Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

BEDİR VE UHUD; AĞLANACAK DESTAN DEĞİLDİR!..

  " Bir de ne zaman hakikatin apaçık kanıtları olan âyetlerimiz onlara okunsa, huzurumuza çıkacak yüzü olmayan o kimseler derler ki: " Git, bize bundan başka bir kitap getir, ya da onda değişiklik yap!" ( Yûnus sûresi, âayet 15 ) 

     Ayetin yorumu şöyledir:

     " Müşriklerin bu talebi açıkça gösteriyor ki, onlar mesajını, hedefini ve inşa etmek istedikleri dünyayı çok iyi bildikleri bir Kur'an'a karşı çıktılar. İtirazları  Kur'an'ın getirdiği öğretinin özüne, içeriğine yönelikti. 

     Onlar esasen iyi ve kötüyü belirleme yetkisinin ellerinden çıkmasına itiraz ediyorlardı. "Değiştir" demekle, itirazlarının Hz. Muhammed'e değil vahyin kaynağına yönelik olduğunu itiraf ediyorlardı. Bununla zımnen " hayat tarzımıza dokunmayacak bir içeriğe razıyız" demiş oluyorlardı. " ( K.Meali, M. İslamoğlu, sayfa 374)

     Maat teessüf; Bedir ve Uhud cenklerinden yeterli ders, strateji, öğüt, hisse çıkarmayıp, mes'elenin başka bir yönü olan duygusallığı, his ve heyecan yüklü tarafını tercih ederek, her ne zaman ki, Bedir ve Uhud'a gittiğimiz de, göz yaşlarımız Ceyhun olmakta, kendimizden geçmekte, dizlerimizin bağı çözülmektedir!.. 

     Halbuki, Bedir ve Uhud'dan alacağımız tecrübe, öğüt, 21 nci asrın müşriklerine, kafirlerine karşı muazzam bir ders ve nasihat olmalıydı.  Ama, olmadı, olmuyor, halen de olmayacak gibidir!.. 

     " Müslümanların, kendi hallerini şikayet ( daha doğrusu arz) edecekleri bir merci, Peygamber değil, Allah'tır. Eğer bu günkü Müslümanlar, 632 yılının ilk yarısından önceki yirmi üç yıllık sürede yaşıyor olsalardı, hallerini Peygamberlerine anlatmaları, gidişata ilişkin çareler sormaları kaçınılmazdı. 

     Fakat Muhammed ( sav) vefat etmiş, geride Allah'ın Kitabı'nı ve o Kitabı en mükemmel şekilde yaşamasının hülasası demek olan sünnetini miras bırakmıştır. Hayy ve kayyum olan, ilâh ve rab olan Peygamber değil, Allah'tır. 

     Allah, âlemlere rahmet olarak Muhammed (sav)'i irsal etmiş, o da, görevini tamamlamış ve dâr-ı bekâya intikal etmiştir. Allah, başkaca Peygamber göndermeyi de vaat etmemiştir. Müslümanlar, - eğer maksat bahane bulmak değilse- hayatın ne tür zorluklarıyla karşılaşıyorlarsa, çözümü Kitap'ta ve sünnette çok açık ve net bir biçimde bulabileceklerdir.

     İş yapmayı şikâyet yapmakla değiştiren toplumları, Peygamber de Allah'a şikâyet etmektedir: " Rabbim! Kavmim Kur'an'ı terketti!" ( 25/Furkan, 30)

     Peygamberimiz Muhammed (sav) bir daha dünyaya gelmeyecektir. O da bütün insanların tabi olduğu yasalara tabi idi. Herkes gibi o da ancak kıyamet gününde diriltilecektir. O günden önce, Muhammed (as) dâhil hiçbir Peygamber ikinci kez dünyaya nüzûl etmeyecektir. Kur'an böyle bir vaatte bulunmamaktadır. 

     Kaldı ki farz-ı muhal, Peygamberimiz Muhammed (sav) dünyaya bir daha teşrif etseler, acaba geri gelmesi için yakaranlar ve adını " gül peygamberi" ne çıkaranlar, onun gelişinden memnun mu olacaklar?  Yoksa gelmesi için naatlar yazdıkları, gül  geceleri tertip ettikleri Peygamber (sav)'i, " Muhammed'in dinini değiştirmekle " itham edip, yeni bir ' Muhammed'in gelmesi için tekrar semaya mı yöneleceklerdir?

     Kanaatim o ki, toplumun ' yeşil' görüntüler veren önemli bir kesimi, Muhammed (sav)'e baş vurarak, ya nezdindeki Kur'an'ı değiştirmesi , ya da başka bir Kur'an getirmesi teklifini ( Yunus:15) güncelleştireceklerdir. 

     Yeryüzünde, nüfus ve fiziki imkânlar açısından , şikâyet eder göründükleri düşmanlarından geri değil, bilakis ileride olan Müslümanların, Allah yolunda mallarını ve canlarını, kısacası rahatlarını seferber etmek yerine, Peygamber'i dünyaya çağıran mersiyeler inşad etmeleri, İslâmi bir ahlak değildir. Bedir ve Uhud gibi örnekler, okudukça ağlanacak birer ' destan' değil, ibret alınacak birer 'ünite'lerdirler.

      Peygamber Muhammed (sav). yeniden diriliş gününe kadar, dünyada yaşayan ve yaşayacak olan hiç bir insanı duyamayacak, göremeyecek ve haberdar olamayacaktır. Dolayısıyla Müslümanlar Allah'ın Kitabı'ndan , Rasûlü'nün sünnetinden kendi yollarını aydınlatıcı dersleri çıkartıp ona göre hayatlarını tanzim etmekle mükelleftirler.

     Dualarını, yakarışlarını Rableri Allah'a yapacaklar, sadece Allah'dan yardım isteyeceklerdir. Allah'dan, başka hiç kimseye gerek kalmayacak kadar yardım etmeye kâdir bir İlâh'tır. O'nun gücünün yetmesi, sınırlı değildir. " ( İktibas, Nisan 2008, M. Durmuş, sayfa 14-15)

     Netice olarak;

     Okuyucularım, beni ta'n etmesinler. Emin olun ki, günümüz Türkiye'sin de mevcut bulunan naatcıları, kasidecileri, mevlidhanları, ilahicileri dinlemekten imtina etmekteyim.  Niçin?

     Çünkü, sürekli: " Yetiş Ya Resûl!", " Nerdesin Ya Resûl?", " Ne zaman teşrif edecek ey Nebi?", türü söylemlerinden geçilmemekte, bu söylemlerde, yukarı  satırlarda da arzettiğim gibi Kur'an vahyine ters düşmektedir!..

     Bu tür çirkinlikleri, Mekke ve Medine'de de görmekteyiz!.. Hira'dan taş toplayıp sılaya getirme, Sevr'de aynısını yapma, Deve etinin kutsal olduğu için yenilmesi, Cemerat taşlarını hacıların memleketlerine getirmesi ve teberrük olarak saklanması.. 

      Ama, asıl olan Haccın ruhunun bilinmemesi, haccı anlamamak, ne için hac yapıldığını idrak etmemek zahmetine katlanmamaktır.. 

     Hasılı, gerek ülkemizde ve gerekse hacda vesair yerlerde, Kur'an, İslam ve Peygamber adına işlenen bir hayli suç, hata, uygunsuzluk dikkatlerden kaçmamaktadır.. Rabbim!, İslamî şuur ihsan etsin.. Selam ve dua ile..

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın