Aile hayatımızı islam’a hizmete göre planladık
Son yüzyılımızın örnek ve öncü isimlerinden merhum Ali Ulvi Kurucu, hayatında olduğu gibi vefatından sonra da hatıralarıyla ve eserleriyle nesilleri eğitmeye devam ediyor. 5 ciltlik hatıratını mutlak okumak ve okutmak gerek. Destansı bir hayat yaşayan Kurucu’nun ömrü, İslam’a ve Müslümanlara hizmetle geçiyor. Ancak adanmış insanların katlanabileceği zorluklara dayanarak son nefesine kadar cihadını sürdürüyor. Merhum Ali Ulvi Kurucu, ümmetin evlatlarını yetiştirirken kendi evlatlarını hiçbir zaman ihmal etmiyor. Onları da Allah yolunda mücahid ve mücahide olarak yetiştiriyor.
Bugün sizler için Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun kıymetli kızı Sare Kurucu Bulut ile çok faydalı olacağına inandığım, özellikle gençler için ibretlik olacak bir röportaj gerçekleştirdik.
Babanızın hicrette neden Medine’yi tercih ettiklerini sormak istiyorum.
- Babam, aile büyüklerini yanına alıp Konya’dan Cidde’ye gidiyor. Genellikle Tükler ve Hindistanlılar, Medine’ye yerleşmişler. Endonezyalılar ise Mekke’ye yerleşmiştir. Türkistan ve o zamanlarda Rusya’dan kaçabilenler Taif’e yerleşmiştir. Yemen, bölgesinden gelenler de Cidde’ye yerleşmişler. Yemen’den gelenler ticaretten çok iyi anlar. Cidde’de liman olmasının da bunda önemli bir etkisi vardır.
Fakat babam 16 yaşındayken Cidde’ye geldikten sonra direk Ezher’e (Kahire) geçiyor. 6 yıl (Arapça) edebiyat fakültesinde tahsil alıyor. Son senesinde dedem vefat edince babam, diplomasını bırakarak Medine’ye gidiyor. Ailemizdeki mesuliyet hissi buradan başlıyor. Başkası olsa belki diplomayı tamamlamak isteyebilirdi. Ama babam, kendi annesi ve kız kardeşine bakmak için Medine’de kalıyor. Ticaretle uğraşıyor. Ardından da vakıflar dairesine alınıyor. Çünkü o zamanlar çok fazla tapu ve eski fermanlar varmış. Bunun için de Osmanlıca yazıyı okuyabilen birisi gerekiyor. Üstelik tapuları okumak daha güç, Osmanlıcayı okuyan herkes tapuyu okuyamaz.
Babanızla annenizin tanışmaları nasıl oluyor?
- Babam, Mısır’dan dönünce babaannem münasip bir gelin adayı aramış. Babaannem de bir Osmanlı kadınıdır. Mert mi mert, sert mi sert. O yüzden dişine göre birisi bakıyor. Şimdi babam Üveyszadelerin torunu Mısır’da okumuş şair, edebiyatçı. Elde avuçta öyle bir şey yok ama bu sıfatlarda başka bir kalite gösteriyor.
Onun için babamın babasıyla, annemin babası Konya’dan arkadaşmış. Annemin babasının hicreti çok bambaşka bir hikaye. Babamların hicreti çok normal. Fakat annemin babası Konya’da idama mahkum edilenler listesindeymiş. Adı, İbrahim Küçüksandıkçı idi. İbrahim efendi, idam edilenler listesine girince Konya’dan yürüyerek kaçıyor. İbrahim efendinin eşi de 3 çocuğu ile İstanbul’a hicret ediyor. İbrahim efendi de nereye yürüdüğünü bilmeden kaçıyor. Gündüzleri saklanıp geceleri yürürmüş. Kah aşçı kah meczup olmuş fakat 6 ay boyunca ne yıkanma ne de tırnak makası gibi bir şey görmemiş. Nasıl olmuşsa kendisini 2000 kilometre uzaktaki Beyrut’ta buluyor. Orada elinde marangozluk geliyor, bir takunya yapan birisinin yanına gidiyor. Takunyacının kardeşinin yetim bir kızı varmış. O’nu dedeme alıyorlar. İşte o hanım annemin annesi olacak.
Anne ve babanız sizi nasıl yetiştirdiler?
- Evde, benden küçük 2 tane kardeşim var. İbrahim ve Mustafa. Hatırladığım kadarıyla 6 yaşından itibaren, annem ağır mesuliyet taşıyor. Mükemmelliyetçi birisidir. Eskiden Arabistan’da, odalar sağdan başlar sona kadar beyaz pamuktan kabarık minderler olurdu. Üstünde çok güzel gerilmiş beyaz örtüler olurdu. Eskiden elektrik süpürgeleri olmadığından hurma dalından yapılmış süpürgeler vardı. O da çok kırılırdı. Buna rağmen hep kendisi süpürürdü. Bize de derdi, işini bitirince arkanı dön odaya bir bak yamuk bir şey var mı? O örtülerin ölçüsü aynı mı, diye. İşte bu mükemmeliyetçilik O’nu çok yordu.
Babam şairdir. Renkler ahenk olacak, tertip ona göre ayarlanacak, dağınık olmayacak. İşte ev böyle cereyan ederken ben de bu çarkın içine girdim. Ama yükümüz ağırdı. Neden? Misafir çok, gelen çok imkanlar ona göre. Herkese güler yüzle ikram yapacaksın. 6 yaşında bir kızsın ana kuzusun. Nasıl bir şeydi bilmiyorum. Bir gün çok iyi hatırlıyorum babam, amcam ve babaannem namaz kılıyorlar. Ben de abdest aldım onlara uydum. Öyle devam etti, çok şükür. Bu ev böyledir. Hiçbir şey tekrar söylenmez. Bir şey bir defa gördün mü yapacaksın. Mesuliyet alacaksın.
O evde yapamam yoktu, yapacaksın. 9 yaşında Osmanlıca ve Latince öğrenmem lazımdı. Arapça hat öğrenmem lazım. Bütün bunu benim yapmam lazım. Demek ki bende yapabilme kudreti varmış, yoksa iki gün söyledikten sonra bitti. O zamanlar doğru dürüst kâğıt ta yoktu. Amcam bir satır rika yazar, ben tamamlarım, babam Osmanlıca yazar, devamını ben tamamlarım. Annem gelen hacılardan Latinceyi öğrenmişti. Annemden ben, Latince’yi öğrendim.
Türkiye’den gelen binlerce hacı sizde misafir olurmuş. Bu kadar misafiri nasıl ağırlardınız?
- O zamanlar otel yok, tur yok, vesayet yok, şartlarda çok zordu. Hacılar bizlerde kalırlardı. Terasta da yatılırdı. Yataklar ikindi vakti serilirdi ki geceye kadar soğusun. Sabah namazından sonra toplanırdı. O evde daima çalışmak gerekiyordu. Ama hiçbir vakit bağrışma kavga gürültü olmazdı.
Babam, Osmanlıca yazacak ben onları Latince’ye çevireceğim. Babam, Peygamber Efendimiz hakkında yazı yazacağı zaman çok gergin olurdu. Çok ağır bir durum bu, çünkü doğru kelimeyi seçmek zorundasın. Yine böyle sıcak bir gündü babam geldi. Yemek yendikten sonra bir yazı yazmak istedi. Teri kağıda damladı. Kalemler de mürekkepti. Kâğıt ıslak olunca mürekkep dağılır. Kağıt bulmak da zor ama nasıl olduysa bir yerden çıktı ve o yazıyı başka kağıda geçirdim. Yoksa deniz dalgası gibi bütün yazılanlar kayboluyordu.
Artık Hümeyra Ökten abla, benim için “Atamasız Sekreter” tabirini kullanmıştı. Babama hizmet ettim hamdolsun.
Nasıl biriydi Hümeyra Ökten?
- Hümeyra abla bizim evimize geldiğinde Ben 6 yaşındaydım. Ve geliş o geliş. Gazete için Hümeyra abla hakkında “Hümeyra abla okunur ama yaşanmaz” demiştim. Yaşanması çok zordur. Evlenmedi, eşyası olmadı. Bu kadar imkânı eline geçti fakat o bambaşka bir hikâyedir. Hümeyra abla ile aynı odada kalırdık. Aramızda çok yaş farkı olmasına rağmen arkadaş gibiydik. Onun bütün sırları bendeydi. Çok isteyenleri oldu. Osmanlıca bilmediği için mektuplarını ben okurdum. Kendisini Allah’a adamıştı. Hastalar için kendisini feda etmişti. Bir aile hayatı yapamayacağını söylerdi.
Evinizde Hümeyra hanım gibi uzun süre kalan başka birileri var mıydı?
- Bizim ev, birleşik milletler gibiydi. Her cinsten insan vardı. Turgut Özal’ın annesi Hafize hanım teyze aylarca gelip bizde kalırdı. Kulaksızoğulların’ın Ata Bey vardı. Babası Osman Bey de öyle. Bağdatlı Zekiye hanım vardı. Bunlardan Mehmet Şevket Eygi’nin annesi Seher hanım ve babası çok kalırlardı. Hatta Şevket abi bile kalırdı. Beyaz Kelebeklerin annesi Vasfiye Hanım da bizde kalırdı. Onunla aramızdaki, bir aşk hikâyesi gibiydi. Bambaşka bir şeydi.
Medine’deki evinize binlerce misafir geldi. Nasıl baş ettiniz? Babanız, onlara sohbet verir miydi?
- Babamın, onlardan hiç haberi yok. Yani, babam gidip millete, bize buyurun, diyecek hali mi var? Nereye diyecek ki, evin belli bir imkânı var. Ama evimiz tanınmış bir evdi. Az çok da olsa Türkçe bilinen bir ev. Lüks değil ama başını koyabileceğin kadar temiz bir ev. Sohbet edilecek bir lisan var ve bu zamanla yayıldı. Erbakan Hoca cemaati otobüslerle gelirlerdi. Ama babamın haberi dahi olmazdı.
Babanız bütün hacıların sorunlarıyla gönüllü olarak ilgilenirmiş. Bu hususta ne dersiniz?
- Millet dolu, kıyamet gibi kiminin pasaportu kaybolmuş kiminde sahte para çıkmış. Kimisi hasta olmuş kimisi ölmüş. Bütün bu insanların sıkıntılarıyla babam ilgilenirdi. Millet sanıyor ki hep kitap okuyordu. Korkut beyin eşi Müjgan hanım birkaç arkadaşıyla eve geliyor. Annemin de iyi bir arkadaşıdır. Diyor ki, biz kalacak otel bulamadık Ali Ulvi bey başka yer bulabilir, biz evde kalacağız. Babam da üstünü giyip, kütüphaneye yatıyor. Bugünler de böyle kimin evine gidebilirsin. İnsan kendi çocuğunun evine gidemiyor. Ve gelenek böyle idi. Kapıya gelen geri çevrilmezdi ki. Ama tabii gelen kişi de buna hazırlıklı olacak. Evimiz, Harem-i Şerife yakın olduğu zaman misafir eksik olmazdı..
Bizler aile edebini kaybettik
Evlilik hikâyenizi anlatır mısınız?
- İstenme devremde, öğretmendim. O gün okuldan geldiğim de, mutfakta yengemle annem birlikte yemek yapıyor. Yengemler üst katta biz alt kattayız. Mutfakta yaşlı bir teyze vardı. Tanımadığım hacılardan birisiydi. Fakat bana bakışları biraz değişikti. Daha sonra teyze yukarıya çıkıp haber vermiş bu kız bir geldi ortalığı çekip çevirdi demiş. O gün yengemlerde tedirginlik gibi bir his te vardı. Hümeyra abla beni çok iyi tanıyordu. Hümeyra abla asistan iken eşim Hayrettin bey Cerrahpaşa’da talebeymiş. Şevket Eygi abi zaten bizi biliyor. Mehmed Zaid Kotku babamı ve bizi çok iyi tanıyor. Bütün bunlar tavsiye mektubu yazıyor.
Hayrettin bey, Almanya’da siz Medine’desiniz ve babanızdan sizi isterken söylediğiniz bu isimler tavsiye mektubu yazıyor. Çünkü biricik kızlarısınız.
- Babam, anneme benim bir görmemi söylemiş. Almanya’da doktor olduğunu söylediler. Hattat Ziya amcam vardı. Bizim evde amca, babadan önce gelir.
