Vahiy Nuru Değmeyenin Akıl Gözü Kördür
" Allah göklerin ve yerin nûrunun kaynağıdır. O'nun nûrunun sembolü, içinde kandil bulunan bir ışık mahalli gibidir. O kandil kristal bir fânus içindedir. Öyle bir fanus ki, sanki inci gibi ( parıldayan) bir gezegen. O kandil, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından elde edilmiş bir yakıtla tutuşturulur. Öyle ışıltılı bir yağ ki, neredeyse ateş değmeden bile ışık saçacak, nûr üstüne nûrdur! Allah, isteyeni nurunun ( peşine takarak) doğru yola iletmeyi diler. İşte Allah insanlara böyle misaller vermektedir. Zira her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen yalnızca Allah'tır." ( Nûr sûresi, âyet 35)
Ayetin yorumu şöyledir:
" Nûr, kaynağı görünmeyen fakat hedefini görünür kılan çok özel ışık demektir. Allah'ın varlığın ışığı olması, âlemi yokluktan varlığa çıkaranın O olduğuna delalet eder. " Allah nûrdur" denilirse , âyetteki temsil ve teşbih yok sayılıyp mana hakikate taşınmış olur ki, bu doğru olmaz.
Zira bu cümlenin teşbih olduğu hemen arkadan gelen mesel ( sembol) ve kaf teşbih edatından anlaşılmaktadır. Bu ibâre Allah'u câ'iilu nûris-semâvât... " Allah göklerin ve yerin nurudur varedendir) şeklinde anlaşılabilir." ( Kur'an Meali)
Vahiy nuruyla buluşmayan insan, insan kalbi, evler, çarşılar, caddeler, meydanlar, akıllar ve kalp gözleri kördür ve duygusuzdur. Onlar ki, yerler, içerler, yaşarlar, nefes alırlar, evlenirler, çiftleşirler, yeryüzünde enine boyuna rahat rahat yaşarlar ama, vahiy nurundan yoksun iseler, vay onların hallerine!...
Dün ve bu gündür hasretini çekmiş olduğumuz haslet, vahiy nurudur. Tabii ki, aziz Kur'an; yüksek yerlerden, duvarlardan, kaplı kaplı kılıflar çıkarılmıyor ise, vahiy nurunun orayı aydınlatması mümkün değildir. Şu alıntımızda ifade edildiği gibi:
" Vahiy O âlemlerin nûrundan gelen bir nûrdur. Akılsa gözdür. Vahiy nûru değmeyenin akıl gözü kördür. Akıl gözünün görmesi için vahiy ışığının değmesi şarttır. Varlığın özündeki hareket bu nûrdan kaynaklanmaktadır. Atomdan galaksiye, damladan denize her şey bu nûr sayesinde varlığını sürdürmekte, şu uçsuz bucaksız fezadaki dev cisimler cazibe ipliğine dizilip bu nûr sayesinde tesbihini sürdürmekte , bulutlar bu nûr sayesinde görevlerini bihakkın yapmaktadır.
Tekâmül Allah'ın başta canlılar olmak üzere her varlık için koyduğu değişmez bir yasadır. Âlemlerin Rabbi, her varlığı basitten mürekkebe doğru yol alacak bir fııtratla yaratmış; yarattığına yaratılış gayesini yüklemiş ve bu gayeye kimini yasalara tabi kılarak, kimine de çalışma yasalarını koyduğu akıl ve irade vererek ermelerini dilemiştir. İşte " her tür canlıyı sudan yarattı" (45) âyetinin atıf yaptığı hakikat varlığın tabi olduğu bu tekâmül yasasıdır. " ( Kur'an Surelerinin kimliği, M. İslamoğlu, sayfa 228-229)
Şu âyeti kerime meallerine dikkatle nazar edelim:
" Sen ( ey insan)! Göklerde ve yerde bulunan her bir varlığın -kanat çırpan kuş katarlarına varana dek- Allah'ın yüce kudretini dillendirdiğini fark etmez misin? Doğrusu onların hepsi de, O'na teslim olmayı ve O'nu yüceltmeyi bilmektedir; Allah onların hareketlerini de çok iyi bilmektedir. " ( Nûr sûresi, âyet 41)
Ayet mealinden anladığımıza binaen, " görmez misin?" . Göz görmeye, bakmaya, bakma görmeye, görme fark etmeye yarıyorsa işe yarar. Buradaki " görme" somuttan soyuta, görünenden görünmeyene, eserden müessire, fiilden faile, sanattan sanatkara ulaştıran akleden kalbin eylemidir. Dolayısıyla,
Allah'tan bağımsız bir varlık alanı yoktur. Bilinçli bilinçsiz tüm varlıklar, O'nun Rab oluşuna birer atıftırlar. Âlem O'nu gösteren bir parmaktır.
" Zira göklerin ve yerin hakimiyeti Allah'a aittir ve nihâî dönüş yalnızca Allah'adır." ( Nûr sûresi, âyet 42 )
" Mesela şu yasaların tümü Kur'an'a aittir: - Tohum ekmeyen ürün alamaz. - Çalışan kazanır, yatan kaybeder. - Öz benliklerini değiştirmeyenlerin toplumunu Allah değiştirmez. - Allah her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kılmıştır. - Allah sapıklardan başkasını dalalete sürüklemez. - Allah hakikatten kayan kişinin, kalbini kaydırır. " ( a. g. e. sayfa 229)
Netice olarak;
Aziz Kur'an'ın davetini, nûrunu, çağrısını iyi bilmek, ona göre gerek toplum hayatımızda gerekse aile ve fert planında ona göre yaşamamız lazımdır.
Bilhassa, çağımızda ve günümüzde tüm bu gerçeklerin, güzel ve muhteşem olguların sorulması, yaşanması bir zorunluluktur. Aksi halde, alemi İslam'ın yerlerde yüz üstü sürünmesi, Müslüman fertlerin de onun bunun kapısında sail durumuna düşmesi mukadderdir.
Kapılarına seğirtmiş olduğumuz Batı dünyası, tamamen Kur'an'a arkasını dönmüş, onun emirlerinin, yap dediğinin yapılmamasını istemekte, tamamen, kendi sapık görüşleri doğrultusunda idame-i hayat edinilmesini arzu etmektedir.
Örneğin, Fransa ülkesinde, sokaklar, bir kısım kirli, mülevves, İslam'a zıt, düşman, Hz. Muhammed (sav)'e küfür içeren tabelarla, levhalarla, karikatürlerle dop doludur.
Halbu ki, hiç bir Müslüman fert, Hristiyanlığın kutsal kitabı İncil'e hiç bir zaman yan gözle, eğri bakışla bakmamakta, onun içerisinde " Hak kelamı vardır" diye hürmet göstermektedir. Son sözler olarak;
Müslümanların, kendilerine bir çeki düzen, kendilerini dizayn etmeleri, dini, vahyi, nebev bir haslettir. İslam ilim adamlarını da, bu hayatî mes'eleye el atarak, hikayeden, gerçek dışı anlatımlardan uzak durarak, Vahyi anlatmaları, onun nuruyla alemi nurlandırmaları üzerlerine düşen bir görevdir.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın