Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

KURAN VE BİZ !..

 " Resûl der ki: ' Rabbim! Şüphesiz ki benim kavmim, bu Kur'ân'ı terk edilmiş olarak bıraktılar." ( Furkân sûresi, âyet 30 ) 

      Aziz kitabımız Kur'an; yüce Allah tarafından ümmete hidayet, nur, ruh ve şerefli bir kitap olarak vahyedilmiştir. Bu hususta, müminler arasında, inanmakta, inançta  bir problem, bir sıkıntı, bir çelişki bulunmamaktadır

     Sıkıntı nerededir? Sıkıntımız, aziz Kur'an'la aramızdaki ilişkidir.  Onu, son kitap olarak kabul ediyoruz, emirlerinin hak olduğuna iman ediyoruz, ondan başka yeryüzü insanlığına başka bir kitap gelmeyeceğine inanıyoruz. 

     Ama, ne yazık ki, onun emirlerini uygulamakta tereddüt yaşıyor, bocalıyor, bir türlü emirlerini tatbik safhasına koymuyoruz. Camilerimizde, lebalep Kur'an okunmakta, mezarlıklarda kıraat edilmekte, mevlitlerde ara bölümlerde Kur'an tilavet edilmekte, ama, bunun dışında ümmet ve bilhassa milletimiz , onu, " inanılması gereken bir kutsal " olarak kabul ediyor, ve emirlerini yaşamaktan, hayatımıza yansıtmaktan imtina ediyoruz. 

     " Kâfirler dediler ki: ' Kur'an'ı dinlemeyin  ve okunurken ( anlaşılmasın diye) sesler çıkarın. Umulur ki siz galip gelirsiniz." ( Fussilet sûresi, âyet 26 ) 

     " Onlar hem ( insanları) Kur'ân'dan alıkoyar hem de ( kendileri) ondan uzaklaşırlar. Yalnızca kendilerini helak ederler. Farkında değillerdir." ( En'âm sûresi, âyet 26 )  Şu alıntı yazımı birlikte irdeleyelim: 

     " Ebu Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes b. Şerik bir gece birbirlerinden habersiz Peygamber'in (sav) Kur'ân okumasını dinlediler. Sabah olunca oradan ayrıldılar.

     Yolları birleşip birbiriyle karşılaşınca her biri diğerlerine, ' Seni buraya ne getirdi?' dedi. Sonra bir daha böyle birşey yapmayacaklarına dair sözleştiler. 

     Zira Kureyş gençlerinin onların buraya gelmelerinden haberdar olup etkilenmelerinden korkuyorlardı. İkinci gece biri yapmış oldukları sözleşmeye binaen diğerlerinin gelmeyeceğini sanarak oraya tekrar geldi. 

     Sabah olunca yol onları tekrar buluşturdu ve birbirlerini kınadılar. Sonra bir daha yapmayacaklarına söz verdiler. Üçüncü gece yine geldiler. Sabah olunca bir daha gelmemeye dair birbirlerine tekrar söz verdiler ve oradan ayrıldılar Ahnes b. Şerik, sabah olunca asasını aldı ve Ebu Süfyan'la görüşmek için evine gitti. Ona:

     - Ey Ebu Hanzala! Muhammed'den işittiklerin hususundaki görüşün nedir? dedi. Ebu Sufyan: 

     - Ey Ebu Salebe! Vallahi ben bildiğim ve kastedileni anladığım şeyler dinledim. Sen de bildiğin ve kastedileni anladığın şeyler dinledin, dedi. Ahnes;

     - Yemin ettiğine yemin ederim ki ben de öyleyim , dedi. Ahnes daha sonra Ebu Sufyan'ın yanından çıkıp Ebu Cehil'in evine, onunla görüşmeye gitti. Ona:

     - Ey Ebu Hakem! Muhammed'den işittiklerinin hakkında görüşün nedir? dedi. Ebu Cehil: - Ne işiteyim? Biz ve Abdulmmenafoğulları birbirimizle hep çekiştik. Yedirdiler, biz de yedirdik. Taşıdılar, biz de taşıdık. Verdiler, biz de verdik. Nihayet hepimiz diz üstü çöküp yararlı yarış atları gibi kalmıştık ki ' Bizde kendisine vahiy gelen bir peygamber var.' dediler. 

     Onlara ne zaman yetişebileceğiz? Vallahi asla ona iman etmeyecek ve tasdiklemeyeceğiz, dedi. Bunun üzerine Ahnes yanından kalkıp gitti." ( İbn Kesir, En'âm sûresi, 33. ayetin tefsiri) 

      Hakikaten, bizim millet arasında böyle bir eylem olmasa da, hükmetmek, muhakeme olmak , tedebbur etmek hususlarında perişanız, sınıfta kalmış durumdayız. 

     Kur'an'ı okumak, dinlemek, anlamak ve emirlerini yaşamak yerine, bir bez torba içerisinde yüksek yerlere asmayı, zaman zaman cinden, periden veya iş olsun diye açmayı bir marifet bilmekteyiz.

      " Günümüzde örnek aramaya gerek yok. İçerisinde yaşadığımız toplumun hemen tüm fertlerini bu başlığa tereddütsüz dahil edebiliriz. 

     Sorulduğunda Kur'ân'a inanan, mezarlıklarda, kandil ve mevlidlerde Kur'an okumayı meziyet sayan ve hafız yetiştirmek ile kıvanç duyan bir toplumun içerisindeyiz.

     Ne yazık ki camilerde, türbelerde, mezarlıklarda ya da mevlitlerde okunan bu Kur'ân insanların hayatlarında görünmüyor. insanlar Kur'an'ı sadece " inanılması gereken bir kutsal" olarak kabul ediyor, ancak onun iklimini yaşamıyorlar. 

     Anayasa bakımından ve hayat düzeni açısından demokrasiden pek memnunlar. Allah'ın (cc) dışında kanun yapan insanlar edinmek onlara göre sorun değil. İnanıyorlar; ama amel etmiyor, şirk koşuyorlar." ( Tevhid, sayı 90, sayfa 61, Ö. Akduman) 

     Netice olarak;

     Maalesef, Müslüman millet olarak Kur'anî açıdan perişan ve zelil durumdayız. Bir kere, tedebbür, tefekkür ve tezekkür mevzuunda Allah'ın emrettiği önemli konuları yerine getirmiyoruz. 

     Halbu ki, aziz Kur'an'ı;  istenildiği gibi okumuş, anlamış olsak, tüm çaresizlikler çare bulacak, şifasız görünen dertler şifa bulacak, sokaklarda kadın öldürmeleri, dövülmeleri sona erecek, milletimiz arasında yaygın olan anarşizm sıkıntısı kendiliğinden bitecektir. Çünkü, yüce Allah;

     " Kur'an'dan müminler için ( Şüphe, şehvet, dünya sevgisi gibi hastalıklara) şifa ve rahmet olacak ayetler indiririz. Zalimlerin ise yalnızca hüsranını artırır." ( İsra sûresi, âyet 82) 

     Bu hususta, Müslüman aydınlara büyük mesuliyetler düşmektedir. Bol bol anlaşılmadan indirilen hatiimler yerine, anlayarak hatimler indirmeli, hayatımız huzura kavuşmalıdır. 

      Aksi halde, hali hazır yaşanan kaotik durumlar devam edecek, ızdırabın üstesinden gelemeyeceğiz!.. Rabbimiz, anlayarak Kur'an okumayı nasib eylesin!.. Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın