Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

ALLAH'I ANMAK VE O'NU SEVMEK!.." 

     " Ve Rabbini, özbenliğinde, alçakgönüllülükle ve O'ndan sakınarak, sesini yükseltmeksizin gündüz gece an ve sakın yabancılaşanlardan olma !" A'râf sûresi, âyet 205 )

     " Gerçek mü'minler şu kimselerdir ki; Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine O'nun âyetleri okunduğu zaman imanları güçlenir ve daima Rablerine güvenirler." ( Enfâl sûresi, âyet 2 ) 

     Enfâl sûresi 2 nci Ayeti kerimesinde, mü'minlerin nitelikleri anlatılıyor. Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, Allah'ın âyetlerini duyunca imanları artar, Rablerine tevekkül ederler; namazlarını kılarlar, Allah'ın verdiği rızıktan Allah uğruna harcarlar. İşte böyle gerçekten inanmış insanlara Allah, dereceler ve büyük ödüller verecektir. 

     " Âyetteki " İmanlarını artırır"  cümlesi, imanın artıp artmayacağı münâkaşasını doğurmuştur. Âyet, Allah'ın âyetlerinin, onları okuyan mü'minlerin imanlarını artıracağını söylüyor. Bazı âlimlere göre iman, esasında ne artar, ne eksilir, çünkü imanın eksilmesi, imana şüphe girmesi demektir.

      İmanda şüphe olmaz. Buradaki artma, imanın kendisine değil, sıfatına âittir. İmanın kökleşmesi, kalbe iyice yerleşmesi anlamınadır Nitekim Allah'ın: " İnanmadın mı?" sorusuna Hz. İbrâhim: " " Hayır, inandım ama, kalbim iyice kuvvet bulsun diye" cevabını vermişti.  Demek ki imanın artması, kalbde itmi'nan bulması, yerleşmesi anlamındadır. 

     İmam Buhârî, Şâfiî ve İbn Hanbel gibi bir kısım âlimler de imanın artıp eksileceğini söylerler  ve bu görüşlerini ispatlamak için bazı hadisleri zikrederler:

     " İman, yetmiş küsur, ya da altmış küsur şubedir. Bunların en üstünü ' lâ ilâhe illâllah: Allah'tan başka tanrı yoktur' sözü, en aşağısı da yolda eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanma da imanın bir dalıdır. " 

     Biz de imanın dereceleri olduğuna kâniiz. İmanlarına ara sıra şüphe giren samimi mü'minler olduğu gibi imanın bütün ruhlarını istilâ ettiği mü'minlerde vardır.  Herkesin inanış gücü bir değildir. 

     Bazı kimseleri Allah sevgisi öylesine sarar ki yürekleri yufkalaşır, Allah'ın âyetlerini duyunca ağlarlar, âdetâ merhamet kaynağı olurlar. İslâm'a kuru bir bağlanış ile, Allah sevgisini yürekten hissetmek arasında fark vardır. İmanın artması, hiç şüphe bulaşmayacak bir güce, itmi'nâna erişmesidir.

     Bu, psikolojik bir olgudur. Bazan insanın elinde olmadan imanına şüphe girebilir. İçindekini belli etmez. Çok insanda görülebilen böyle şüpheler gelip geçicidir, münâfıklık değildir. İnsanın ruhundaki düşünce esintilerinin etkisiyle oluşan bir haldir. Ama insan bu şüphelerle mücâdele eder, bunları kovar. Bazan da insanın imanı, canının her zerreciğini saran bir aşk, bağlılık, derin bir heyecan halini alır." (Tefsiri, S. Ateş, C 2, sayfa 1058-1059) 

     " Allah'ı sevmek ve O'nu anmak" mes'elesi dün bu gündür üülkemizde farklı anlaşılmış, anlaşılmaya, yaşanmaya devam edilmektedir. Kimi tarikat evlerinde, müridan kesimler arasında gerek cehri halde ve gerekse hafi şekillerde , bağıra bağıra şekilde yaşanır iken, kimi Müslümanlarda Allah'ı anmayı, Allah'ı zikretmeyi tamamen onlardan farklı şekillerde anlamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. 

      Müridan, sokaklarda, tarikat evlerinde bağıra bağıra sayısız kere Allah, Tevhid ismini zikreder iken, mürit olmayan, bir tarikat üyesi bulunmayan insanlarda sayılardan çok, bu kelimelerin içini doldurmaya içeriğini yaşamaya gayret ederler. Şu ayeti kerimede bunu izah etmektedir:

     " Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler. " Rabimiz! Sen bütün bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz, bizi cehennem azabından koru!" derler." ( Âl-i İmrân sûresi, âyet 191)

     Dolayısıyla, her zaman ve her yerde, her durumda ... Çünkü insan için geometrik açıdan bu üç düzlemin dışında bir düzlem yoktur. Allah'ı anmak, Allah'ı sürekli gündemine almak , O yokmuş gibi düşünmemek, konuşmamak, yaşamamak ve sonuçta Allah'ın gündeminde kalmaktır. Çünkü,

     Hayat biz olmasak da anlamlı. Biz fark etmedik diye hayat anlamını kaybetmez. İnsanın farkı, hayata anlam verdiği için değil, hayata verilen anlamı keşfettiği içindir

     Sonuç yerine;

     Yukarı satırlarda da zikredildiği gibi, Allah'ı anmak, onu sevmek, sokaklarda, tarikat evlerinde bağıra bağıra, hay huylarla etrafı çınlatmaktan ziyade, onu sevmek, onu anmak emirlerini bihakkın yerine getirmekle, haramlarını haram, helallerini helal bilmekle mümkündür.

       Sanki, hafazanallah!... Allah bizi duymuyormuş gibi, kimi kere heyecandan, kimi kere kim daha çok telaffuz eder kabilinden Allah'ı zikretmek, yukarıda zikredilen ayetlerle çelişkili duruma düşmekte, tenakuz meydana getirmektedir. 

      Din alimleri, din bilginleri, böylesi bir hay huya talip olmamakta; onlar daha çok yüce Allah'ın sıfatlarını, onu anmayı, onu sevmeyi Kur'an'ı açıdan değerlendirmekte, ona göre yaşamaktadırlar.

     Zaten, gerek Rasulullah (sav)'in hayatına, gerekse sahabe-i kiramın yaşayışlarına nazar ettiğimiz an, görmüş oluruz ki, günümüzde müridan kesimlerin yapmış oldukları uygulamalar onların hayatlarında bulunmamaktadır. 

      Kim iddia edebilir ki, Hz. Ömer (ra), sokak ortalarında, insanların yoğun oldukları yerlerde bağıra çağıra zikir yapıyor, Allah'ı anıyordu? Hayır!.. Bunu kimsenin iddia etmesi mümkün değildir. 

     " Görmediğim Rabbe iman etmem " diyen 4 ncü halife Hz. Ali (ra) bile, günümüz zikirlerine, tekke evlerinde meydana gelen zikirleri yapmamışlar, hiç bir zamanda yapmaya tevessül etmemişlerdir. Selam ve dua ile...

      Şerafettin Özdemir 

Facebook Yorum

Yorum Yazın