A.Raif ÖZTÜRK

A.Raif ÖZTÜRK

Mail: araifozturk@hotmail.com

Allah’ım; Camiden bile kovulacak ne yaptık?

Corona virüsü ile ilgili zâhirî sebepler; ister 2003 yılında Fransızlarla Çinlilerin Wuhan şehrindeki ortak ve sinsi çalışmaları neticesi olsun. İster Bill Gates’in 2015’te; “3.Dünya savaşı VİRÜS ile olacak” diye iddia ettiği gibi olsun. İsterse ABD ve Yahudilerin sinsi tuzakları nedeniyle olsun. Hatta isterse tahmin edemediğiniz başka sebeplerle olsun!... 
Neticede; tek bir yaprağın bile O’nun cc ilmi dairesinde düşen Yüce Rabbimizin, “İLMİ, Adaleti ve bizlerin HAK EDİŞ durumumuz” nedeniyle, müsaade etmesine bağlıdır... 
Daha açık bir ifadeyle; şayet bizler bu cezaları hak etmemiş olsaydık, Yüce Rabbimiz bunların bu plânlarını kesinlikle bozardı. Hem de Allah cc, küllî cezaları insanlar eliyle de verir. Kur’ânda geçen birçok “KAVİMLERİN HELÂK örnekleri”, bunun çok net ispatidir.
Hani zarif bir söz vardır; “Ayağına bir diken bile batsa, acaba ben yaptım da bu başıma bu geldi, diye kendini sorgula!” anlamındaki atasözü. Bu zarif sözü te’yid eden, belki de çıkış kaynağı olan birçok âyetler var. Meselâ bir kaçı şöyle:     
Şûrâ Sûresi, 30. Âyet: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir…” 
Nisa Sûresi, 123. Âyet: “Kim bir kötülük işlerse, onun karşılığını (cezasını) görür.” 
Ra’d, S., 11. Â.: "...Bir millet, kendini (kulluğunu ve ahlâkını) bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez. (huzurunu bozmaz.) Allah bir topluluk için kötülük (musibet) murad ettiğinde ise, artık onun geri çevrilişi yoktur; onlar için Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da olmaz." ..Yani düzeltilmesi için de, mutlaka O’na müracaat şarttır.
Görüldüğü gibi bu zarif söz, tartışılamayacak kadar net ve isabetlidir.
Şu son zamanlarda Ümmet-i Muhammed ve tüm insanlık âlemi; bırakın ayağına bir diken batmasını, öyle çeşitli musibetlerle muhatap oluyoruz ki, değil böyle bir sorgulama, oturup ağlayarak kendimizi çok ciddi sorgulamak zorundayız. Tâ ki Yüce Rabbimiz mesajını aldığımızı, bin pişman olduğumuzu ve tövbeler ettiğimizi görsün de bu musibetlerden sonra, bizlere tekrar sağlık, huzur, emniyet ve selâmetini lütfeylesin... 
•    Bu musibetler sebebiyle, Akl-ı selîm mü’minleri en çok üzen durum; asla ölüm korkusu değil, Beytullah (yani Allah’ın evi olan) Kâbe, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ, dünya üzerindeki tüm CAMİ ve mescidlerden koparılmış olmasıdır. 
•    Yani; Her bir cami BEYTULLAH ismiyle anıldığına göre, tüm Müslümanları Allah’ın kendi evinden onları kovması, en hafif ifadeyle “bizleri evine lâyık görmemesi” sebebiyle, o mâbetlere kabul etmeyerek cezalandırmasıdır. 
Mademki bu kadar ağır musibetlerle cezalandırılıyoruz, öncelikle “bizler neler yaptık ki?” sorusunun cevabını mutlaka doğru tespit etmeliyiz, pişman olmalıyız, tövbeler etmeliyiz ki, yukarıdaki son âyet uyarınca, her şeyin sahibi olan Yüce Allah cc, bizleri bağışlayarak, tekrar sağlık, huzur, emniyet ve selâmetini lütfeylesin... 
Daha önce de birkaç kez arz etmiştim, ancak tekrarda fayda var: 
Tövbe sûresi, 24. Âyet: (EY Muhammed) De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesâda (iflâsa) uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden evleriniz, size Allah'tan ve Resûlünden ve O'nun yolunda cihad etmekten (Allah rızası ve İslâm uğrunda çaba göstermekten, O’nun emir ve yasaklarını tanıtmada mücadele etmekten) daha sevimli ve önemli ise. ..o halde Allah (azap) emrini gönderinceye kadar bekleyin!...” 
Yani, özetle: Sizlere aklınıza gelen-gelmeyen, sayılamayacak kadar çok olan bütün nimetleri bahşettiği için, sevilmeye EN LÂYIK OLDUĞU HALDE, ALLAH’I her şeyden çok sevmedikçe, Allah’ın azabını ve gazabını hak etmiş olursunuz, anlamındadır. 
Şimdi de ahvâlimize bir bakalım: 
Önce, sevmenin belirtisi ve ispatinin ne olduğunu bilelim. İşte şablon cümle:
•    Kişi; neyi veya kimi çok seviyorsa, önce onun nelerden hoşlandığını araştırır, tespit eder, uygular. Aklında, fikrinde ve gündeminde her zaman o vardır.
1.    Peki, bizim gündemimizde, aklımızda ve fikrimizde her ân veya hiç olmazsa günün yarıdan fazlasında Yüce Rabbimiz, O’nu daha iyi tanıma, nelerden hoşlandığını öğrenme, Kelâmını okuma meşguliyetlerimiz, O’nun yolunda mücadele etmek mi var? 
2.    Yoksa; şu yalancı dünyanın aldatıcı oyalanmalarımı var? Yani, İş, güç, okul, evlât, torun, maç, siyaset, dedi-kodu, gıybet, kahvehane, çarşı-pazar veya vakit geçirmek için gereksiz meşguliyetler mi var?...  
•    Elimizi vicdanımıza koyarak iyi düşünelim! 
Eğer gündemimizi 2. Madde, 1. Maddeden daha çok meşgul ediyorsa, yukarıdaki âyette belirtilen veya vaad edilen Allah’ın azabı veya gazabını hak etmişiz demektir. 
Yüce Rabbimizin bunu yıllarca beklemiş veya geciktirmiş olması, O’nun merhametinden ve “belki akıl ederiz de tövbe ederiz” diye, fırsat tanımasından dolayıdır. 
Acaba; “bizler neler yaptık ki?” sorusunun, Yüce Rabbimizin yasaklamış olduğu zulümler, zinâlar, gıybetler, fâizler, inkârlar, şirkler, bozgunculuklar, tecavüzler, yalancılıklar, Allah’ın emir ve yasaklarını hafife almalar ve zikrinden yüz çevirmeler vb, diğer birçok sebeplerini, daha önceki köşe yazılarımda arz etmiştim. Toplum olarak bir empati yaptığımızda, mutlaka sınıfta kaldığımızı da hep birlikte görmüştük. 
Yukarıda mütâlâa ettiğimiz Tevbe sûresinin, sadece 124. Âyetini hiç ciddiye almayışımız bile, her türlü belâ ve musibetleri hak ettiğimizi gösteriyor.
Mademki; deprem, çığ, sel, fırtına, çekirge veya VİRÜS orduları vs. gibi, her şeyin dizgini Allah’ın cc elinde olduğuna göre, tövbeler ve pişmanlıklar içinde O’na yönelmekten, O’na duâ duâ yalvarmaktan ve Sırât-ı Müstekîme dönmekten başka çaremiz yok. Devletlerin ısrarla aldıkları ciddi tedbirler ise sadece FÎİLÎ DUALARDIR ve pansuman mesâbesindedir.
 

Facebook Yorum

Yorum Yazın