Bir Mazlum Başkan Adnan Menderes
Suçu; bu aziz millet evlatlarının köylerine yol yapmak, su götürmek, kıraç arazilerini sulama kanalları açarak suya doyurmak idi!..
İnsanımızı; motorlu taşıtlarla tanıştırmak, çamurdan kurtarmak, barajlar inşa etmek, kırsal alanları sulu araziye çevirmek, ülke bağlarının, bahçelerinin yem yeşil olmasını sağlamaktı!,,
Karasabanı bıraktırıp, köylüyü traktörle buluşturmak , rüzgarla harman savurmayı bıraktırıp, biçer döğeri tarlalarına sokmaktı!..
Her köye okul, her İlçeye muhtelif Liseler açarak, bu liselerden mezun olacak çocukları, gençleri üniversiteye sokmak, oradan sonra da her birini işe koymaktı!..
Diğer okulların yanı sıra, İmam-Hatip Liselerinin hızla çoğalmasını sağlamak, bu millet evlatlarının Kur'an'la buluşmasını temin etmek, merdiven altında, kenarda, köşede, orada, burada verilen Kur'an derslerini sonlandırmaktı.
Milli şefliğin meydana getirmiş olduğu, " İslam korkusunu, Kur'an baskısını bitirmek" her Müslümanın özgürce dinini yaşamasını temin etmekti.
En basiti, bir Müslümanın başına takke giymesi, ayağına şalvar geçirmesi bile memnu idi!.. Bu tür yasakları telafi ederek, ne giyersen giy, ister pantolon, ister şalvar, ister sarık sar, istersen zübun giyinerek camiye gitmeyi serbest bırakmıştı.
Baskı döneminde, evlerde yasak yayın olarak Kur'an aranır, mevlid kitabı soruşturulur, evlerde arama esnasında bulunan tahta Kur'an rahleleri şahit olarak mahkemeye götürülürdü.
Cenaze merasimlerine kısıtlama getirilmiş, kabir başlarında Kur'an yasak, insanımız; ölüsüne bir Fatiha bile okuyamaz pozisyona düşürülmüştü.
Bilhassa, 18 sene gibi bir zaman içerisinde ezan duymamak, ezanın okunmasına müsaade etmemek, ezanın tam karşılığı hiç bir zaman olmayan " Tanrı Uludur"u bu millet evlatlarının başına bela etmekti.
İşte, mazlum Başbakan Adnan Menderes, 10 yıl zarfında hiç bir şey yapmamış olsa da, sadece ezanı, özgürlüğüne kavuşturmuş olması yeter ve artar bile..
Ne demek; 18 yıl ezandan ayrı kalmak, ezansız yaşamak?.. Hasbelkader, bir muhitte, bir ücra köşede bile asli şekline uygun ezan okunmuş olurdu, vay ki vay o ezanın arapça okuyanın başına gelen musibetler, ezalar, cefalar, mihnetler, kodesler, yumruklar, tokatlar havalarda uçuşmakta idi!..
İşte, 14 Haziran 1950 yılında, ezanın özgürlüğüne kavuşması bile, bir mazlum Başbakanın suçsuz, günahsız olmasına yeter de artar bile!..
İşte, bu günde öyledir!.. Baskıcı zihniyet, sol, solcu kesimler istiyor ki, bu aziz insanlar Kur'an okumasın, din okullarına çocuklarını göndermesinler, yeterli camiler, mescidler yapılmasın, camiler ibadet yerleri olmaktan ziyade, birer turistik, antik eser olarak turistlere hizmet etsindi.
İşte, bir hiç uğruna, suç olarak, mazlum olarak idam edilen Başbakan Adnan Menderes'in yapmış olduğu işler, Müslümanları dini ile buluşturmak, doya doya Kur'an okumalarını sağlamaktı.
Kendi İlçem'den, merhum Yemliha Atalay hocanın bizzat bana anlatmış olduğu vakıa halen tüylerimi diken diken eder, müsebbiplerine beddua etmekten kendimi alamam.
İlçem Afşin Ashab-ı Kehf, İlçeye yedi kilometre uzaklıktadır. Makamın fahri hocası, Yemliha amca, etrafına bakınır, gelen giden yok, hiç olmazsa bu gün ezanı emredildiği şekilde okuyayım diyerek, Ashab-ı Kehf'in damına çıkar.
Doya doya, gürül gürül içtenlikle ezanı okur ve aşağı iner!.. Bir de ne görsün!.. Aşağıya, nahiye müdürü, kumandan ve bir iki kişi daha resmi zevat gelmiş, okunan ezanı dinlemektedirler.
Merhum Yemliha hoca, hoş geldin demeye kalmadan, suratını yemiş olduğu okkalı bir tokatla kendine gelemez: " Bre utanmaz hoca!.. Sen, kanun nedir, yasak nedir bilmez misin ki, ezanı Türkçe okumadın?" azarına maruz kalır.
Netice olarak;
İşte, mazlum Başbakan Adnan Menderes'in tüm kabahati, suçu ve günahı bunlar idi!.. Minarelerde ezan okutmak, camilerde imamların özgürlüğünü sağlamak idi!..
İşi olmayana iş bulmak, eşi olmayana eş almak, fabrikalar inşa etmek, tren yolları yapmak, ülke semasında jetlerin, envai çeşit yolcu uçaklarının fink atmasını sağlamaktı.
Ama, kadere bakın ki, 27 Mayıs zihniyeti, 12 Mart zihniyeti, 12 Eylül biçareleri, 28 Şubat figürleri alışmış oldukları hünerlerini göstererek, merhum Başbakanı yakalarlar, doğruca Yassı Ada çilehanesine tıkayarak, aç, biilaç bir şekilde yağlı urgana götürmüşlerdir.
Günahsız, mazlum başbakanı hemen asamazlar, urgan kopar, tekrar kopar, sonunda; kelime-i şehadet getirerek, aziz insan Allah'a yürümüş olur. Makamı cennet olsun!..
Diğer iki arkadaşı da aynı akibete maruz kalır!.. Onlarda idam sehpalarında ruhlarını Allah'larına teslim ederler!.. Peki, onları böyle bir katliamla asanlar, nasıl öldüler, nasıl Hakk'a vasıl oldular acaba?..
Sanmıyorum ki, böylesi mümtaz insanları katledenler, şehidi şüheda edenler, rahat rahat ölsünler, kelime-i tevhid çekerek ruhlarını Alah'larına teslim etsinler?.. Sanmıyorum. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın