Kitapların okuyucuları değil müşterileri var artık!
Âlemde ne var ise kitaplaştıran insanın anlam sorunu yoktur. Tabiat bir kitap, insan bir kitap ve canlı-cansız her bir şey başlı başına bir külliyattır. Hüseyin Akın yazdı.
Kitabın okuyucuya ulaştırılması önemli, fakat okuyucunun kitaba ulaşması çok daha önemli. Çocukluğuma iniyor, ilk gençlik yıllarıma doğru uzanıyorum. Kırtasiye ile kitapçı arasında şimdiki kadar öyle çok fark yoktu. İlk okuduğum kitaplardan olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in Bir Ömür Böyle Geçti şiir kitabını mahallemizdeki kırtasiyeden almıştım. Konjonktüre uygun çeviri kitapların yeni baskılarını bulmak için haftada iki-üç kez Beyazıt-Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’na giderdik. Kitap henüz marketlere girmemişti daha. Az sayıdaki mahalle kütüphaneleri ise tecessüsümüzü doyurmaya yetmiyordu.
Kâğıthane’de oturuyorduk ve bize en yakın semt kütüphanesi Çeliktepe Halk Kütüphanesi idi. Bir türlü ısınamamıştım kütüphanelerin rahatsız edici, âsap bozan sessizliğine. Sahaf dükkânlarına, yerlerde açılan kitap sergilerine daha bir yakındık. Kitabın çok amaçlı bir şey olabileceğini aklımız kesmiyordu henüz. Bir kitabı bir kişi alır ve elden ele dolaşarak on kişiokurdu. Bununla da yetinmez cami altı çay ocaklarında, tabureler üzerinde çay içerek okuduğumuz kitapların teatisini yapardık. Kitap okumanın incelik ve yöntemlerini hiçbir kişisel gelişim kitabında aramazdık. Fikir danışmanına ya da düşünce koçuna ihtiyacımız yoktu. Kitabın “yasak” kelimesiyle yan yana kullanıldığı zamanlardan bahsediyorum. Yazdığı kitaptan dolayı hüküm giyen yazarlara alışmıştık. Bizi şaşırtan okuduğu kitap yüzünden hapis yatan ter-ü taze gençlerdi. Bir evde kütüphane varsa o evde birilerinin mutlaka “memleketin gidişatından rahatsız” olduğuna hükmedilirdi. Kitap aykırı düşünen kimselerin yegâne beslenme kaynağı sayılırdı.
Siyasi içerikli kitapların meydanlarda yakıldığı günlerdi. 12 Eylül ihtilali olduğunda benim de darbecilerin sakıncalı sayacağı cinsten çok kitabım vardı. Hiçbirini yakmaya gönlüm razı olmuyordu. Çareyi kitaplarımı inşaat halinde olan evimizin çatı katındaki kum yığını içerisinde saklamakta bulmuştum. Nice sonra darbe seli gitti, kum kaldı ve ben kitaplarıma yeniden kavuştum. Bir taraftan zamanla kütüphanemdeki kitaplarım zenginleşirken, diğer taraftan zihinsel kütüphanem belli bir kıvama kavuşuyordu. Öğrendikçe ve anladıkça insanların dikkatini kitaplardan neden başka şeylere doğru kaçırdıklarını daha bir kavrar hale gelmiştim. İnsanın hayat içre var olma gayesini sökmüştüm: İnsan okumak ve cümle kurmak için dünyaya gelmiştir!
Kitap, okuyanı rahatsız eder
Âlemde ne var ise kitaplaştıran insanın anlam sorunu yoktur. Tabiat bir kitap, insan bir kitap ve canlı-cansız her bir şey başlı başına bir külliyattır. “Harçlığını kitaba yatıran gençten korkmayın” derdi lisede bir hocam. Bunu bizim üzerimizden başkalarına söylerdi. Bir fikre kavuşmanın maliyeti var elbette. Düşüncelerine bedel ödememiş adam o düşüncelerin haysiyetini korumakta da titiz davranmaz. Onlara en muhtaç olacağı bir çağda kitaplarını çerez fiyatına sahaflara satan kişi düşüncelerini de kelepir fiyatına satmış kişidir. İnsan zihnini ara sıra havalandırmalı, belli dönemlerde tahliye etmeli elbet. Bazı kitapları kütüphaneden ayıklamak insanın zihnini anlatılmaz biçimde rahatlatır.
Kitap kendisini okumayana keyif bağışladığı gibi okuyanı rahatsız eder. Okuduğunuzda çarpık bir mimari, kötü bir şiir, detone bir ses, kısır bir düşünce kendini ele verip mevcudiyetinize saldırmış gibi olur. Duyarlı insanlar aynı zamanda muteriz kişilerdir. Okudukları şeyler duyarlı insanları harekete geçirir. Lise yıllarımda ev oturmalarına kitapla giden biriydim. İnsanların sohbet gündemi beni fena halde rahatsız edip sıkardı. Sadece yerimi değil, konumumu ve de fonksiyonumu da yadırgar, hemen gelirken getirdiğim kitabın sayfalarına gömülürdüm. O zamanlarımı hatırladıkça Cemil Meriç’in okuma serüvenine daha bir kulak kesilir oldum: “İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara sığındım” diyordu üstat. Kapıdan dışarı çıkan adam ya çantasına ya araba kontak anahtarına veya hava yağmurlu ise şemsiyesine yönelir. Biz hiç o kuşaklardan olmadık. Elimiz ne kadar dolu olursa olsun bir kitabı kavramaya her zaman yer olurdu. Cemal Süreya’nın ifadesiyle belki de hayatla ilişkimizin yere düşen gölgesiydi bu:
Küçük bir kitaptır yaşamak
Elinde tutmaya yarar
Okumadan düşünce üretmek mümkün
“Gençler okumuyor” yakınmasını son zamanlarda daha sık duyuyoruz. Bu yakınma onlara bir üst sorumluluk yüklememizden kaynaklanıyor. İyi de sanki ihtiyarlar okuyor mu ki? Gençler niçin okumuyor hiç düşündünüz mü? Cevabı gayet basit: Okumadan da akıl yürütülüp düşünce üretilebildiği için günümüzde gençler bu kitapsız güzergâhı tercih ediyorlar. Sonu “taşınma”yla neticelenmeyen bir düşünme biçimi ile karşı karşıyayız. Düşünmek harekete geçirmiyor. Zihin yer değiştirmiyor. Kafa konforu sarsılmıyor. Anlamsızlık, anlam arayışından daha zahmetsiz ve daha az masraflı. Onun için görüntülü ve de gürültülü medya kitaptan bahsetmiyor, çoksatanlarla meşgul oluyor. Ne de olsa piyasa denilen pazar yeri, tüketilebilir olanı değerli görüyor.
Sadece kitap okuyan kitap okumayandan rahatsız olmaz. Tam tersi de olur. Kitap okumayanlar okuyanlardan hoşnut olmazlar. Göze batacak denli çok okuduklarında ‘Kitap Okumayanlar Cemaati’nin hışmına bile uğrarlar. “Yani senin şimdi o okuduklarını bana karşı kullanmayacağını nereden bileyim?!” sataşmasına muhatap olurlar. Kitap okumayanlar çok çabuk örgütlenebilir ve de okuyanların mahalle baskısını entelektüel fiyakalarından, ortamlarda ayrıcalıklı konumlarından fark ederler. Okuyanı değiştirmek zor olduğundan, ‘Okumayanlar Cemaati’ onları yoldan çıkmış kabul eder.
Bir şeyin aslı gidince yerine sahtesi gelir
Kitap fuarları memleketin her tarafında yaygınlık kazandı. Kitap sayısı ile yazar sayısının artışı paralel gidiyor. Asıl olması gereken ‘okuyucu’ (nitelikli olması şart değil, normal ve sıradan okuyucu) gittiği yerden bir türlü geri gelmiyor. İmza günlerinde yazarlar fuarlarda Godot’yu bekler gibi okuyucu bekliyorlar. Aslında bekledikleri o kentin okuyucuları falan değil, bu ülkenin bir zamanlar var olan sahici okuyucularıdır. O okuyucuların bir kısmı siyasetçi, bir kısmı tüccar ve bir kısmı da eyyamcı oldu. “Cuma’ya gittim geleceğim” der gibi bir levha iliştirerek gidişlerine, ya çok ışıklı şuh caddelerde ya da karanlık sokaklarda kaybolup gittiler. Kimsenin kurduğu cümle kimseyi heyecanlandırmıyor. ‘Okuyucu’ başka bir âleme bir yıldız misali kayıp gitti. Kitapların okuyucuları değil müşterileri var artık. Bu kadar çok kitap, bu denli çok yazar ve alabildiğine havada uçuşan orijinal fikirler olmasına rağmen okuyucu sayısı her gün biraz daha azalıyor. Şayet okuyucu ortalıkta gözükmüyorsa yazarın kendi öz ülkesine çekilmesi de yakındır. Baksanıza şimdiden kitap pılısını pırtısını alıp kendi evine çekilmeye başladı bile. Bir şeyin aslı gittiğinde yerine sahtesi ve naylonu gelir. Sizi kitap okuduğunuza bin türlü yalan söyleyerek inandırmaya çalışan kitaplar var artık. Tıpkı çilek yediğinize sizi türlü çıkarımlarla ikna etmeye çalışan çilekler olduğu gibi.
Kitap kendisini okumayanlara şöyle telkin ve tavsiyede bulunurmuş: Okuyun ey gençler, orta yaşlılar ve de ileri yaşlı ihtiyarlar. Okumazsanız odun olursunuz! Bilmez misiniz ben bile kitap olmazdan evvel odundum!
Evveli de âhiri de odun olan kitapların kulağına küpe olsun!
Hüseyin Akın
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın