Topluca istiğfara olan ihtiyaç
İnsanı helâk olmaktan koruyan duanın, kuru bir laftan ibaret kalmaması gerekir. Bu sebeple duanın “boyun eğerek istemek” şeklindeki tarifinde de görüldüğü gibi, insanın Allah’a karşı istiğfarı, duası ve tevbesi, kalpten ve inanarak olmalıdır
İstiğfar, yapılan günahlardan pişmanlık duyup Allah’tan bağışlanma dilemektir. Bu yönüyle istiğfar, aynı zamanda hem dua hem de tevbedir. Bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (s.a.v): “Allah, ümmetim için bana iki eman verdi. (Bu iki eman, şu âyette açıklanmıştır): ‘Sen onların arasında olduğun ve onlar da istiğfar ettiği sürece Allah onlara azab edecek değildir’ (Enfâl, 8/33) Başka bir hadis-i şerifte Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Cenab-ı Hak benim ümmetime iki necat verdi. Biri, benim onların içinde bulunmam; diğeri de onların hatalarına istiğfar etmeleridir.İstiğfarın gücünü ortaya koyan bir başka hadis ise şöyledir: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kul Allah’a istiğfar ettiği sürece, Allah’ın azabından emin olur.” (Ahmed b. Hanbel) İstiğfar, bir yönüyle Allah’a kulluğun ifade tarzlarından biri olarak kabul edilebilir. İstiğfar edip Allah’tan günahlarının bağışlanmasını isteyen, her şeyden önce Allah’a savaş açmış bir kimse olamaz. Allah’a savaş açmayanlar, günahkâr dahi olsalar, dünyada helâk edilmeyeceğinden, istiğfar, her zaman kişiyi helakten koruyucu bir rol üstlenmektedir. Zaman zaman günahlarından dolayı Allah’a karşı suçluluk duygusu hisseden, ellerini kaldırarak affını talep eden günahkârlar, Allah’ın bir nimeti olan bu tevbe ve istiğfar sayesinde, en azından dünyada can emniyetlerini sağlamış olurlar.
“boyun eğerek istemek”
¥ İnsanı helâk olmaktan koruyan duanın, kuru bir laftan ibaret kalmaması gerekir. Bu sebeple duanın “boyun eğerek istemek” şeklindeki tarifinde de görüldüğü gibi, insanın Allah’a karşı istiğfarı, duası ve tevbesi, kalpten ve inanarak olmalıdır. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Kazâ’yı sadece dua giderir (değiştirir). Ömrü de sadece iyilik artırır.”
Çünkü “dua, insanla Allah arasında bir haberleşme ya da iletişim” aracı olarak kullanılan en önemli vasıtadır. Dua sayesinde kul ile Yaratıcı arasında kurulan bağ, hiçbir ilişkiyle kurulamayacak bir yakınlık ve samimiyet içerir. Dua kelimesi gibi tevbe de aynı işlevi gören farklı bir ifade tarzını hatırlatmaktadır. Kelime itibariyle dönmek manasına gelen tevbe, bir terim olarak, işlenen günahtan dolayı pişmanlık duyup tekrar işlememeye karar vermek ve bağışlanmak için Allah’a yalvarmak tarzında tarif edilebilir. Gerçekte tevbe, kişinin sadece dille bağışlanma dilemesinden ibaret olmayıp adeta yılandan kaçarcasına işlemekte olduğu günahı terk edip kaçması, hayra dönmesidir. Helâk olmaktan son anda kurtulan Yunus kavmi, istiğfar ve duanın helakten kurtarıcı bir yapıya sahip olduğunun Kur’ân’daki en güzel örneğidir. Nitekim Yunus, Allah’ın iznini almadan kavmini terk etmiş, bu sebeple de zor anlar yaşamıştı.Önce bindiği gemiden denize atılmış, daha sonra da kocaman bir balık tarafından yutulmuştu. Bu felaketten, duaların en güzellerinden biri olarak İslâmî kültüre giren, “Senden başka İlah yoktur. Senin şânın yücedir, ben zalimlerden oldum.” (Enbiya, 21/87) duâsıyla kurtulmuştu.
Kavmi, Yunus’u (AS)
aramaya koyuldular
¥ Yunus’un bu duasını duyan melekler bile bundan etkilenmişti. Yunus’a inananların sayısı yüz binden fazla insanın yaşadığı koca bir şehirde bir iki kişiyi geçmemişti. Yunus, kavmine beddua etti. Bunun neticesinde yolun sonuna gelindiğini fark ettiler. Son anda hatalarını anlayıp, Allah’a niyaz ederek azgınlık ve sapkınlıklarından vazgeçtiklerini açıkça ortaya koydular. Öyle bir pişmanlık duydular ki, onları terk edip kendi hallerine bırakan Yunus’u aramaya koyuldular. Allah da onların bu içten istiğfarlarını ve gönülden yaptıkları dua ve yakarışları kabul etti. İnsanlık tarihi içerisinde helâk olmaktan son anda kurtulmuş olan bu kavme bir fırsat daha verdi. Bu onların samimi, içten, inanarak yaptıkları dua ve yakarışları sayesinde gerçekleşti.
“Dua belâyı giderir”
¥ Nitekim Allah Resûlü, Hz.Aişe’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu durumu şu şekilde ortaya koymuştur: “Dua belâyı giderir. Nitekim Allah Kitabında, “Yalnız Yunus’un kavmi, iman edince, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık.” (Yunus, 10/98) buyurmuştur.” Duanın, Allah’ın takdir ettiği kaza ve kaderi değiştirici bir etkiye sahip olduğu söylenmektedir. Bu konuda Hz.Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Tedbir (önlem almak), kaderi değiştirmez, dua ise kaderi değiştirir. Bunun örneği Kur’ân’daki “Yalnız Yunus’un kavmi, iman edince, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık.” (Yunus, 10/98) ayetidir. Sahabenin en büyük ilmî şahsiyetlerinden biri olan İbn Abbas ise bu konuda benzer bir anlama gelen şu görüşe sahiptir: “Dua kazayı (kesinleşmiş hükmü) değiştirir. Nitekim Yunus kavmi, topluca Allah’a dua ve istiğfarda bulunmuş, üzerlerinden azap kaldırılmıştır.
¥ Hasan el-Basrî Hazretleri’ne birisi gelerek fakirliğinden şikayet etmiş. Hazret ona, ‘Allah’a istiğfar et’, diye cevap vermiş. Başka birisi de, ‘dua buyursanız da Allah bir oğul verse’, diye rica etmiş. Hazret-i İmam buna da, ‘Allah’a istiğfar et’, demiş. Bir başkası daha gelerek kuraktan bahçesinin kuruduğundan şikayet etmiş, buna da istiğfar tavsiyesinde bulunmuş. Mecliste hazır bulunanlar Hasan el-Basrî hazretlerine; ‘ey üstad, türlü şikayet ve başka başka dileklerde bulunanların hepsine yalnız istiğfar tavsiye buyurdunuz’, demeleri üzerine hazret-i imam, ‘ben bunu kafamdan atıp söylemedim, Nuh’un türlü afet ve zaruretlere müptela olan kavmine bunlardan kurtulmaları için, ‘Rabbinize istiğfar ediniz’, dediği Kur’ân’da buyrulduğundan mülhem olarak ben de bana müracaat edenlerin hepsine istiğfar etmelerini tavsiye ettim” demiştir. Ve gul tüstagfirû Rabbekûm (71 Nuh (10,11) Helak olmaktan son anda kurtulan Yunus kavmi, büyük helak öncesinde işaret olarak gönderilen ve son uyarı niteliği taşıyan cezalardan ders alarak topluca tevbe etmiş, Allah’ın azabının kendilerini yok edeceğini anlayarak Allah’ın rahmetine sığınmış ve yapmakta oldukları isyankârlıkları terk etmişlerdir. Onların bu tutumu, tarihi süreç içerisinde bu yönüyle bir istisna oluşturmaktadır.
“iyiyi, doğruyu, güzeli yayacağız”
¥ Allah’ın kanununda, bu büyük felâketten korunmanın da yolları vardır. Bunların neler olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere haber verilmiştir. Bunların birincisi, insanın Yaratıcı karşısında kul olduğunu hatırlaması ve kendi konumunu buna göre belirlemesidir. Kul olduğunu unutup, Allah ile mücadeleye asla girişmemelidir. İkincisi, hayatının değişik evrelerinde Allah’a dua ve istiğfarda bulunması, yaptığı günahlardan af dilemesidir.Kur’ân’da buna benzer helâkten kurtuluş reçetelerinden bahsedilmektedir. Gündemler ne kadar farklı olursa olsun, Batı’da yahut Doğu’da, Avrupa’da yahut Asya’da insanın temel meseleleri hemen hemen hep aynı. Ahlâki çürüme, toplumsal kokuşma, yozlaşma, vs. Gerek illetleri gerekse sonuçları açısından bu hal; her yerde insanın insanlığını vuruyor. İnsanı savunmanın onu diri tutan değerleri savunmanın vatanı, coğrafyası, dili, dini, ırkı olmaz. Aktif iyi olacağız, iyiyi, doğruyu, güzeli yayacağız. Usul ve üslubumuza, niyet ve maksadımıza dikkat ederek emri bil maruf nehyi anil münkeri yapacağız.
Dini, cahillerden
öğrenme!
¥ Ey, yüksek yaratılışlı kardeşim! Allahü Teâlâ, sizin yaratılışınızda bulunan kemâlâtın meydana çıkmasını ihsân eylesin! Bu dünya âhıretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibâdet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur. Zehirli bozuk tohum ekmek, dîni, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmû’alarından] okumaktır. Çünkü, din câhilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dîni, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din câhilleri, din dersi verirken [din kitabı yazarken], İslâmiyete uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz.
Âlimler
sorgulanamaz mı?
¥ Sağlıktan herkes sorumludur, herkes sağlık konusunda konuşabilir. Peki ameliyata kim karar vermeli? Vatandaş mı? Hayır, elbette ehil olan.
Bu ehliyet de bilgi ve belge ile ispatlanmalı. Alimlerin tenkidini de alimler yapmalı. Ortadaki tenkidin kimi haklı çıkarması gerektiğini ise vatandaş yapabilir. İki âlim birbirini tenkit ederken biz sade vatandaşlar olarak hangisinin haklı olduğunu çok basit emarelerle bulabiliriz. İşte size bir iki ipucu:
¥ Müminlerle beraber sabah namazını camide kılan, namazda camilerde görülmeyen ama mangalda kül bırakmayacak edebiyatlar yapana göre bir puan öndedir.
¥ On sene öncesindeki arabası, evi, kıyafeti ile kitapları, konferansları, vaazları yayıldıktan sonraki arabası, evi, kıyafeti aynı olan bir puan öndedir.
¥ Konuşurken, yazarken devamlı kendini öne çıkarana göre ümmeti öne çıkarıp kendini yok gibi tutan önde olmalıdır.
¥ Tarikatına, partisine, grubuna, dergisine ve benzer şekilde kendine adam toplayana göre ümmete çalışan önde olmalıdır.
¥ Konuşmalarında ayet ve hadis oranı şairlerden, menkıbelerden ve kendi kanaatlerinden daha fazla olan önde olmalıdır.
¥ Ümmetin geçmiş büyüklerini tenkit edene göre, ümmetinin büyüklerini hataları ile sevapları ile öne çıkaran, onların izini süren önde olmalıdır.
¥ Yazılarında, konuşmalarında, tavırlarında ümmetin umudunu yükselten, ümmeti ölmüş bitmiş gibi gösterenden daha önde olmalıdır.
¥ Dini, sanal bir dünyaya taşıyan yani yaşanması hayal ve gerçekleşmez bir din anlatana göre dilim dilim de olsa dini yaşanır umutlarla sunan önde olmalıdır.
¥ Huzur yerine kavgayı körükleyen geride olmalı, müminlerin huzuruna yatırım yapan öne çıkmalıdır.
¥ Dinin bir bölümüne kilitlenip kalana göre Medine’deki dini olduğu gibi almaya çalışan önde olmalıdır.
Bu ve benzeri ölçülere göre sıradan müminlerin de âlimler hakkında bir şeyler düşünmesi ve yorum yapması kendi çaplarında mümkündür.
Allah’ın rızasını
öğreten bir
Peygamber
¥ Ukbe bin Amir (r.a) soruyor Resulüllah Efendimize:
- Ya Resulallah, diyor, öyle bir tutum ve tavır haber ver ki bana, onu benimseyip yapınca Rabb’imin rızasını kazanayım, çevreme de etkili İslami örnekler vermiş olayım.
Bakın nasıl bir feragat ve fedakârlık örneği geliyor yaşayışıyla İslam’ın özellik ve güzelliğini göstermek isteyen yüce sahabeye. Buyuruyor ki:
– Sana gelmeyene sen git, sana vermeyene sen ver, sana zulmedeni sen affet! İşte sana Rabb’inin rızasını kazandıran amel, çevrene de İslam’ı sevdirecek örnek hal!
Toplum içinde böylesine çarpıcı örnek vererek yaşayan Müslümanın halinden kim etkilenmez? Kimler ilgisiz kalır böylesine yaşayarak örnek olan etki Müslümanlığına?
Demek ki esas mesele, İslam’ın bu gibi özellik ve güzelliğini yaşayarak gösterebilmektedir çevremize.
Ey Merhametlilerin en Merhametlisi!
¥ Ey Tövbeleri kabul eden ve Dualara icabet eden Rabbimiz! Sana yöneldik. Efendimizi şefaatçi yapıyor, ellerimizi O’nun mübarek ellerinin altında tutuyor ve istediklerimizi böylece istiyoruz.
Ey Rabbimiz! Ettiklerimize binlerce tevbeler olsun. Günahımız çoktur ama Senin rahmetinde her şeyi aşkındır, her şeyi kuşatmıştır. Rahmetin gazabını geçmiştir. Bize rahmetinle muamele eyle.
Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp, bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak, gönülleri pak olan, sevgili Rasülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.
O’nun yanında Firdevs Cennetine girmeyi, mübarek Cemalini görmeyi, Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasib eyle .
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın