Yok böyle bir İNKILÂP
Öyle bir kavim vardı ki, halkının çoğunluğu her gün fıçılarla içki içiyorlardı.
Kumarın her çeşidine müptela olmuşlardı.
Yirmiden fazla kadın ile evleniyorlardı. Yâ putperest veya dinsizdiler.
Ticarette ihtikâr, fırsatçılık, vurgun, Faiz, gasp ve hırsızlıklar, sıradan hale gelmişti.
Erkek evlâtları olduğu zaman seviniyorlar, kız çocukları olduğu zaman ise bunu, utanç verici ve AYIP saydıkları için, kâbuslar yaşıyorlardı.
Öyle ki bu ayıbın altında ezilen babalar çoğunlukla, kız çocuklarını DİRİ DİRİ toprağa gömüyorlardı. Anneleri de bu ayıptan kurtulmak için, kendi kız çocuğuna “hadi baban seni dayına götürecek” diyerek, toprağa gömülmeğe gönderiyorlardı.
İşte bu asra, “CEHÂLET ASRI” deniliyordu.
Yüce Rabbimiz, böylesine câhil ve vahşî bir kavme, öyle bir peygamber gönderdi ki; O’na SAV ve tebliğlerine düşman olanlar bile, çok değerli eşyalarını, O’na emanet ediyorlardı. Çünkü O’na, düşmanları bile “Muhammed’ül EMÎN” (en güvenilir Muhammed) diyorlardı.
Hatta asrımızda da NewYork’lu araştırmacı Michel H. Hart bile “Dünyaya Yön Veren En Etkin 100” kitabında, Hz. Muhammed’in SAV, “gelmiş-geçmiş EN BİRİNCİ LİDER” olduğunu ispat etmiştir.
Bu ZÂT 23 sene gibi kısacık bir zamanda, öyle bir İNKILÂP gerçekleştirdi ki, bu kavmin büyük çoğunluğu, yukarıdaki vahşeti, gaspları, hırsızlıkları, ihtikâr ve faizleri terk ederek, SAÂDET ASRINI başlattılar.
Öyle ki, o zamanki ziyafetlerde yemekler, ortaya konulan büyük bir tepsiden yeniyordu.
Bu sahabeler öyle hassaslaştılar ki, “ÂMÂ kişi göremediği için, hasta ve topal kişiler yemeğin etli ve kaliteli kısmına uzanamazlar; sağlıklılar ise nefislerinin tercihleriyle yanılarak, burada kul hakkına girerler” endişesiyle, onlarla yemeğe oturamaz oldular.
İşte bu Mübarek Sahabeler hakkında Yüce Rabbimiz, şu teselli Âyetlerini göndermişti.
Nur Sûresi, 61. Âyet: ÂMÂ ile beraber yemek yiyene, topal ile yiyene, hasta ile yiyene bir günah yoktur.
- 23 senede ulaşılan İnkılâptaki seviye, işte böyleydi...
Dünya üzerinde hiçbir tarihte, başka bir kavimde ve başka hiçbir ülkede, yok böyle bir inkılâp…
- İşte bu güzel ahlâkın prensipleri olan KURÂN, bu RAMAZAN ayında indirilmişti.
Bu saadet asrının prensipleri, sonraki asırlarda da, hangi kavimde veya hangi devlette uygulandıysa, aynı güzel neticeler alınıyordu.
Selçuklularda da Osmanlı İmparatorluğunda da bu prensiplere hassasiyetle uyulduğu zamanlarda, bırakın içki, kumar, gasp, hırsızlıkları; esnaf siftahını yaptığı zaman, hazır müşterisinin ikinci talepleri için, diğer esnafa yolluyordu.
Hem zekât verecek fakir ve yoksul bulmakta zorlandıkları için, hem de fakir ve yoksulları RENCİDE etmemek için, “SADAKA TAŞLARI kültürü” icat edilmişti.
Ahlâk seviyeleri öylesine yükselmişti ki, fakir veya yoksullar, sadaka taşlarındaki altın veya gümüş paralardan, sadece birkaç günlük ihtiyaçlarını alıyor, “diğerleri başka yoksul kardeşlerimin hakkıdır” diyerek bırakıyorlardı.
Sadaka taşlarına, yoksullardan başka hiç kimse el uzatmadığı için, zenginler de her zaman kontrol ettikleri için, sadaka taşlarında, her zaman altın ve gümüş paralar bulunuyordu.
200 Sene öncesine kadar, bu sadaka taşları yürürlükteydi…
ŞİMDİ LÜTFEN, ŞU SORULARA CEVAP ARAYALIM:
- Bugün DEVLET KONTROLÜNDE bu sadaka taşları yürürlüğe konulsa, acaba ertesi gün o taşlarda, yoksullara hiç para kalır mı?
- Acaba bugünkü halk, üstelik de çoğunluğu yüksek tahsili oldukları halde, başkalarının haklarına ve hukukuna, her türlü tecavüzler edecek duruma, nasıl getirildi?
- Bizler acaba neler yaparsak, halk olarak, tekrar o sadaka taşlarını kullanabilecek YÜKSEK Ahlâka ulaşabiliriz?
Sizler, ilk iki soruya cevap arayadurunuz.
Bendeniz, yarım asırdan fazla yaptığım araştırmalarımın, gözlemlerimin ve eğitimlerimin ışığında, şu üçüncü soruya net cevaplar vereyim.
- Neler kaybedildiği, YASAKLANDIĞI veya ihmal edildiği için bu duruma düşüldüyse, işte onları tekrar hem âileler düzeyinde hayata geçirerek, hem de Milli Eğitim Müfredâtımıza alarak körpe dimağlarımıza nakşedebilirsek, o Yüksek ahlâka ulaşabiliriz…
- Bu “A” maddesini uygulamaya teşebbüs edildiğinde, kimler veya hangi kurumlar karşı çıkarlarsa,2. sorunun cevabı da NET olarak ortaya çıkmış olacaktır.
Öncelikle o kişi veya kurumlarla, hukuk çerçevesinde mücadeleler verilerek, etkisiz hale getirdiğimiz ölçüde, o yüksek ahlâka ulaşabiliriz...
Aksi halde; okullarımız sayısınca Cezaevleri açılsa da, Polis ve Jandarma kadroları 2-3 katına çıkarılsa da, bu acı tablolar ve kaos, artarak devam edecektir…
Bu çözümlerin detaylarına, diğer köşe yazılarımı takip ederek ulaşabilirsiniz. Vesselâm.
Facebook Yorum
Yorum Yazın