Kim rabbine Ulaşmak İstiyorsa Salih Amel İşlesin
" Siz ey iman edenler! Allah'a karşı saygılı olun ve O'na yaklaşma çabası içinde bulunun ve O'nun yolunda tüm gayretinizi harcayın ki kurtuluşa erebilesiniz." ( Mâide sûresi, âyet 35 )
Ayeti kerime de de ifade edildiği gibi, yaratan yüce Allah'a karşı saygılı olan, sair yaratılanlara da saygılı olur. Konumuz başlığında öne sürülen vesile'nin ilk anlamı " Yaklaşma, ilgi kurma"dır.
Ülkemiz Müslümanları arasında " vesile", " Allah'a yaklaşma" hususları farklı farklı şekilde algılanmakta ve anlaşılmaktadır.
Tarikat çevreleri, bu mes'eleyi sulandırıp, " bir tarikata bağlanmak", " bir mürşidden el almak" şeklinde anlayarak, tesbih çekmeleri, gizli ve aleni zikirde bulunmaları bunun en belirgin durumudur.
" Mutasavvıf müfessirler Maide suresinin 35. ayetini şöyle tefsir etmektedirler. " ... Allah'a yaklaştıracak vesilelerin başında Allah için sevmek, Allah'ın dostlarını sevmek ve onların meclislerine girmek, dualarına ortak olmak gerekir. "
Keza kudsi bir hadiste Allah'ın " Sevdiğim kulun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım." dediği ileri sürülmektedir.
Böyle olunca Allah'ın ' veli kullarını' vesile kılmak, ayet ve kudsi hadislerin gereğini yerine getirmek sayılmaktadır. Ehli tasavvufa göre makam sahibi olan bir kimse ister ölü ister uzakta olsun, yardım etme yetki ve gücüne sahiptir. Sadece yaşayan veliler değil, ölmüş veliler de vesileye konu olabilirler.
İslam üzerinden ayrı bir din oluşturan tasavvuf, kendine özgü değerler üretmiştir. Vesile kavramı bu değerler içinde önemlii bir yer tutmaktadır. Tasavvufun temel ilkelerinin bir çoğunda olduğu gibi bu ilkesinde de açıkça şirke düşülmektedir.
Zira günah ve haram olan şeylerden korunarak ve salih ameller işleyerek Allah'a yaklaşmak yerine, bunların yanı sıra ve hatta bunlardan da öncelikli olarak " Allah'a götürecek mürşidler arayın"ı koymaktadır.
Kur'an'a göre bu durum kişinin Allah'a kulluğunda O'na başka şeyleri ortak etmesidir. " De ki: " Elbet bende sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, işte o Allah'ı razı eden imanına layık işler yapsın ve Rabbine kulluk ederken hiç kimseyi O'na ortak koşmasın!" ( Kehf sûresi, âyet 110) ( İktibas, Kasım 2010, say. 10)
Yani, herkes gibi ölümlü, Allah'a hesap vermesi gerekli olan insanı devreye sokmak, ondan istimdat beklemek neyin nesidir? Onunda, her insan gibi seçilmiş olma durumu unutulmamalıdır. Çünkü, o kimsede her ölümlü insan gibi, belirli ömür yaşadıktan sonra ahirete yolcu olacaktır.
Bu takdirde Rasulullah (sav)'in beşeri varlığının ölümlü, misyonunun ölümsüz olduğu gerçeğiyle karşılaşmış oluruz. O ölümsüz misyonu taşıma emaneti ise, âyette " sizin gibi" ile ifade edilen İslam ümmetinin omuzlarındadır. Dolayısıyla;
" Kişilerin kendilerini araçsallaştırmaları yani vesile yapmaları, diğer bir deyimle kurtarıcı rolüne girmeleri gerek ilahi gerek beşeri bütün dinlerde olan bir durumdur. Bunun temel nedenlerinden biri, insanın din üzerinden saltanat sahibi olmak istemesidir.
Kur'an'a Kur'an'la çağırmak ve yalnızca Allah'a yönelmeyi gerekli görmek yerine insanları kendilerine çağıranların Mekkeli müşriklerden temelde bir farkı yoktur. Mekkeli müşrikler de putlarına Allah'a yaklaşmak için inandıklarını söylemekteydiler.
Allah'a yakınlaşmada insanı vesile yapmak, kulun Allah'a kul olması yerine insan kul olmasını beraberinde getirmektedir. Geçmişte ve günümüzde tarikatların yaptığı da tam anlamıyla bundan başka bir şey değildir.
Takva, zikir, tesbih, veli, şefaat, dua, ihlas, sabır ve daha bir çok İslami değerin anlamını çarpıtarak, bu değerleri insanları tasavvuf , insanların kendi akıllarıyla düşünmelerine engel olmaktadırlar.
Tasavvufa göre akıl ve bilgi ihtilafa, ayrılığa, kargaşaya ve fitneye neden olurken, mürşidler kendilerine ilham ile bildirilen hakikatlerle insanların haktan sapmalarını önlemektedirler.
Kur'an'a göre Allah'a yaklaşmak için birilerini- bu, Peygamber bile olsa- vesile tayin etmek şirkin ta kendisidir. Müslümanlar şirksiz, şeriksiz, aracısız olarak sadece Allah'ı ilah edinmeli, uluhiyeti ve rububiyeti sadece ve sadece Allah'a tahsis etmelidirler. "( a.g.d.)
Netice ve sonuç olarak;
Ne yazık ki, " Allah'a ulaşmak", " vesile aramak" " Allah'a yakın olmak" konularında milletimiz arasında bir çelişki, bir fitne kavramı kol gezmektedir.
Bir kere, tarikat büyükleri, bu hususta kendi aralarında birliği sağlayamamışlar, birbirlerine " düşman kardeşler" niyet ve gözüyle bakmaktadırlar. Neden ve niçin?
Çünkü, mes'elenin altında yatan esas etken, Allah rızası, Peygamber hatırı olmayıp, tamamen dünyevişmek, zengin olmak, herkes herkesten ayrı bir metod ve sistem icad ederek, birbirlerine küskünlükte, dargınlıkta, ayrılıkta, farklılıkta başı çekmektir.
Söz gelimi, İstanbul'daki mürşid geçinen biri, Menzil'in ilerini geleninin kucaklar bağrına basar mı? Bunlar, tamamen insan avına çıkmış, kurtarıcı rolüne soyunmuş insanlardır.
Rasulullah (sav): kızı Fatıma'ya bile " bana güvenme" tembihinde bulunur iken, ne acı ki bunlar, ha bre cennet arsası satmakta, cennetten yer koparma yarışıdadır. Şu kadar huri, şu kadar gılmanda işin cabası!..
Son sözler olarak, diyorum ki, her mü'min güzel ameliyle, hayri hizmetleriyle Allah'a, Allah'ın rızasına talip olsun... Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın