SURİYELİ KOMŞUM !..
" Muhacirler'in ve Ensar'ın önderlik yapan ilkelerine ve iyilik yolunda onların izini takip edenlere gelince; Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razı olmuştur; ve onlar için zemininden ırmaklar çağlayan ebedi kalacakları Cennetler hazırlamıştır. İşte budur büyük mutluluk." ( Tevbe sûresi, âyet 100)
" Tekrar de ki: " ( Durmayın), değer üretin! Nasıl olsa ürettiğiniz değeri Allah görüyor, O'nun Elçisi de, mü'minler de... En sonunda görülemeyeni ve görüneni ayrıntılarıyla Bilen'in huzuruna çıkartılacaksınız, Nihayet O size yapıp-ettiklerinizi bir bir haber verecektir." ( Tevbe sûresi, âyet 105 )
Bu günkü konumu, komşum bir Suriyeli aileye ayırmak istedim. Niçin ve neden? Çünkü, gerek gayri müslim ve gerekse müslim komşularımla iyi geçinir, kul haklarına riayet eder, azami gayreti gösteririm.
Çünkü, önderimiz Resulullah (sav) ve sahabe-i kiram ve hatta mezhep imamı İmamı Azam Ebu Hanife ve benzeri büyüklerin böylesi tutum ve davranışlar içerisinde olduklarını yakinen bildiğim için, böylesi büyüklere uymaya, onların izlerinden gitmeye çalışırım.
Ve bir gün, komşum Richard ve Annet'in ayrılacaklarını, boşanacaklarını duydum ve üzüldüm. Bayan Annet bir gün dedi ki: " evimi boşaltıyorum, ama, size yeni bir komşu gelecek, bol çocuklu ve hem de Suriyeli bir mültecidir" dedi.
Derken, aradan biraz zaman geçtikten sonra, bir gün Suriye'li komşum yan tarafımıza, bir önceki Richard ve Annet'in boşaltmış oldukları eve gelip kondular. Ama, hem de ne konma!..
Beş küçük çocuk, bir karı kocadan müteşekkil bir aile!.. Geldiler ve girdiler eve.. Bir gün geçti, iki gün geçti bir tık ses yok!.. Görebildiğim kadarı ile, bu aile, ilticacı ve oradan geldiler!..
Üçüncü gün, bizim Hacı hanım, içli köfte yapmış, "misafir gelecek, çocuklarda gelecekler!" diye mes'eleyi izah etti. Hanım dedi ki: " Komşulara bir kaç köfte götürsem, kimdirler, kim değildirler, bir de bunları öğrensem" dedi.
Ve bizim hacı hanım kapıyı çalmış, aman Allah'ım!.. bir de ne görsün?. karı ve koca beş çocuğun yatacakları yatakları yok, ağızlarına alacak yiyecekleri yok, hepsi ser sefil, per perişan bir halde, kapı açılınca, sanki " Hızır" gelmiş gibi hepsi birden kapıya koşmuşlar!..
Hacı hanımın götürmüş olduğu köfteler bir hamlede bitirilmiş, "dahası lazım, daha yok mu?" dercesine, rica eder gözlerle, tavırlarla, boyunları bükük bir halde hanıma bakarlar..
Hacı hanım, hemen izi üzerine geri döndü: " Kalk! Duracak zaman değil, bu insanlar aç, bi ilaç! Ne yaparsan yap!" dedi.. Sanki, ben yaşıyormuşum gibi, o ızdırabı kendi evimde hisseder gibi, hanıma dedim ki: " Misafirler için yapmış olduğun bir tencere köfteyi, derhal komşulara götür, misafirlerde umduklarını değil, bulduklarını yerler" dedim.
Akabinde, düşündüm, bunlar için, bu garibanlar için, bu Allah misafirleri, muhacirler için ne yapabilirim? düşüncesine daldım. Çünkü, yerlere sermeleri için yataklar lazım, mutfakta kullanmaları için tas-tabak, tencere kazan gerek.
Sağ olsun!.. Damat Abdurrahman'ı aradım. Çünkü, duracak zaman değildi. Abdurrahman'ın sosyal yönü kuvvetli, acıması tez, elindekini, avucundakini yok demeden veren bir tip!..
"Abdurrahlman!.. Yetiş!.. Sana acilen işimiz düştü.. Kimi tanıyorsan, kimi biliyorsan, tüm dostları seferber et, yiyecek, giyecek, yar, yatak, kap kacak, koltuk, sandalye, kanape ne getirirlerse getirsinler!" dedim.
Allah razı olsun!.. Abdurrahman; hemen koşup geldi.. Sağa, sola, tanıdığa, tanımadığa, konuya, komşuya hatta Hollandalı komşulara bile durumu izah ederek, seferber olduk.. Allah'a hamdolsun ki, gayretimiz netice vermiş oldu.
Hay maşallah!.. Araba araba, kamyon kamyon, jeep jeep eşyalar, giyecekler, yiyecekler gelmeye başladı. Tabii ki, geldikçe, bizler sevindik, çocuklar karınlarını doyurunca, bizler doymuş gibi, mutlu olduk!.. Şimdi, komşumuz, yerleşti, arabasını aldı, evini düzene soktu ve sıkıntısız bir şekilde çocukları ile birlikte yaşayıp gitmektedir.
Tüm bunları neden ve niçin anlattım? Bir enaniyet, bir gurur, bir üstünlük olsun diye değil!.. Tamamen insanilik, Müslümanlık, muhaceret düşüncesiyle bunları anlattım. Varsın, Bolu Belediye Başkanı, Suriyeli garip gurebayı kapı dışarı etsin.. Onların ekmeğini vermesin, içtikleri suyu bile çok görmüş olsun!..
"Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" demiş İbrahim Hakkı merhum.. Oysa, Bolu da, Gebze'de, Düzce'de doğal afet deprem olduğu zaman damarlarımızda kan kalmamıştı, üzüntüden, depresyondan ve acı duymaktan!..
Netice olarak;
Aziz milletimiz, yani Türk insanı kadar merhametli, hissiyat sahibi, acıma duygusu tez, bir başka millet bulmak mümkün değildir.
Anadolu veya Türkiye topraklarına yerleşmiş olduğumuz bin yıldan bu yana, işimiz, gücümüz, huyumuz, suyumuz, yaşantımız bu olmuştur!.. Garibe yardım etmek, garibanın elinden tutmak!..
Onun içindir ki, fazla zengin bir millet olmasak da, ekmeğimizin yarısını biz yeriz, kalan yarısını da Suriye'liye, Afgan'lıya, Pakistan'lıya, Irak' lıya ve sair muhacirlere yediririz Çünkü;
Medine'li Ensar bunu yaptığı için, Talha (ra); evini peygamber misafiri Ebu Hüreyre'ey açarak, bir kâse çorbasını misafirine ikram ettiği için, bizlerde İslam'ın İsar ve diğergamlık emrine sadık kalarak, " Baş üstüne!" diyerek aynısını yaparız.
Varsın Suud'lu Selman kral, egosuna kurban olsun, yesin, içsin, aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar dünyadan gam almaya, neşe ve eğlenmeye devam etsin!.. Yunus Emre'nin dediği gibi;
" Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz" bizim ilke ve düsturumuzdur. Kime kaldı bu dünya? Resulullah (sav)'e kalmadığına göre, hülefa-i raşidin hezaratına kalmadığına göre, Fatih'e, Yavuz'a kalmadığına göre, muhacir düşmanlığı yapanlara mı kalacaktır? Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın