Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

KABİR AZABINDAN ÖNCELİKLİ OLARAK VİCDAN AZABINI DÜŞÜNMELİYİZ!..

     " Siz ey iman edenler! Sözleşmelere sadakat gösterin !" ( Mâide sûresi, âyet 1)

     Zikredilen bu ayeti kerime mealinden anlıyoruz ki, bu sözleşmelerin kapsamına, insanın Allah ile akdini temsil eden iman, insanın kendisiyle akdini temsil eden selim fıtrat ve vicdan, insanın yakın ve uzak çevresiyle yaptığı her tür sözleşme girer. Sınırlan, özünde irade sınavının bir gereğidir. 

      Yani, bu ayeti kerime mealinden anlıyoruz ki, insanların " fıtrat ve vicdan" mes'elesini öncelemeleri, nerede hata yapıyoruz, nerede kusurlu hal ve faaliyet içersindeyiz sorusunu herkes kendisine sormalıdır. 

     Lakin, görünen odur ki, toplum olarak vicdan mes'elesini hiç sorguya almadan, sigaya çekmeden hemen kabir azabına atlıyor, kabirde yapılacak Münker-Nekir suallerini dillendiriyoruz. 

      Daha doğrusu, vicdanı sorgulamak yerine kabir hayatını sorgulamak bir menfaat, bir çıkar, bir kazanç mes'elesi olmuştur. Kabir hayatı, baştan sona düşünecek olursak, ne bir ayet, ne münkerle, nekirle ilgili kesin bir delil bulunmazken,. daha dünyada yaşarken, dürüst olmayı, doğruluk içersinde yaşamayı göz ardı etmiş bir haldeyiz.

       Örneğin, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan  "asrın depremi" veya deprem faciası asıl sorgulanması gereken bir problem olması lazımken, maalesef, bu konu bilenleri, düşünenleri, fikir yoranları ilgilendirmemektedir. 

      Bölge insanı olarak, her önüne gelen birey, bina ölçümünden, planından anlamadığı halde, deprem sorununu düşünmeden, yer kabuğunun üzerine yani fay hattının tam üstüne evler kondurarark. yüksek yüksek binalar yaparak binlerce insanın ölmesine, kalanlarını da kör, topal olunmasına, fakir-fukara insanların ezilmesine, ağlamasına, için için yanmasına sebep olunmuştur. 

      Demek ki, dünyada yaşayan insanların sahibi Allah'tır diyerek kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Sorgulamak, vicdani muhasebe yapmak kimsenin umurunda değildir. Oysa, asıl sorgulanması gereken kabir azabı değilde, vicdani sorumluluklar olmalıydı. 

     Ölen insanın sahibi  Allah olmuş iken, hesabı, kitabı, songuyu, suali mahşer aleminde vermesi gerekirken, kabir azabı bir sektör olmuştur. Daha önceki, yazılarımda da bahsetmiş olduğum gibi, bu makalemde de yine içim yanarak, kalbim dilhun olarak bu mes'eleyi deşifre ediyorum. 

      Tabii ki, gelenekçi, atalarcı çevreler, kabir azabından, ölü sırtından geçinen, geçimini temin eden insanlar, beni tu-kaka edeceklerdir. Nasıl etmesinler ki? Kabir azabı, ölü üzerinden gelir sağlama bir geçim vasıtası olmuştur. 

       Ölü üzerine okunandan Yasin'den tutunda, yıkanması, suyunun konması, kefeninin kesilmesi, mezara taşınması, mezar kazılmasına kadar her faaliyet paraya dayalıdır. 

     Deprem fay hattından bu zümrenin eline bir şey geçmeyecek, elde var sıfır olduğu için konu üzerinde durulmayacaktır. Müteahhit, bina ister fay hattının üzerine yapsın, ister binanın kolonlarına beton yerine kağıt parçaları, taş parçaları doldurulmuş olsun bunlar hiç bir vicdanı olan müteahhidi enterese olmayacak, hiçde alakadar etmeyecektir.

       Ülkemizde vuku bulan deprem afeti on tane İl'imizi el ense etmiş binalar yerle bir olurken, her evden bir deprem şahidi uhrevi aleme yolcu olmuştur. Olmuştur ama ölenin yakınları, sanki yaşamıyor  gibi bir ömrü sürüklemektedirler. 

     Örneğin, kardeşim Abdullah, iki yeğenimi depreme kurban ettiği gibi deprem enkaz yığınlarının altında kalan  dört yavrusunu güç bela yığıntıların arasından üç gün sonra çıkarmışlardır. Kendisi, bu acı ile  evlerini terketmiş, çekmiş olduğu acıyı unutmak, bir nebzecik mes'eleyi geride bırakmak için İstanbul'a kaçmıştır.

      Onun içiindir ki, vicdani muhasebeyi unutmamak, sürekli vicdanı kontrol altında tutmak lazımdır. Yoksa, ölenlerin teçhisi, kefenlenmesi, tabuta konulması, mezara taşınması kolaydır.,Akabinde, ölenin arkasından taziye günleri yapmak, çadırlar kurdurmak da kolay meseledir. 

      Netice olarak;

      Aslında, mühim mes'ele vicdanın rahat edip etmediğini, kazanılan paranın midelerde rahat durup durmayacağını düşünmeliyiz. Ne acı ki, bizler, unutkan insanlarız, 39 Erzincan depremi, Varto depremi, Van, Muş depremi. Adana, İzmir, Düzce, İzmit depremleri bizleri hala akıllandırmamış, böylesi bir " asrın felaketi"de bizleri akıllandırmayacaktır 

      Çünkü, ülke olarak fay hattlarının üzerinde nefes alıp veriyoruz. Zannımca, müteahhhitlik yapan insanlar acaba öz eleştiri yapıp bu insanlarla, yani, ölenlerle, malından, mülkünden olanlarla helalleşecekmidir? 

      Dolayısıyla, vicdan azabı, vicdani muhpasebe sürekli ensemizde boza yapacaktır. Yattığımz zaman, karşımızda, rüyamızda  mahşerde bile karşımızda bizden hesap sormak için beklemektedir. 

        Son olarak bir örnek vermek istiyorum. Afşin'da, evlerin önünde bulunan devlete ait küçük bir arsa gibi duran yol, resmi makamlarca satılmış, insanlar zorda bırakılarak, iyi yapılmış gibi resmiyet, resmi makamlar keyif sürmüşlerdir. 

        Onlarca iinsan yolsuz kalmış, elektriksiz kalmış, kanalizasyonsuz kalmıştır. Dert anlatacak kimse ortalarda görünmemektedir.  Sadeece, bir yakının bina yapması, kazanç sağlamasından ibarettir.. 

     Rabbimiz!.. Bu aziz milletin yardımcısı olsun!.. Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın