Su-i Misal Emsal Olmaz
İki Meselemiz – Şeriat ve Tasavvuf
Şeriât kelimesi belki birçok insan hatta birçok müslüman tarafından kullanılmamakta ve korkulu bir bakış açısıyla ötelenmektedir. Halbuki şeriât hiç de abarttıkları gibi değildir. Kelimenin özüne inelim. Şeriât kelimesi "ش ر ع" (şe-ra'a) kökünden gelir. Bu kelimede hüküm, kural, kanun koymak fiil köküdür. Yani şeriat kelimesi de bu kökenden türemiş olup kanun, hüküm; özel manada da İslam Hukuku demektir. Bir müslüman neden Allah'ın hükümlerinin içinde barındığı bu kelimeyi duymak, kullanmak istemesin ki? Müslüman aslında teslim olan demektir kendini Allah'a ve O'nun emirlerine kul edendir. Allah'a teslim olmayan kişi kendine niye müslüman diyor o halde? Bu durum herkesin vicdanı ile tartışması gereken bir meseledir.
Felsefeli, Sosyolojili Şeriat Mümkün Ya Tasavvuflu?
Şeriat ile Tasavvuf'un ilgisi aslında zorunlu bir ilgidir. Yani tasavvuf şeriatsiz olamaz demektir. Şeriat tasavvufsuz olabilir diye de tasavvufu çöpe atmayız, nasıl bilimsiz din olur diyebildiğimiz halde bilimden yararlanıyorsak, tarihten, felsefeden yararlanıyorsak Tasavvufu bize tek kalemde silmemizi söyleyen de kimdir? Bu art niyetli bir girişimin tezahürüdür. Biz tasavvufa bir "meyve, süs" cihetiyle bakıyoruz müslümanın imanına, ibadetine süs olacak güzelleştirecektir, yani kişinin şeriâtı daha iyi yaşamasını sağlayacak bir etkinliktir bu. Allah Teâlâ bunu emretmektedir. Ayetlerde “ittika” etmenin yani takvayı kuşanmanın gerekli olduğu vurgulanır.
Şöyle bir ayrım yapmak gerekecektir Şeriât, Allah'ın bizzat kendi ve peygamberleriyle koyduğu hükümlerdir. Bu hükümlere ek olarak da kullarından takvayı ve ihsanı istemektedir.
Tasavvuf içinde takvayı ve ihsanı barındırıyor ancak beşeri temasları da içerdiği için her yerde her koşulda bazen tam bir şekilde istenen elde edilemeyebiliyor. O yüzden her tasavvuf akımı ile ortaya çıkan oluşumları hak olarak kabul edemeyiz. Nasıl ki her islâmi oluşumu kabul etmeyip ehl-i sünnet akidesine göre eleme yapıyorsak tasavvufun da ehl-i sünnete göre olanı indimizde makbuldür. Tesettür ayetini inkar edip Mevlana hakkında kitap yazıp “Buda”yı da seviyorum diyen sahte mutasavvıfları görmüyor değiliz. Ve daha türlü türlü cürüm işleyenler İslâm düşmanlarının ekmeğine bal sürmekteler. Ki bu tip sahtekarların da düşmanların bir oyuncağı, planı olması da pek muhtemeldir.
Tasavvuf Yol Öğretir
Misâl, Allah'ın bir emri ve takvanın gereği olarak kişinin namahreme zaruretsiz bakmaması, bakışlarını muhafaza etmesi gerekir. Tasavvuf ise bu noktada fikir önerileri sunar; evden (çok) çıkmamak, çarşıda pazarda çok bulunmamak, inzivaya çekilmek, ayaklara bakarak yürümek (nazar ber kadem) vd. Şimdi biz bunu şerî bir emir olarak alırsak herkesin inzivaya çekilmesi zorunlu mu olacaktır, yahut ayağına bakmadan yürüyen haram mı işlemiş olacaktır? Hayır. İşte tasavvufu şeriaatten ayıran şey zorunluluk/nas açısıdır. Tasavvuf yol ve yordam öğretir şeriatın yaşanmasında kolaylıklar sağlar. Kişi kendine göre bu noktada tasavvufun öğretilerini hayatına alıp tercihini yapar. Kimi mutasavvıflar mağaralarda inzivaya çekilirken kimileri de “halk içinde Hak ile olmak” yolunu seçmişlerdir.
Alimler Kimdir?
Bu noktada diğer bir soru akla gelecektir bu tip tasavvufi öğretilerin bizim için bağlayıcılığı nedir?
"Alimler peygamberlerin varisleridir." (Ebû Dâvûd, İlim, 1) Hadis-i şerifi olmasa bile aklen dahi dinin emirleri hakkında konuşup insanlara öğütler verebilecek kimselerin “İslâm bilginlerinden” olması gerektiği tartışılmayacak bir gerçektir. Bununla beraber ayet-i kerimelerde de açıkça Allah Teâlâ "Kulları içinden (hakkıyla) ancak âlimler Allah'tan korkarlar" (Fâtır Suresi:28) buyurmuştur. Yani Cenâb-ı Allah bilmeyenlerle bilenleri eşit tutmamıştır. Din hakkında konuşup fikir üretebilecek kimselerin Allah'tan korkan âlimlerin olabileceğini anlamış oluyoruz. Büyük mutasavvıf âlimler kim pekâlâ? İmam Gazali, İmam-ı Rabbani, Mevlânâ Halidi Bağdadi, Mevlâna, Şah-ı Nakşibendî, Şeyh Abdulkadir Geylani (rahmetullahi aleyhim) ve daha niceleri. Bu kimseler şerî ilimleri en iyi şekilde tahsil etmişler ve buna mukabil tasavvuf öğretilerine başlamışlardır. Burada tek tek onların hayatlarını ve ortaya koyduğu eserleri yazmak ile uzatmayacağım çünkü bu konu hakkında araştırma yapmak isteyenler başta TDV İslam Ansiklopedisi ve gerekli kütüphanelerde birçok kaynak bulacaklardır.
Su-i Misâl Emsal Olmaz
Klasik bir soru: "Tasavvufu neden inkar ederler, Tasavvufu ve Tasavvufu yaşayan âlimleri neden önemsemeyenler de var ve bunların bir kısmı da müslüman cenahtan"
Cevap şu olmalıdır, Tasavvuf, mutasavvıfların Kurân ve Sünnetten elde ettikleri öğretileri ortaya koydukları İslami İlimlerden bir daldır. Ancak her alanda olduğu gibi bu alanda da yetkin olmayan kimselerin hoca, derviş, şeyh kılığında yozlaştırma ve fesad çabaları tarihi bir gerçektir. O yüzden birçok insan sahte hoca ve dervişleri söz konusu edip dinden, ahlaktan, ihsandan soğuyorlar. Bununla kalmayıp içte ve dışta İslam kisvesi altında ellerinde Kurân olan terör örgütleri yüzünden müslümanlar ve Kurân okuyanlar da terörist gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Dinden Hemen Soğuyanlara Sual
Neden bunlar kumarbazları, zengin para babalarını, dolandırıcıları, iddiacıları, ahlaksız yönetmenleri, ahlaksız siyasileri sebep edip paradan, zevklerden, sinemadan, siyasetten soğuyamıyorlar!
Çünkü dini ve ahlaki öğretileri inkar etmek ancak kişiyi günahlara dalmakta özgür kılacaktır. Bunu mübahlaştırmak için de kişiler "su-i misal emsal olmaz" kaidesini unutup kötüleri misal verip genelleme yapıp soğuma fiili gerçekleştirirler.
Ahlaklı bir ateistin var olması müslümanın ondan daha ahlaklı olmadığını göstermez. O yüzden onlar hayvanları besleyen, teknolojik eşya üreten, çeşitli kabiliyetleri olan ateistleri, bilim insanlarını gösterip dinden soğunmasını beklemesinler. Biz bunlardan daha iyisini yaptık ve yapıyoruz. Çünkü biz dünyaya “ahlakı” öğreten Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetiyiz…
Ne mutlu Müslümanım diyene…
Facebook Yorum
Yorum Yazın