İslamiyet’te bir kaide vardı. Hatta Hitler Türklerle yakın ilişki kuracaklar için 11 maddelik bir metin hazırlatmıştır. Bunlardan birisi de kapının karşısına oturulmamasıdır. Çünkü kapı açılıp kapandığında içerdeki hanım gözükebilir. Biz de adet vardır. Arabistan’da evlerde hanımlar rahat gezerler. Mesela ben, dayımın çocuklarına çıkmam.
O gün geldiğinde yengeme, şayet kapının karşısına oturursa onunla evlenmeyeceğimi söyledim. Baktım ki yok. Amcamın yanında oturuyor. Bir imtihanı geçmiş oldu. Bizim tanışıklığımız o kadar. Amcamın yanımda gördüğüm iki kelime. Nikâh kıyıldıktan sonra gideceği vakit bavulum varsa alabileceğini söylemiş. İkinci görüşümde bavulumu verişim oldu.
Küçük kardeşim Mustafa, ilkokulu bitiriyordu o sırada. Aynı zamanda hocalığını da yapardım. Mustafa, ilkokulu bitirmeden evlenmeyeceğimi söylemiştim. 6 ay sonra Hayrettin bey geldi. Düğün yaptık. Hayrettin’in kimsesi yoktu. Nasip, evin oğlu oldu. 17 gün Medine’de kaldık. Almanya’ya gitme hazırlığındayız. Gitmeden önceki akşam veda yemeği gibi oldu.
Babanız size hangi tavsiyelerde bulundu?
- Hayrettin, babama “Bize yeni hayatımızda ne tavsiye edersiniz?” dedi. Hadis vardır bununla ilgili. Haklı da olsan münakaşaya girmezsen bu kula ecir olur. Bunu tavsiye etti Babam. Lüzumsuz yani. Doğru olsa ne çıkar yanlış olsa ne çıkar. Bana da en yakın zamanda Almanca öğrenmemi tavsiye etmişti. Çünkü sağlam yere basabilmem ve ortalıkta kaybolmamam için Almanca’yı iyi bilmem gerekliydi. Ve insan kendi ana lisanını çok iyi bilirse diğer lisanları bilmek daha kolay olur.
Gideceğimiz sabah babam beni yanına çekti. Odanın içinde olmamıza rağmen güneş gözlüğü takmıştı. Gözyaşlarını saklamak için. Bana, “Seni annen ile beraber örnek bir kız olarak yetiştirmeye gayret ettik. Örnek öğretmen seçildin. Şimdi de örnek bir zevce olacaksın. İyi insanların hepsi Hayrettin beyin iyi olduğunu söylediler. Eğer aranızda bir şey olursa senden bilirim.” Bunun anlamı, geçin, demek. Havaalanına vardığımızda bavul bir kilo fazla çıkınca görevli içinde ne olduğunu sordu. Ben de babamın nasihati gereği içinde sabır taşı var, dedim görevliye. Evlendiğim vakit 21-22 yaşlarındaydım.
Almanya’da hangi İslamî faaliyetlerde bulundunuz?
- Bu soruya cevap vermek için uzun bir nefes almak gerekiyor. Almanya’ya gidince gençler hazırdı. Hayrettin beyin talebeleri. Her ay bir şehirde toplanılıyor. Bazen uzak yerlere gidiyoruz. O zamanlar benim ehliyetim yok. Herkesin bir vazifesi oluyor. Kitap tetkikinden dünyada olan mühim aktüel olaylara, namaz sûrelerine kadar.
Sohbetlerde hangi konuları işlerdiniz? Gençleri nasıl eğitirdiniz?
- Mühim olan namaz sûreleri. Türkiye sınırları Elemtera sûresinden (Fil suresi) yukarı çıkmaz. Teravihler bile Elemtera sûresiyle hep başa sarar. Biraz dünyada olup bitenleri, biraz sahabe hayatı okurduk. Siyaset yoktu, aktüel haberlerden bahsederdik. Hayrettin, hastanede nöbetçi olduğu zamanlar kızlar benim eve gelirlerdi. Onlara dikiş dikmeyi, Kur’an okumayı öğretirdim. Yurt gibi olurdu. Yemek yapmayı öğrenirler hem yemekte yaparlardı. Farklı etkinliklerde yapardık. Sadece Kitap okuyarak ve dini faaliyetlerle yürümüyor bu iş. Aranızda soğukluk oluyor. Gülecekler, eğlenecekler. Allah’a şükür oradaki kızların hepsi güzel yerlerdeler.
Günümüzde aile huzuru azaldı. Siz huzuru nasıl sağladınız ailede?
- Hayrettin bey ile hayatımız çok kaliteliydi. Birbirimizi saydık. Birbirimizin ana-babasını kendi ana-babamız olarak kabul ettik. Hiç ayrımız gayrımız olmadı. Çok temiz bir insandı. Elhamdülillah çok güzel çok huzurlu çok bereketli İslam’a hizmet dolu bir aile hayatımız geçti.
Her ailede olabilecek küçük kırgınlık kızgınlıklar olmadı mı?
- Kızmalar olmadı mı elbette oldu? Ama hiçbir zaman büyümedi. Kırgınlık olmadı. Birbirimizi kimselere şikâyet etmedik.
Türkiye’nin belki de milli güvenlik problemi sayılacak şekilde bir aile problemi var. Aile dağılırsa toplum dağılır. Boşanmalar artıyor. Gençlere ailenin önemi nasıl anlatılmalı?
- Bizler, edebi kaybettik. Malik b. Enes, Medine’de iken Mısır’dan Abdullah ibni Vahab isminde birisi gelip, 20 sene İmam Malik’in dizinin dibine çöküyor. Mısır’a geri döndüğünde ise ona ne öğrendiğini sorduklarında “19 sene edep 1 sene de ilim öğrendim. Keşke o bir sene de edeple geçseydi” diyor.
Gençlere tavsiyem, mesela internetten tanışıyorlar, beğeniyorlar. Bir lokantaya gidip buluşuyorlar. O lokanta da karşı taraf kendisinin cimri, pasaklı, düzensiz olduğunu gösterir mi? Güvenilir bir şahit bile yok. Tabii, ünsiyet başka. Bu mizaç başkadır. Ama bir örnek, edep yok. Bomboş bir şey. Daha sonra yaşayamıyorlar.
Eşinizle beraber gençlerle birçok faaliyette bulundunuz. Eminim yüzlerce anınız vardır. İlginç birkaç anınızı anlatabilir misiniz?
- Bir gün Hamburg şehrinde büyük bir yurt yapılmıştı. Konuşma için gitmiştim. Konferans salonunun en arkasından bir kız bir şey sormak istedi. Konferans bittikten sonra yanıma çağırdım. Bana “Neden domuz eti haramdır?” diye sordu. Ben de, bu kadar yiyecek varken neden bunları yediğimizi sorgulamıyorsun, dedim. Eğer bunu yemek istiyorsan afiyet olsun, dedim. Benim adresimi almış. Birkaç ay sonra bana bir mesaj gönderdi. Domuz etinden dolayı karaciğeri hasar görmüş. Daha sonra iyileşmiş tabii ki de.
Ehliyet sınavının teorisini sıfır hata ile geçtim ama bana kopya çektiğimi söylediler. Başka bir odaya alıp bir daha sorduklarında aynı şekilde bitirdim. Pratik sınavına geldiğimde başörtümü açmamı istediler. Etrafı yeteri kadar duyamayacağımı söylediler. Ben de reddettim. Bu yüzden beni bir kavrama testine aldılar. Bir televizyonda görüntüler saniyelik hızla geçmekteydi. Sonra bana bunları soracaklardı. Allah’ın inayetiyle o görüntüler gözümün önüne geldi. Orada Subhanallah, Allah’ın bir tecellisi oldu. Allah’ın dini için oldu, benim için değil. Beni 4 defa pratik sınavından geçirmediler. Ama sonunda gayret ederek muvaffak oldum. 6 tonluk tır kullanabilme ehliyetim çıktı.
Diyanet Duyurular Sayfamız için TIKLAYINIZ
Diyanetliler Platformu Grup sayfamıza katılmak için >>> TIKLAYINIZ
Kaynak:Yeni Akit
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın