KUR'AN'IN HÜKÜMLERİNE OLMAYIP, GÜZEL SESLE OKUNMASINA VERİLEN ÖNEM!..
" Hiç şüphe yok ki işte bu Kur'an, en doğru yola yöneltmekte; erdemli ve güzel davranış sergileyenleri , kesinlikle muhteşem bir karşılığın beklediğini müjdele." ( İsra sûresi, âyet 9 )
Zikredilen bu ayeti celile mealinden yola çıkarak, bu günkü yazıma başlamak istiyorum: Bilindiği üzere, Ramazan ayının yaklaşması sebebiyle, ülkemizde her yıl TRT'de, ' Kur'an'ı güzel okuma yarışması' yapılmaktadır.
Tabii ki, bu işin yanlış, çirkin bir tarafı bulunmamaktadır. Jüri üyeleri, memleketin hatırı sayılır hocalarından müteşekkil seçilip, her İl'imizden gelen Kur'an karilerinin seslerini kontrol edecek, nerede, nasıl yapılması gerektiğini bildirecek ilim adamlarıdır..
Her biri belirli tedrisattan gelme, Kur'an güzel sesle okunmasına bihakkın vukufiyeti kesbetmiş alimlerdir. Neyin nerede okunmasını, gunnenin, medlerin, tecviid kaidelerinin usulünü fevkalade bir şekilde tahsil etmiş insanlardır.
Varmı ki, okuyucu hafız, okurken, sesini biraz yükseltmiş olsa, nerede yükseltecek, nerede duracak mevzuuna riayet etmeseler, derhal olumsuz puan almaktalar, diskalfiye edilerek, memleketlerine altın ödülü almadan eli boş dönmektedirler.
İyi güzelde, tüm bunlara benim eleştiri getirmem söz konusu değilken, üzerimde durmak istediğim husus, bin yıllık millet tarihimizde neyi değiştirmiş olduk?
Sese verilen değer, puan güzel de, okunan ayetlerin içeriği nedir, meal ve anlamı nedir, bizlere neyi, neleri emretmektedir bunu hatırlatan, bildiren, duyuran, duyurulmasının şart olduğunu bildiren bir ilim adamımız var mıdır acaba?
Okunan Kur'an, istenen özellik mahreci hurufat, ses tonu, Türkî şekilde okumak, Arabî kıraat üzere talim etmektir. Bunun dışında, milletimiz aç bırakılmış, emirlerinden, hükümlerinden uzakta tutulmuş, mümkünse öğretilmemiş bir milletiz!..
Bunun içindir ki, millet olarak, millet evlatları olarak, sesin dışında, Kur'anî emirlerden, hükümlerden uzak yaşamış, anlamsız kalmış. sadece sesle oturup kalkmış bir milletiz!..
Yer yüzünde, hiç bir Müslüman millet yoktur ki, Kur'anî emirlere bigane kalsın, anlamasın, emirlerini öğrenmemiş bulunsun. Bendeniz, sıradan Meal okuyan falan biri değilim. Sadece meal okumakla yetinen biri de değilim.
Ama, istiyorum ki, ses yarışması düzenleyenler, Kur'an'ı, mahreci hurufatına ve tüm inceliklerine varıncaya kadar kontrol eden ekip, azıcıkta onun okunması, anlaşılması emirlerinin yaşanması üzerinde kafa yormuş olsalardı, sanırım büyük bir vebalden kurtulmuş olacaklardı?
Onun içindir ki, Cumhuriyet döneminde ve bilhassa Osmanlı'nın son dönemlerinde bu hususta millet olarak sınıfta kalmış olduk. Mızraklı ilmihal bilgileri dışında, abdestin şartını dört, namazın şartının on iki, guslün şartının üç olduğunun ötesinde başka şeye kafa yormuş bir millet değiliz.
Malumdur ki, İslam'ın ilk emri, ilk işi Medine'de devlet olmak, ordu kurmak, yargı sistemi oluşturmak, hiç bir ülke ve milletin geleneklerine, örf ve adetlerine muhtaç olmamaktı. İşte, bunu yapamadık. Hemde, millet olarak bunu yapamadık!..
Kur'an'ı okumak!..
" Bizim tabî Kur'ân'ı anlama sorunumuz var. Aslında ta peygamber'e ' oku!' derken ne diyordu? Yani okumak dediği şey, lafzını tekrar etemek midir, erberlemekmidir, anlamını bilmediği sözleri söylemekmidir?
' Oku!' dediğiniz zaman, anlamadır. Anlaması olmayan okuma düşünülemez. Yani anlamadan okumayı, hani dinin suçu demeyeyim ama işte Yahudiler, Tevrat'ı okuyabilirler, Müslümanlar Kur'an'ı okuyabilirler anlamadan , Hristiyanlar İncil'i okuya bilirler anlamadan ve buna okuma derler.
Yani bu din mensuplarının bazı dindarları tarafından. Oysa okuma bu değil tekrardır papağan gibi , kaset gibi sadece tekrarlıyor. Okumak anlamadır.
Ve peygamber'e Oku!" Rabbinin adıyla oku" derken , bunları kafana nakşet, bunlarla bütünleş; bundan sonra hayata Allah'ın adıyla bakacaksın! Şu evreni anlayarak okuyacaksın, tahlil edeceksin demektir.
Onun için okumanın bizatihî kendisi " anlayarak" tır, anlamadan olmaz." ( İktibas, Eylül 2009, say. 47-48, M. Durmuş)
Evet, yapılacak iş, şüphe ettiğimiz hadisi, Kur'an'a havale etmektir. Hadis , Kur'an'ın ruhuna uygun değilmi. Uygunsa zaten sahihdir. Değilse, uydurma hadistir. Öncelikle bu görev Başkanlığa düşmektedir.
Yoksa, her yıl miraç gecesinde , Rasululllah ile Cebrail'e , gök kapılarını çaldırırsınız, bu uydurma hadisi de din adamı ballandıra ballandıra cemaate tekrar edip durursa, o zaman diyeceğiz ki, selâm sana Ya Resûl! avam ve ümmi cemaatın önündeki imamlar, senin yolunu terkettiler, kıssacılar, mevizacıların Emeviyye'nin hadis uyduranların yolundan gitmektedirler,
Netice olarak;
Ramazan ayında hocalara külçe külçe altın vermekle, sanırım bir yere varılmayacaktır. Altını kapanlar, yeni seneye yeniden hazırlanıp, iyi beslenip, boğazına itina göstererek tekrar yarışmaya katılacaklardır.
Onun içindir ki, bu işte örneklik mevzu bahistir. Falan hafız sesi ve savtı sayesinde altın ikramını alırken, başkaları da bir an önce bu ulufeden hakkını almak için hazırlanacak, sesine güvenenler, gırtlağı yerinde olanlar oraya çıkacaklardır.
Hatta, bu iş, İl ve İlcelerde de kendini gösterecek, hafızlık merasimlerinde, hafız çocukları sevindirmek için, zenginlerin vermiş oldukları el kiri ile hafızlarda sevindirilecektir.
Tepe tepe olmuş hafızlara bir bir sormuş olsak, beş tane okuduğu, ezberlediği kelamullahın arapçasını, anlamını bilemeyecek, kafasını boşuna sallamış olacaktır.
Dolayısıyla, Ramazan ayında yapılan Kur'an'ı güzel okuma ses yarışması faydadan öte, altın kapma düellosuna dönüşecektir. Halbu ki, bizim arzumuz, hafız çocukları kıskanmak değil, bir uyarı, bir ikaz, bir acı gerçeği dillendirmektir. Ne diyelim? Kolay gelsin sayın jüri hocalarımız!.. Allah kabul etsin!.. diyelim.Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın