TÜRBELERİNDEN MEDET BEKLEMEK
EVLİYA VE EVLİYA TÜRBELERİNDEN MEDET BEKLEME!,,
" Kaldı ki, onların kendilerine yalvarıp yakardıkları kimseler var ya; -( Allah'a) en yakın sandıkları hangileriyse- işte onlar bile Rablerine yakın olmak için var güçleriyle çaba gösterirler ve O'nun rahmetini dilenip cezasından da korkarlar: çünkü senin Rabbinin azabı, her daim kaçınılması gereken bir ceza olmuştur." ( İsra sûresi, âyet 57 )
Malumdur ki, insan; yeryüzüne günahkâr, suçlu olarak gelmemiştir. Bilakis, insanlar, doğuştan günahsız doğduğu için, Hriistiyanların ileri sürdükleri gibi , İsa (as)'ın çarmıha gerilerek can vererek kendisini feda etmesiyle, Hz. Adem ve Havva annemizin işlediği suçtan insanları kurtardığı şeklindeki bir kurtarma inancına da lüzum yoktur.
Ama, ne hazindir ki, bilhassa bizim ülkemizde yaşandığı gibi, sürü sürü evliya geçinenlerin, otağ kurmuşların, binlerce müridan toplayarak onları kurtardığı şeklinde birilerinin diğerlerini kurtarması, elinden tutması, Allah ile kul arasında aracılık yaparak kendini feda etmesi anlamında bir " kurtarma" fikri ve düşüncesi aziz Kur'an'ın emirlerine, beyanlarına ve ifadelerine tamamen ters düşmektedir.
Çünkü, yüce İslam'da ferdi sorumluluk, özgürlük esas olduğu için, ortalarda " ete kemiğe bürünmüş" olan bir kısım zavallı, biçare, kendisine bile hayrı hasenatı olmayan, kendisinin ne olacağını bilemeyen birisinin sair insanların günahlarını üstlenmesi, affı içini aracılık yapması olmadığı aziz Kur'an'da açık bir şekilde izah edilmiş ve açıklanmıştır.
" Niitekim o şunuda bilir ki, inkâr edenler iman edenlere; " Sizi bizim yaşam biçimimize uyun, günahınız bizim boynumuza olsun" derler. Oysa ki onlar berikilerin hiçbir günahını yüklenecek değiller; besbelli ki onlar sadece yalancıdırlar." ( Ankebut sûresi, âyet 12 )
" Şefaat fikri pek çok İslam âlimi tarafından- Kur'an tarafından açıkça reddedilmesinden dolayı- İslam'a aykırı bulunarak reddedilmişse de , İslam geleneğinde ahirette şefaatin söz konusu olabileceği fikrini benimseyen , savunan, hatta oniun bir akaid esası olduğunu öne sürenler de olmuştur.
Özellikle Sünni gelenekte yaygın ve hakim olan ve Peygamberler yanında evliyayı ve salih kişileri de içine alacak kadar genişletilen bu görüş, ağırlıklı olarak bir takım hadis rivayetlerine dayanmaktadır.
Fakat son zamanlarda yapılan araştırmalarda, bu tür rivayetlerin hem isnad, hem metin açısından bünyesinde barındırdığı ciddi problemlerden dolayı , bu konuda kesin bir delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı soniucuna varılmış olması , ayrıca bu rivayetlerin tamamı sahih olsa bile- ahad kategorisinde oldukları için- Hz. Peygamber'e kesin olarak aidiyetinden söz etmenin mümkün olmayışı, Sünni geleneğin bu konudaki görüşünü yeniden gözden geçirmesini de zorunlu kılmaktadır." ( A. Zaman İlmihali, sayfa 120, H. Kırbaşoğlu)
Maalesef, ülkemizde evliya geçinenlerin ortalarda dolaşmasından, vurgun, ticaret, sömürme uğruna yüz binlerin sömürülmesinden mütevellit bir sıkıntı, bir ızdırap yaşanmaktadır.
Kimileri müritlerine " bir kase çorba içirerek", kimileri " çürümez kefen " satarak, " peygamber nalini" adı altında ticaret yaparak, şeyhlerinin ellerini, ayaklarını öperek, yalayarak bir devran sürdürdükleri müşahade edilmektedir.
" Ete, kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm" düzmece sözleriyle, kitleler mahvı perişan edilmektedir. Bakıyorsunuz, bir yerde deprem olmuş, hemencecik Şeyh devreye girerek " Dur! Ey deprem" emrini vererek deprem faciasını durdukları yalanı ile insanları kandırdıkları alenen görülmektedir.
Bir kase çorba uğruna yüz binlerce insan, Menzil köyüne akmaktadır. Neden ve niçin? Menzil köyü, tezgahını kurmuş, köy şehirleşmiş, her türlü alış veriş,ticaret gırla gitmektedir. Ticaretin tamamı tarikatın kasasına akmaktadır. Şeyhin kasası dolar iken, binlerce gariban insanda, medet, kurtarılma, cehennemden azat olma ümitleri beklemektedir.
Sonuç yerine;
Tarikat evlerine, şeyhin ayaklarına kapanan, yapışan biçare insanlar, bir türlü kurtuluşu ne İslam'da görmekte, ne Kur'an okumakta, nede böyle bir uygulamanın Resulullah (sav)'in emirleri arasında olmadığını bilmemektedir.
Bazan bendeniz düşünemeden edemiyorum. Bu milletin önünde yürümüş binlerce alim, bilgin, bilgili insanları yaşamışlar, ömürlerini tamamlayarak ahiret yurduna göçmüşlerdir. Oysa ki, hiç bir insanımız, bu alimlerin yani, ne Ebussuud , ne Zembilli, ne Molla Gürani, nede son devir alimi olan Elmalı'lı Hamdi'yi, Ahmed Akseki'yi bilmemekte, Akif'i tanımamakta, İkbal'in ismine tesadüf etmiş değildir.
Ama, bu garibanlara kim "kurtarıcı" fikrini aşılamışsa, " ahirette elinden tutarım" sözünü vermiş ise, onları bir bir tanımakta, isimlerini duyar duymaz, havalara uçmaktadırlar.
Hamdolsun ki, ülkemiz, ilmiyle amil, ameliyle meşhur, insan yetiştirmekle, Kur'an'a hizmetle önde yürüyen, alimlerle, büyük büyük hafızlarla, rahmetle anılacak bir ülkedir.
Tarikatçı zümrecikler, Tayyar hocayı tanımaz, Gönen'liyi, Aşıkkutlu hocayı, bilemezler. Haseki eğitim merkezlerini açarak, fakir fukara çocuklara istikbal olan isimleri tanımak istemezler. Çünkü, bu isimler, evliyalık, aracılık, kerametçilik oyunları oynamamışlar, kitleleri, masumları kandırmamışlardır.
İsimleri unutulmuş gitmiş ama, onların hayri hizmetlerini, emeklerini, sayü gayretlerini bir unutmayan, amel defterine yazmış bulunan biri vardır ki, işte o ALLAH-Ü TEALA'dır. Bu şeref onlara yetmez midir?.. Cümlesini rahmetle anıyorum.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın