MEVLANA'NIN, İNANÇ VE DÜŞÜNCELERİ!..
KUR'ANî ANLAYIŞ VE MEVLANA'NIN; İNANÇ VE DÜŞÜNCELERİ!..
Yıllardan bu yana, hep Mevlana'dan bahsetmek istedim. Nasip bu güne imiş!.. Çünkü, Mevlana Celaleddin Rûmî, ülkemizde; belli bir yere sahip bir meşayihtir!..
İnsanımız; Mevlana'yı, onun türbesini, olmazsa olmaz kabul etmekte, her insanımızın belleğinde onun kabrini ziyaret yatmaktadır!.. Hacca giden ve gidecek olan Anadolu insanları, Mevlana'nın türbesini ziyaretle, " yarı hacı" lığı kazanmış olarak değerlendirmektedir.
Tüm bu değerlendirmeleri, düşünceleri, anlayışları Kur'an'a götürür isek, çoğu kez, Kur'an'la, Kur'anî yaklaşımlarla büyük tenakuzlar, çelişkiler, zıtlıklar veya yanlışlar ortaya çıkmış olacaktır!.. Onun içindir ki;
" Yedinci yüzyıldaki Celâleddin Rumî ile Kültür İslam'ının tanıttığı Celaleddin Rumî arasında büyük farklar vardır. Bu farkı buradaki konumuz açısından değerlendirecek olursak: Celâleddin Rumî, Moğolları destekler çünkü bunda onun düşünce, inanç ve amacına ters bir durum söz konusu değildir.
Çünkü onun, İslâm'ı ( Tabiiki Vahiy İslamı'nı) siyasi alanda hakim kılmak gibi bir amacı söz konusu değildir. O " Mana aleminin sultanı" olmak amacındadır.
Bu amacına bağlı olarak kendine ve amacına zarar vermediği sürece " Madde aleminin sultanı" nın kim olduğu onun açısından hiç önemli değildir.
İster Selçuklu, ister Moğol olsun farketmez. O, amacını gerçekleştirmek için " Madde alemi sultanları" ndaki güç değişimine bağlı olarak bazen Selçukluyu, bazen de Moğolları destekler. Böylelikle amacına biraz daha yaklaşmaya çalışır." ( Vahiyden Kültüre, C. Vatandaş, sayfa 205-206)
Gerek Mevlana, gerek Ahmed Yesevi,Şems-i Tebrizi, Muhyiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Hacı Bektaş, Taptuk Emre ve diğer sahalarında ün yapmış insanları okur iken, hiç bir zaman Kur'an'ın emirlerini unutmamalıyız.
Bunların, zahiri, batıni görüşleri ne derece Kur'anve Sünnete uygun, ne kadarı uygun değil, bunu bilmek ve ona göre inanmak Müslüman olarak en tabii hakkımızdır. Diğer taraftan, Resulullah ve sahabe-i kiram döneminden sonra ihdas edilmiş bulunan tasavvufi yapılanmaları bilmeden, hakkında bilgi edinmeden balıklama atlayarak, " Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" yanlış sözünün kurbanı olmamalıyız.. Bir kere;
" Celaleddin Rumî kadar büyük amaçları olmasa da aynı dönemde diğer bir çok şeyh derviş, abdal ve baba'da aynı amaçlar peşinde koştururlar. Kişisel menfaat ve çıkarlarına hizmet edeceği için olduğu kadar, İslâmî bir kaygı söz konusu olmadan sırf " İnsanî" nedenlerle birlik-beraberlik bayrağı dalgalandıranlar da hiç eksik olmaz.
Özellikle son durumda olanlar bugün dahi bu övgü ve takdirlerin İslâm'la ilgisinin olmadığı da açıktır. Çünkü İslâm açısından niteliği belirsiz bir birlik-beraberlik hiç bir anlam ifade etmez. Birlik ve beraberlik iyidir ve aksi fitnedir, fesattır ancak bu İslâm açısından geçerli bir durumdur.
Bu itibarla İslâm'da, insanlar neye inanırlarsa inansınlar veya neyle hükmedilirse hükmedilsinler ancak yeter ki birlik ve beraberlikleri olsun, anlayışı hiç bir değer ifade etmez. Diğer bir ifadeyle Allah'ın hükümlerinin yürürlükte olduğu birlik, beraberlik anlam ifade ederken, onun dışındaki birlik-beraberlikler anlam ifade etmez.
Küfrün birlik ve beraberliğinin övgüye değer yönü yoktur. Ancak ne gariptir ki 7. yüzyıl sufilerinin birçoğu niteliği önemsiz görülen bir birlik ve beraberlik sevdası peşinde koşturur dururlar. Bununla ilgili düşüncelerini de uyulması zorunlu inanç esasları gibi halka lanse ederler. Bir örnek olarak Yunus Emre'nin şu şiirini hatırlayabiliriz:
" Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan,
Şer'in evliyasıysa, hakikatte asidir, "
O bu ve benzeri şiirleriyle inanç ayırımının, iman-küfür ayrımının anlamsızlığını (!) ilan eder. Şebûsterî ise, aynı inanç ve düşünceyi daha açık ifadelerle değişik bir şekilde dile getirir:
Ey akıllı kişi! iyi düşün... Put, varlık bakımından bâtıl değildir ki, Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı... İyinin yaptığı her şey iyidir." ( a. g. e. sayfa 206-207)
Sonuç olarak;
Bendeniz, bunca yaşıma rağmen, ne Mevlana, ne Şems-i Tebrizi, ne Hacı Bektaşi Veli ve benzeri hiç bir şeyhin peşine takılma, onları pohpohlama cesaretini kendimde göremedim.
Günümüz dünyasında, yaşayan, İstanbul şeyhleri, Gavsları, Menzil, Süleymancı, Feto'cu, Cübbeli cenahı olsun, ne Necip Fazıl üstadın bağlandığı alan ve benzerleri olsun, hiç birine bağlanma, mürid olma, ellerini öpme, (şimdilerde etekleri öpülmekte) imkanım ve zamanım olmamıştır.
Mevlana'da, Şems-i Tebrizi de öyledir. Bu zatların, türbelerine, makber ve makamlarına ne yolculuk yaparım, nede onları büyüterek, tevessül, istimdat ve himmet umarım!..
Afşin İlçesin de, " Dede Baba" türbesi bulunmaktadır. Bir kısım insanlar söz konusu bu türbeye giderek, ağrılı, sancılı, hastalıklı durumlarını arzederler... Emin olun ki, bu tutum ve davranışlar karşısında mantığım, aklım, düşüncem iflas eder.
Çünkü, dert veren Allah, dermanını da Allah verir, fikriyle hareket ederim. Allah ile, aramıza kimseyi sokmak, benim anlayışıma, tabiatıma, fıtratıma ters düşmektedir.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın