KUR'AN BU GÜN NAZİL OLDUĞU GİBİ YAŞANAN BİR OLGU DEĞİL
KUR'AN BU GÜN NAZİL OLDUĞU GİBİ YAŞANAN BİR OLGU DEĞİL; DAHA ÇOK ÖĞRENİLEN BİR METİN HALİNDEDİR!..
" Sen ey ağır yük yüklenen ( Nebi)! ( Müzzemmil sûresi, âyet 1). " Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde!" ( Müzzemmil sûresi, âyet 2) " Gece yarısı, ondan biraz eksilt." ( Müzzemmil sûresi, âyet 3) " Veya biraz ilave et; ve oku Kur'an'ı sindire sindire!" ( Müzzemmil sûresi, âyet 4)
Müzzemmil aslı mutezemmil , " üste alınan şey" ile alâkalıdır. Müddessir de bunun aksi mânadadır. " Alta alınan şey" . Zeml , iki asli Mânaya gelir: " Sırtına ağır biir yük yüklenmek " ve " ses". Tezemmele'nin karşılığı olan " üzerine elbise geçirdi". mecazen " yük yüklendi" demek gibidir.
Bu anlam, elbisenin /örtünün insana kattığı görece saygınlığı da kapsar. Eğer " ses" kök anlamını esas alırsak, mâna " ey kendisine seslenilen " olur. Bu kök anlamlar, tercih gerekçemizi teşkil eder. 5. âyet " ağır yük" ile vahyin kastedidiğini ortaya koyar.
İniş nedeni olarak nakledilen rivayetlerde, Nebi, ilk vahyin ardından eşine dönerek " Beni örtün! Beni örtün!" demiştir. Kur'an ifadesiyle, " Kıyamu'l-leyl" sadece "geceleyin kalkışı" değil " gecenin ayağa kalkışını" da ifade eder.
Herkes uyurken, mü'min uyanmakla kalmayıp geceyi dâhi uyandırır. İçerisinde namaz geçmiyorsa da, insan suresinin 26 ncı ayetinin delaletiyle kıyamu'l-leyl namazı da kapsar. Ancak esas olan Kur'an'ı sindir sindire okumaktır.
Namaz ise Kur'an'ın içine konduğu kap mesabesindedir. Eğer daha sonra nâzil olduysa ' Alak 9-10 ayetleri.. Hz. Peyegamberin bu sırada gündüz vakti de namaz kıldığına delâlet eder.
Rivayete göre, Ukaz tarafında bir hurmalıkta namaz kıldığı nakledilir. Kıyamu-l-leyl Hz. Peygamber için bir emirdir. Fakat bu emrin tüm mü'minleri kapsamadığı 20 nci ayetteki " mü'minlerden bir kısmı" ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır. ( Kur'an Meali)
" Kur'an'ın nazil olduğu dönemde bu bütünselliği kendiliğinden sağlayan şartlar vardı; bir defa peygamber yaşıyordu, o büyük bir faktördü. Münferid ayetleri, hükümleri verirken, sorulara cevaplar verirken kendisi bizatihi bütünselliği sağlayan bir konumda idi.
Daha sonra o münferid ayetlerin nüzûl şartları ( hangi vesilelerle geldiği), büyük kısmının- hepsi olmasa bile- o vesileler ve tarihiî şartlar da bütünselliği o günkü insanların aklında sağlamaya katkıda bulunan unsurlardı.
Oysa bu gün bu şartlardan uzağız, o şartlara ancak zihinsel yollarla ulaşmaya çalışıyoruz. Peygamber yok karşımızda. Üstelik o bütünselliği kaçırmamızı sağlayan Peygamber'e izafe edilen edebiyat ( lüteratür) bugün bizi o bütünsellikten koparan, uzaklaştıran bir fonksiyon görmektedir.
Sonra tabii hadis literatürü, edebiyatı veya o çerçevede geliştirilen çok zengin - zenginliğini itiraf ediyoruz, bu konuda bir şey söylemiyoruz.- literatür dıışında çeşitli felsefi sistemler gelişmiş. Onlar da bizi zenginlikleri ölçüsünde her biri kendi denizinde , kendi mecrasında zaman zaman boğmaya yönelten bir faktör olmuşlar.
Üçüncü bur unsur da Kur'an bugün nâzil olduğu dönemdeki gibi yaşanan bir olgu değil. Bu gün daha çok öğrenilen bir metin halindedir karşımızda. Bunun da çok önemli bir rolü vardır.
Biz bugün Kur'an'a öğrenilmesi gereken bir malzeme olarak da yaklaşmak zorundayız. Bu da bizi o bütünsellikten uzaklaştıran faktörlerden birisi. Bu içinde bulunduğumuz konum -normatif bir değer yargısı anlamında söylemiyorum, durum tesbiti olarak söylüyorum.- o tarafı da vardır, ama o tarafını aşabiliriz, elbette bu durumu kavramamamız kaydıyla, bunu göz önüne aldığımız takdirde Kur'an'a o kısmî yaklaşımlardan kendimizi uzak tutaabiliriz.
Mesela Kur'an birçoklarınca bir ' fetva kitabı' olarak görülmekte, birçoklarınca çeşitli insanî ilikilerinden toplumsal ilişkilere kadar fikirler veren bir kitap, hatta bunu vulgarize edip Kur'an'ı anayasa gibi gören insanlar var yahut toplumun çok büyük bir kısmı için de ' folklorik bir malzeme' durumuna düşmüş, Bizler- taiai buradaki insanlar ve hocalarımızın katkıları ile- kendimizi bunların üstüne çıkmış görüyoruz." ( 1. Kur'an Semepozyumu, say. 376)
Netice olarak;
Üzülerek, her defasında arzetmiş olduğum gibi, günümüz Türkiye'sinde, hamdü sena olsunki bol bol Kur'an kıraat edilmektedir.
Lakin, gerçek odur ki, Kur'an okuyuşlarımız anlamından uzak, emirlerini hayata geçirmekten tamamen geri plana itilerek okunmaktadır.
Sadece teğanni ile, ses düzeni ile, sese değer verilerek, tecvid kaidelerine uyum içerisinde okunmakta, yani okuyanın savtı, sedası, boğaz durumu, gunneli, günnenis, ihfalı, ihfasız ve sair kurallar göz önüne alınarak talim edilmektedir.
Ülkemizde, binlerce hafızlık kursu bulunmaktadır. Aşağı-yukarı tamamı birbirinin aynısı, metodları belli, kaideleri bir bütünlük taşımaktadır. Yani, okuyoruz , ezberliyoruz ama, okuduklarımızı anlamadan sadece hafızlık yaparak bununla iftihar ediyoruz.
Keşke!.. Söz konusu hafızlık metodu değiştirilmiş olsaydı, her hafız okumuş olduğu Kur'an'ı anlamış emirlerini yaşamış olsaydı. Tabii ki, bu günkü, hafızlık sisteminde sadece , bin bir hatikmler indirilmekte, bu hatimler görkemli törenlerle milletimize duyurulmakta, okunan hatimler doğrudan ölülerin ruhlarına havale edilmektedir.
Rabbimiz!.. Bu hususta, bize acısın, plan ve proğramlarımızın değiştirilmesi için bizlere nusret versin!... selam ve dua iele...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın