Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

NE YAPMALI ?..      

Ne yapmalı veya ne yapmalıyız?.. Elbette, yapılacak çok işler vardır. Her zaman ifade etmiş olduğumuz gibi, Kur'an, Sünnet ve yeniden diriliş. Neyin dirilişi? 

     Elbette, ölümden sonra dirilmeye, hesap vermeye, ahiretin var olacağına sonsuz imanımız vardır. Lakin, Kur'an, sünnet ve yeniden dirilişte, berzahtan, kabirden, ahirette dirilişten , çok az, ama çok bahis bulunacaktır. Neden?

     Çünkü, biz ümmet olarak, millet olarak , daha hayatta iken, daha mevt olmadan, ölümü yaşayan canlılar olduğumuz için , yeniden diriliş diyoruz. Ölü canlar, ölü ruhlar...

     " Kur'an ve sünnete dönüş, içtihad geleneğinin diriltilmesi, emperyalizme ve istibdat yönetimlerine karşı cihad ruhunun canlandırılması !.. ( Nida, sayı 137, say. 53) 

     Türbeden, mezardan himmet, istimdat bekleyenleri, ölü ruhlarına ithaf edilen, 7 nci güner, kırklar, elli ikinci günlere "Dur" diyebilmek için , konumuza "ne yapmalı?" diyerek, yeniden diriliş demiş oldum. 

     Elbette, çoluk, çocuğunun rızkını, sigarada, içkide israf edenleri, sarhoş beyinleri uyarmak için , ne yapmalı? demiş oldum konumuza. 

     " Sırf eğlence adına kırılan tabaklar, havada uçuşan dolarlar, patlatılan maytaplar israfın kronikleştiğini göstermiyor mu? " Öyle değil mi? Nice beyinsiz, tam takır olmuş kafa, keyfe gelince, sarhoş olunca , sırtındaki giyindiği elbisesini yakacak kadar çılgınlaşmıyor mu?  Efendim, zamane değişmiş, kafalarda, zevk ve eğlencelerde değişmeliyimiş (!). Dans çeşitleri , tango, wals vs.

     " İbretlik bir Afrika özdeyişi vardır: " Batılılar geldiğinde ellerinde İncil,bizim ellerimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise, bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız vardı." ( Nida, sayı 139, say. 5) 

     Aynı acııklı halimizi, ülkemizin her tarafında müşahade etmemiz mümkündür. Bazan taziye evlerine gidiyoruz. Oralara tebelleş olmuş kimseler, orada toplanan kimselere gözlerini yumduruyorlar, kat'iyyen açmamalarını istiyorlar.  Demek ki,

     Taklit, taklitçilik, modernizm , modernite gibi içi boşaltılmış kelimeleri iyi anlamak, iyice irdelemek mecburiyetindeyiz. Amentümüz, namazımız, zekatımız, oruç ve haccımız , hülasa , bütün kutsallarımız bize, millet olarak, yön, yöntem, metodoloji vermeliydi. Ama, veremedi, vermiyor. Neden?

     " Bizde modernizm, katedrallerin gölgesinin, mü'minin secdesine düşmesi demektir. Batılı imrenişlerin , batı karşısında düşüklük hissedenlerin, kendi insanına ve Muhammedî imana karşı öfkelerini dillendirdikleri bir meydan okumalarıdır." ( Nida, sayı 139, say.5) 

      Doğruyu, doğruları söylemek gerekirse, bende bir din görevlisi, bir din adamıyım. Ama, kenardan, köşeden dolaşarak zaman öldürdüm. Gelenekten kurtulamadık. Kur'an'a, sünnet'e dönemedik. Emeviyye uyduruğundan İslâm'ı kurtaramadık. Halen de bu minval üzere, kitleleri, cemaatleri uyutmaya, uyuşturmaya devam ediyoruz. 

     Hz. Hüseyin'i şehid eden Ömer Bin Sa'd, dile getirdiği şiirinde derki: " Öldürdüm ben, öldürülmesi yasaklanan bir kralı. Öldürdüm babası ve anası en hayırlı olanı. Çünkü onlar idi insanlığın soyca en hayırlıları.." 

     Ömer Bin Sa'd, Resulullah'ın okçusu, büyük komutan Sa'd B. Ebi Vakkas'ın oğludur. Ne hazin ki, Ömer, Hz. Hüseyin gibi, bir yiğidi, bir civanı ve ahfadını hunharca şehid ederek, tarihin en büyük zulmünü icra etmiştir. 

     İstiyoruz ki, bu mes'eleleler, kürsüye, minbere getirilsin. Korkmadan, ürkmeden, çekinmeden. Bendeniz, bu tür acı gerçekleri dillendirmekte bir sakınca görmemekteyim. Ve dobra dobra yazmak zorundayım. 

     Netice olarak;

     Düşünmeliyiz ki, II. Abdülhamid Han'ı göklere çıkarıp, büyütürüz. " Ulu Hakan, cennet mekan", " Gök sultan ulu Hakan" vs gibi övücü sözlerle , onu çok sevdiğimizi, saygı duyduğumuzu ifade ederiz. Elbette, bu satırları yazan şahışda, o, büyük insanı çok sevmekte, saymakta ve daima rahmetle yâd etmektedir. Yani,

     Mihrabı, minberi, kürsüyü işimize, hesabımıza, ideolojimize uyduğu oranda kullanırız. Fikrimize, siyasi görüntümüze uygun düşmüyorsa, hak ve hakikat namına hiç bir şeyi tanımıyoruz. II. A. Hamid Han, bir iman insanı, bir Türk insanıydı. Milletini çok seviyordu . Hemde her şeyden çok. 

     "... A. Hamid bir sabah penceresini açıp bahçeyi seyretmeye başlar. O sırada Anadolulu bir bahçıvan çiçekleri ve tarhları sulamaktadır ve padişahtan haberi yoktur. Bahçıvanın yanına yine padişahtan habersiz genç bir Arnavud subay gelir. 

     Bahçıvan birden bire istemeden  bu subayın üzerine su sıçratır. Bunun üzerine öfkelen subay, bahçıvana"- Pis Türk!" diye bağırır. İşte o anda A. Hamid Arnavud subaya: " Unutmayınız ki, ben de Türküm!" diyerek tepki gösterir. 

     Millet sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi  yaratılıştan, fıtrî hasletlerdir. Türkü'yle, Kürdü'yle ve diğer etnisite gruplarımızla bir bütünüz. Allah, bu bütünlüğümüzü ebedî eylesin! Âmin!.. Selam ve dua ile....

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın