KUR'AN'IN PEYGAMBERİ !..
" Kuşku yok ki Allah yolunda çarpışan, öldüren ve öldürülen mü'minlerden Allah, karşılığında Cennet vaad ederek mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu Allah'ın Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da gerçekleştirmeyi üstlendiği bir vaaddir. Hem, sözüne Allah'tan daha sadık kim olabilir ki? Öyleyse sevinin O'nunla böyle bir alışveriş yaptığınız için ; bu, işte budur muhteşem mutluluk!" ( Tevbe sûresi, âyet 111)
Yani, bu ayetten şunu anlamak mümkündür: Profan ticaret dilinin, iman alanına taşınmasına harika ve emsalsiz bir örnek. Dolayısıyla: Anlamsız bir yaşam biçimi olan hayattan, anlamlı bir ölüm yani Hakk'a yürüyüş bin kat yeğdir. Zira Allah yolunda ölmek, ölmemeyi bilmektir.
Kul ve Resul olan peygamber (sav); kendi yaşamış olduğu dönemde, insanca, insan olarak, kul olarak değerlendirilip, etrafında insanlar küme küme toplanır iken, daha sonraları, bir kısım cingöz, kendi menfaat ve ünvanını yükseltme telaşında olan insanlar tarafından, aziz peygamberin konumu, hali, ahvali değiştirilip adeta Allah'la yarış haline getirilmiştir.
Tabii ki, bundan Peygamber (sav), yüceltilmemiş, büyütülmemiş, peygamberi yüceltiyorum derken, kendi üstadlarını, şeyhlerini, gavslarını ve dolayısıyla kendilerini üstün görme hastalığına paralel çalışmalar içerisine girmişlerdir.
Zaten, Hz. İsa'nın, göklere uçurulması, kaçırılması, ölümsüzleştirilmesi bu sayede olmuştur. Şimdilerde, o tarihten bu yana böyle inanılmakta, böyle idrak edilmektedir. Onun içindir ki;
" Peygamber (as) hayattayken de, insanlar ( Müslümanlar) ona dua etmediler. İşlerinin âsân olması için ona yalvarmadılar. Çünkü Peygamber'in, bir tek sözle veya bir tek işaretle bir anda bütün belaları def eden, bütün şerleri hayır eyleyen bir gücün sahibi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
Peygamber (sav) her yönüyle, bir toplumun hayır yönünde değişmesinin, tamamen kendi nefislerinde olan kötü eğilimleri iyiye doğru değiştirmeleri ile mümkün olacağının en güzel örneğidir.
Muhammed (sav) ve onun şerefli ashabı, ne elde etmişlerse tamamen kendi canlarını ve mallarını ortaya koyarak, bütün vüs'atlerini seferber ederek elde etmişlerdir. Hiç bir başarı onlara, tamamen karşılıksız bir armağan biçiminde gelmemiştir.
Şu var ki, hem Peygamber, hem de mü'minler elbette kendi sa'ylarının yanı sıra Rablerine dua etmişlerdir. O'nu her daim imdada çağırmışlardır. İnsan kâdir-i mutlak değildir. Her zaman Allah'ın yardımına muhtaçtır.
İnsan, her türlü reel şartı yerine getirse de, sadece ' İnşaallah' dememesi bile, işlerinin aksaması için yeterli bir sebeptir. Fakat bununla, çalışmaksızın sadece Allah'dan yardım istemek farklı şeylerdir." ( İktibas, Nisan 2008, sayfa 15-16 )
Yani, bu ifadelerden şunları anlamak gerekir. Sahabe-i kiram, bütün varlıklarıyla, hem dünya için, hem de ahiret için çalışma yapıyorlardı. Dünya ve ahiret mes'elesini dengelemişler, birini diğerine tercih etmemişlerdir.
Askere yardım yapılacaksa, bütün güçleriyle seferber olmuşlar, " Aman biz çalışmayalım, melekler göklerden insinler" dememişlerdir. Plan, proğram insanları olmuşlardır, akıl nimetini hiç bir zaman geri plana itmemişlerdir
Hani, Hz. Ömer (ra)'ın: " Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyorum" sözü bizim kulaklarımızda birer küpe olmalı, akıllı, basiretli, bilinçli çalışmalar yapmalı ve düşüncelerimiz bu doğrultuda olmalıdır.
" Peygamber (sav) ahirette hesap görücü değildir. Hesabı görecek olan Cenabı Allah'tır. Allah, hesap görürken hiç kimseyi işine ortak etmeyecektir. Hiç kimse Allah katında şefaat edemeyecektir. Şefaatın tamamı Allah'a aittir.
Ellerinde Allah'ın Kitabı Kur'an dururken Müslümanların şefaat senaryoları yakıştırmaları, hiç de tevhidî değildir. Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını istemekte, karşılığında cenneti vermektedir." ( a. g. d. sayfa 16)
Sonuç olarak;
Çağımız Müslümanlarının, yapacakları, gaye edinecekleri bir husus bulunmaktadır. Sahabe-i kiram İslam'ı nasıl yaşamışlarsa, nasıl hayatlarında tatbik safhasına sokmuşlarsa, bizimde onlar gibi hareket etmemiz, çalışma yapmamız gerekir.
Zaten, Bedir, Uhud, Hendek gibi vesair gazveler böyle olmuş, Müslümanlar düşünerek, plan ve proğram yaparak, mes'eleyi hal etme cihetine gitmişlerdir.
Hiç bir zaman, akıl ve Kur'an dışı bir çelişkiye, yanlışa temayül göstermemişlerdir. Günümüz dünyasında olduğu gibi, şefaat mes'elesi sulandırılmamış, bir kısım aracıları, şeyhleri, Feto'ları devreye sokarak, bunlardan istimdat, himmet, tevessül, rabıta beklememişlerdir.
Resulullah (sav); bir beldeye göndermiş olduğu validen Kur'an, Sünnet ve olmazsa "aklî gücümle hareket ederim", sözlerine memnuniyetini, hoşnud olduğunu unutmamalıyız.Hasılı,
Peygamber (sav)'e tabi olurken, hiç bir zaman onun kulluğunu, Resulluğunu unutmamalıyız. Aksi halde, kul ve Resul oluşunu bir tarafa itersek, aziz İslam'ı, İsevileştirmiş, Hristiyanlaştırmış oluruz!..Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın