ŞEFAAT !...
" Kim haklı bir dâvâya katkıda bulunursa, onun tüm getirisinden bir pay alacaktır; kim de haksız bir dâvâya katkıda bulunursa, onun tüm vebalinden bir pay alacaktır: Zira Allah her şeye bir ölçü koyan, koyduğu ölçüye sahip çıkandır." ( Nisâ sûresi, âyet 85)
Allah'ın esmasından olan Mukîr'i Hasîb, Hâfız ve Kadir ile karşılamak , onlarla eşanlamlı yapmaktır. Oysa isimlerin farklılığı mânanın farklılığını gerektirir. Dahası bu isimler Kur'an'da ayrı ayrı gelmiştir. İbn Fâris'in açıklaması ışığında Mukît, " ölçü koyup o ölçünün korunması hususunda titizlenen"dir. Rızık ve azık hakkındaki ölçü de buna dahildir. ( Kur'an-Meal-Tefsir)
Konu başlığımız, mes'elenin mahiyetini, ne olduğunu bizlere ayan beyan açıklayacaktır.
Maalesef, ülkemiz günlük hayatında bu şefaat anlayışı farklı şekilde tezahür ederek, insanlara rol biçmekte, kişileri " kurtarıcı" şeklinde lanse etmektedir. Bu sebeple, çoğu okumamış, Kur'an'ı bilmeyen, anlamayan kimseler mutlaka bir şefaatçı arama yoluna girmişler, bulduklarını zannederek kimi fanilerin eline, eteğine yapışarak onlardan istimdat ümit etmektedirler. Bilhassa,
" Tasavvuf kitaplarında Abdülkadir Geylani'nin nasıl şefaat edeceği şu şekilde anlatılmaktadır: " O şöyle derdi: Müridim iyi olmadığı zaman ben iyiyimdir. Rabbimin izzeti hakkiçün, ben şarkta bulunduğum halde, elim devamlı olarak garptaki müridimin başı üstündedir. Eğer, onun bir ayıbını sezersem , doğrudan elimi uzatır ve onu örterim.
Rabbimin izzetiyçün, kıyamet gününde benim bütün müritlerim geçinceye kadar cehennemin kapısında duracağım . Zira Allahu Teâlâ müritlerimden hiç birisini ateşe koymayacağına dair bana söz verdi. Her kim bana intisap ederse, onu kabul eder ve ona yönelirim. Kabirde hiçbir müridimi korkutmamaları için Münker ve Nekir meleklerini yakaladım." Bu sözler kime ait olursa olsun, tam bir tuğyanı ifade etmekte ve Allah'a ortaklar tahayyül edildiğini göstermektedir.
Said Nursi, küçüklüğünde kaybolan bazı eşyalarını ararken Geylanî adını andığında hemencecik bulduğundan bahsetmektedir. Yani Geylanî adını tevessül etmektedir. Hâlbu ki İslâm'ın en tartışma götürmez iman esaslarından biri, Allah'la kulu arasında kimsenin girdirilemeyeceği ve Allah'a dua etmek için herhangi bir zatın aracı yapılmasının kesin bir şirk olduğudur." ( İktibas, Ocak 2011, sayfa 11)
Ne acı ki, fani insanlar, kollarını açarak diğer fani insanları kurtarma telaşındadırlar. Ülkemizde, her köşe başında böyle bir şirk temsilcisi dergahını açmış, insanları tuzağına düşürerek onları kurtarma (!)gayreti içindedir.
Genelde, bunların tuzaklarına düşen insanlar saf, okumamış, Kur'an bilmez, İslam'dan haberi olmayan insanlardır. Çünkü, vicdan huzuru ile ölmek, can vermek, hesapsız, kitapsız olarak Allah'a teslim olmak için bunların kucaklarına düşmektedirler.
Yıllar öncesi, Medine'de görevli bulunuyordum. Hacılarımdan bir tanesi ki, yaşlı bir insandır. Bağdat şehrinde yolların kalabalık olması sebebiyle, Hacılara,Geylani'nin türbesini ziyaret ettirememiş, mes'eleyi dönüşe bırakmıştım.
Bu sebeple, işte mürit hacılardan bir tanesi ile makamda yüz yüze gelmiş bulundum. Söz konusu hacı, ellerini açarak bana beddua etmeye başladı. Beni, burada medfun bulunan Rasulullah'a şikayet edeceğinden bahsetmişti.
İşte, tam o anda, hacıya şunu söyledim. " Hacı efendi, aradığın makam sahibi buradadır. Burada ne Geylani vardır, nede onun şefaat etme imkanı!.." dedim. Bu sözlerime rağmen, mürit hacı efendi bildiğini tekrar ediyordu. "Hayır efendim!.. Ben Geylani hazretlerini görmek istiyorum. Lütfen beni ona götür" dedi.
Hakikaten, hacı efendi de bir heyecan yoktu. Bir duygusallık bulunmuyordu. Bağdat'a yeniden döndüğümüzde kafileyi Geylani'ye götürdüm. Bendeniz, aynı hacının Geylani'ye karşı aşkına, sevdasına, heyecanına bakıyorum. Mübarek zat (!), daha otobüsten iner inmez, türbenin demir korkuluklarına yapışarak bağırmaya sayha koparmaya başlamış oldu. Bütün sinirleri boşalmış, camii bekçisinin engel olmasına rağmen, oracıkta bayılıp düştüğüne şahit oldum..
Şimdi , soruyorum bu mudur Allah aşkı, Rasulullah sevdası ve Geylani sevgisi ve kurtarıcılığı?..
Netice olarak;
Maalesef,bu anlayış şekli İslam'ı içten içe çökertmekte, zelil ve rüsvay etmektedir. Halbu ki, insanlar hür, özgür ve vicdanen kimsenin altına yatacak durumda değildir.
Olabilir ki, Geylani merhum bir alim olabilir, müritieri çok olabilir.. Ama, kimseyi kurtarmaya, kimseye şefaat etmeye hak ve dahli bulunmamaktadır.
Aziz Kur'an böylesi bir iğretiliğe tevessül ederleri kınamış, ayıplamış ve çirkinlikle karşılamıştır. Burada sormadan edemiyorum: Hangi sahabe-i kiram böyle bir rezilliğe tevessül etmiştir? İnsan kurtarmaya teşebbüs etmiş veya münker ve nekiri huzurdan kovmuştur?
Onun içindir ki, çağın Müslümanları bilgin, bilgili ve takva sahibi olmalıdır. Allah ile kendileir arasına hiç bir faniyi alet ederek sokmamalıdırlar.. Çünkü, yüce Allah, her insanı, her mü'mini özgür ve iradeli yaratmıştır. Hiç bir faninin himmet ve iradesine teslim etmemiş ve böyle bir yetkiyi de kimseye vermemiştir.
Rabbimiz!.. Bütün mü'minleri iradelerine bihakkın sahip çıkmaya. özgürce, Mü'mince davranmayı nasip eylesin!..Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın