YÜCE ALLAH'IN TAKDİRİ, KULUN TEDBİRİ !..
" Hiç bir şey yoktur ki, onun kaynağı Bizim katımızda olmamış olsun. Fakat Biz her bir şeyi tesbit ve tayin edilmiş bir ölçüye göre indiririz." ( Hicr sûresi, âyet 21 )
" Ve bütün ( varlığı) çift ve zıddıyla yaratan O'dur; başta gemiler ve hayvanlar olmak üzere, bindiğiniz her şeyi var eden O'dur." ( Zuhruf sûresi, âyet 12)
Kader mevzunu az kaleme almış olduğum için, bu günkü konumu " Allah'ın takdiri, kulun tedbiri"ne ayırmış oldum. Maalesef, İslam alemi ve bilhassa milletimiz arasında, kader mevzuu yanlış anlaşılmakta, yanlış yaşanmakta ve inanılmaktadır.
Hatta, " Amentü"nün altı şartından birisi de " Kader'e imandır." Halbu ki, bir araştırmış, bir incelemiş, soruşturmuş bulunsak veya mes'eleyi, Kur'an'a götürmüş olsak, hiç de bu günkü inanıldığı gibi olmayacak, bu günün " kader" inancını ortama sürenleri takbih edecektik.
Teessürle belirtmeliyim ki, dünkü zamanlarda olmadı, günümüzde de olmamaktadır. Kör kader inancı, alın yazısı, " kaderim böyle imiş" ilkelliği bütün boyutlarıyla, ağırlığı ile yaşanıp gidilmektedir. Ne zamandan beridir bu saçmalık böyledir?
" Halife Ali'ye karşı, kendine has metodlarla yürüttüğü mücadeleyi kazanan Muaviye, Hicretin 41. yılında Emevi Devletini kurdu. Emevi Yönetimi , kuruluşundaki gayri meşruluğun sıkıntısını, kader kavramının arkasına sığınarak gidermeğe çalışmış ve kaderci düşüncenin gelişmesi için elinden geleni yapmıştır. Çünkü onlar, kaderciliği siyâsi geleceklerinin garantisi olarak görüyorlardı. Kaderci düşüncenin gelişip yayılması için ilk adımlar, bizzat devletin kurucusu Muaviye tarafından atılmıştı. Muaviye'nin, Halife Ali'ye karşı isyanının, savaşının tutarlı dinî ve siyâsi gerekçesi yoktu. Onun tek sığınağı kader kavramı kalmıştı. Bu kavram öyle bir sığınacaktır ki, ona hem zalim, hem de mazlum beraber sığınabilirler. Bir yandan zalimin zulmünün sebebi, diğer yandan mazlumun acizliğinin gerekçesi olabilmektedir. Emevi Devletinin yöneticilerine karşı gelmek, kadere dolayısıyla Allah'a karşı gelmek olduğundan, karşı gelenin öldürülmesi helal olmaktadır. Muaviye'nin oğlu Yezid halka şöyle seslenmişti: Ey insanlar, sizin uğraşmanıza gerek yoktur. " Allah işi beğenmediği zaman onu değiştirir..." Allah bizi değiştirmediğine göre , Allah'ın istediğine karşı çıkmaya sizin hakkınız olamaz. Size düşen itaat etmek, Allah'ın iradesine rıza göstermektir. " Emevi Halifeleri, sadece Allah'ın ezelde yazdığı yazıyı, yani " Allah'ın kaderini infaz" ettiklerini belirtiyorlardı. " ( A. Akbulut, Allah'ın takdiri, kulun tedbiri, sayfa 135-136) Ne acı ki, Emevi kralı, Muaviye'nin kader mevzuundaki sakat, bencil, uydurma görüşü sebebiyle, Kerbela faciası gerçekleşmiş, Rasulullah (sav)'in nesli, kılıçtan geçirilmiştir. Hatta, yine yanlış kader icadlarını öne, sürerek, yüzlerce sahabeyi kabirlerinden çıkartarak, yeniden ölülere zulmetmişler, yakmışlar ve yıkmışlardır. Bunun adına da "Kader" denilmiştir.
İslam inancı , baştan sona yanlış, sakat " kader" anlayışına kurban edilmiş, krallık, hanedanlık, suiltanlık, cebbarlık, zulüm, kötülük onlarla eşdeğer olmuştur. Karşı çıkan Ma'bed b. Halid el-Cühenî, Geylan ed-Dımeşkî ve Yunus el-Envarî gibi düşünen, doğruyu söyleyen yiğiet Müslümanlar şehid edilmişlerdir.
Büyük imam Hasan Basri (ra), Emevi kralına mektup yazarak, kader hakkındaki inançlarının, düşüncelerinin sapkınlık, yalan, yanlış, uydurma olduğunu korkmadan söyleyebilmiştir.
Sonuç yerine;
Ne yazık ki, on beş asırdır alemi İslam, perişan, mağdur, ezik, zulüm içerisinde yaşıyorsa ki, yaşamaktadır. Bunun sebebi, yanlış kader inancından kaynaklanmaktadır. Emevi krallarının yanlış, sapkın, uydurma tutum ve görgülerinden dolayı meydana gelmektedir.
Ülkemizde, bir kısım gelenekçi sofiler, atalarcılar ,ne yazık ki, Maviye denildiği zaman fırlayıp ayağa kalkmaktadırlar, o kralı " Rasul'ün sır katibi", " kayın biiraderi" gibi usulsüz, dayanaksız taltiflerle büyükmektedirler.
Emevi krallarının zulmünden dolayı , Ehl-i Beyt'in uğradığı zulmü, vahşeti, cinayetleri, darpleri, kepazelikleri de " onların kaderi imiş (!)" diye ört bas etmeye çalışmaktadırlar.
Sofiler, Cübbeliler, Feto'lar, ne yazık ki, bu tür gerçekleri dile getiren İlahiyatçıları, bilginleri, Prof'ları ve sair din alimlerini sapkın (!), reformist olarak yaftalamakta onlara bin bir çeşit iftira ve hücum etmeyi maharet bilmektedirler. Halbu ki,
Emeviyyeden bu yana , günümüz dünyasına gelinceye kadar uğradığımız felekatler, baskılar, krallıklar, bölünmüşlükler bundan ötürü olduğunu ört bas etmektedirler, üzerini kapatmaktadırlar. Yani,
Günümüz Müslüman ülkelerindeki krallıkları, despotizmi, baskıları, zulümleri, Rasulullah (sav)' mi emretmiş, öne sürmüştü? Allah korusun!.. Böyle bir iddia, hem Kur'anî ilkelere, hem de aziz peygamberimize töhmet ve iftira olacaktır. Günümüzde, İslam memleketlerinden akın akın Batı ülkelerine kaçış bulunuyorsa, bunun müsebbibi İslam'a sokulan krallık, zorbalık ve sultanlıktır.
Yani,Suriye'li, Libya'lı, Mısır'lı, Yemen'li, Iraklı Müslümanlar hep vatanlarından kaçıyorsa ki, kaçıyorlar, denizlerde boğulmayı göze alıyorlar. Yine bu işin mucidi, Emevilerdir, krallığı İslam'a sokanlardır.
Rabbimiz!.. Müslümanlara acısın, bu illetten, bu rezil düşünceden halas eylesin!... Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın