman oranın nimetlerinden ikram olarak onlara sunulsa, " Bunlar bize daha önce bahşedilenlerin aynısıymış" diyecekler. Oysa ki bu, o nimetlerin çağrıştırdığı belli belirsiz bir benzerlik. Ve onlar için cennette tertemiz eşler olacak ve onlar orada kalıcıdırlar. " ( Bakara sûresi, âyet 25)
Klasik nesh teorisinin bu âyete ilişkin yaklaşımını rahatlıkla göz ardı edebiliriz. İbn Abbas burada nesh olmadığı görüşündedir. Dilciler yutîkûnehû'ya bir lâ takdir ederek " gücü yetenler"i " gücü yetmeyenler"e çevirmenin caiz olduğunu söylerler.
Ebu Hayyan buna , " Hatadır, zira şüphe karıştırmaktır; görmüyor musun ki metinden ilk anlaşılan olumlu bir fiil olmasıdır ve lâ'nın önce hazfedilip varmış gibi okunması yemin dışında caiz değildir" diyerek itiraz eder.
Yutîkûnehû'ya yestatî'ûnehu mânası vermek de yanlıştır. Zira tâka " gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır" Zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Bu açık bir hükümdür. Âyette emredilen fidye gücü yeten üzerinedir.
Fakat burada gücü yetenler kimlerdir ve neye göre gücü yetenler? Zamir'in orucu göstermesi uzağı göstermektedir ki , bunun için karine gereklidir. Buradaki zamir hemen öncesindeki cümleyi gösterir.
Bu durumda mâna " kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir" olur. Burada mukadder sual şu olur: " Kazası olanlar, kaza ile beraber bir de fidye mi verecekler, yoksa kaza orucu yerine mi fidye verecekler?"
Yutîkûnehû kelimesinin konuşlandırıldığı yer bu iki anlama da açıktır. Ayetin devamı iki mânayı da desteklemektedir." Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur" ifadesinde daha fazla doyurma"dır.
Eğer âyetin son cümlesi olmasaydı, ve 'ale'l-lezîne yutîkunehu'yu sadece " Kaza ile beraber bir de fidye vermek " mânasına hasredebilirdik. Zira fidye zamanında tutulamayan orucun eksilen sevabını tamamlamak içindir.
Lâkin âyetin sonundaki " ama - eğer bilirseniz - oruç tutmanız sizin daha hayırlıdır" ifadesinde zımni bir tercihe imâ olduğu için, mânayı " kaza ile birlikte fidye'ye hasretmek yerine , " kaza ile birlikte gücü yeten üzerine fidye vermek, fidyesiz kazadan veya kazasız fidyeden daha hayırlıdır; kaza artı fidyeye gücü yetenlerin ikisini birden yapmaları birini yapmalarından daha hayırlıdır. " şeklinde anlamak daha doğrudur. Allahu a'lem." ( Kur'an Meal-Tefsir)
Bu ifadeler dışında, maalesef, geleneğimizde namaz, oruç, kurban, adak, keffâret gibi dini mes'eleler, kişinin ölümünden sonra fidye ödenerek borçlarından kurtulmasıdır.
Yukarı satırlarda anlatıldığı, izah edildiği gibi ramazanda ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan âciz kimselerin, her bir gün için fidye ödemeleri gerekir.
" Acziyet" sebebiyle, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için kıyasla fidye ödenebilir.
Halbu ki, namaz konusunda Kur'an ve sünnette bir delil, bir işaret, bir emir bulunmaz iken, gelenekçi kesimler bu konuyu oruca benzeterek, kıyas yaparak mes'elenin telafi yönüne gidilmiştir.
Onun içindir ki, böyle bir şeyin var olması, yaşanması, toplum nezdinde hüsnü kabul görmesi başlı başına abesle iştigaldir.Hatta diyebilirim ki, milletin nezdinde hüsnü kabul görmüş ilim adamlarının ilmihallerinde bunu zikretmeleri " Kabultü veheptü" şeklinde algılanması milletimizin inacı arasında yaşama, inanç durumunu korumuştur.
Yani, eski dönem diyelim, o zamanlar ölen kişi daha mezara gömülmeden üç beş tane fakir bulunarak, azıcık bir meblağla ölen kişinin tüm borçları halledilmiş oluyordu.
Hamdolsun ki, insanımız artık mes'eleyi Kur'an'a götürmeyi, oradan aldıkları refansla hareket etmeyi bir kulluk haline getirmiş durumdadır.
Devir denilen Kur'an dışı anlayışlar artık miadını doldurmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı da bu ilkelliğe bir sor vermiş durumdadır.
Netice olarak;
Yukarıdan beri izah edildiği gibi, günümüz Müslümanlarının mes'elesini Kur'an ve sahih sünnete götürerek halletmesi zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
Nasıl bir anlayıştır ki, adam yıllarca namazdan yoksun şekilde yaşayıp gitmiş durumdadır. Sağlığı el verdiği halde haccını yapmıyor, sonrasında hac için bir vekil gönderiyor, namazları için birer fidye vererek bu borçlardan kurtulmuş oluyor..
Yani, hali hazır ülkemiz camilerinde yaşandığı gibi, ölünün 7'nin, 40'nın ve elli ikincinin kutlandığı, bu vesile ile Mevlid okunduğu gibi mes'eleler artık bitirilmeli, uyanmalı ve Kur'an ve sünnete dönüş yapılmalıdır. Yani, kılınmamış namazlar için devire kolaylık gösterip " Allah kabulu eder" diyerek işin kolaycılığına kaçmak doğru bir tavır değildir.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın