İSLAM, BİR İMAN SİSTEMİNİN ADIDIR !..
Asırlar oldu, kaybettiğimiz değerleri bulamıyoruz. Bin yıllık millet tarihimizde, çelişkilerin içerisinde, bocalamanın kucağında yitik aramakla meşguluz.
Günümüz dünyasında da, yitik aramaya devam etmekteyiz. Maaşallah!. Boy boy camiler, mescidler inşa ediyoruz veya Ayasofya gibi mabetleri yeniden ibadete açıyoruz ama, görevlisi hoca efendinin peşindeyiz, adım adım takip ediyoruz.
Acaba ne konuşacak, ne anlatacak, ayetlere nasıl bir tefsir, açıklama ve yorum getirecektir diye?!.. Behey Allah'tan korkmazlar, kuldan utanmazlar, bir hoca efendi, bir ilim adamı, bir ehli Kur'an ne konuşabilir, neyi topluma yansıtabilir ki?
Alışmış, alıştırılmış bir toplumuz. Daha doğrusu " iğdiş" edilmiş bir toplum. Hoca efendi, guslün şartlarını, abdestin farzlarını, namazın on iki şartını, ölmüşe helallik alma, mezar başında telkin verme, kandil gecelerinde mevlid okumakla görevlendirilmiş, bunun dışına taştığı zaman, arkasında namaz kılan kitleler hocanın takibindedirler.
Varmı ki, hoca efendi, laisizmden, faizcilikten, heykelcilikten, tüm batıl şeylerden bir kere olsun bahsedi versin!.. İşte, o zaman kıyamet kopmakta, hocanın ipi kesilmekte, hakkındaki şikayetlerin biri bitiyor, diğer başlamaktadır.
Veya, ülkemizde yoğunlaşmaşı. sol basın, Alevi tandanslı kimseler, mezheplerini din haline getirmiş zümreler hocanın sözlerini çarpıtarak, tu-kaka etmekte, hocayı devrim düşmanlığı yapmakla suçlamaktadırlar. Halbuki;
" İslam, bir "iman" sisteminin adıdır.
İnsan; varoluşunun anlamını mutlak bir iman sistemi ile kavrayabilir. İnsanın; yaratılışına, ruhuna, inançlarına uygun yasaları ancak bir iman sistemi karşılayabilir, İnsan davranışları, ancak ilahi yasalarla bütünleştiğinde anlamlıdır.
İnsanın, dünya hayatı içerisinde Allah tarafından verilmiş bulunan görevleri yerine getirmesi kadar anlamlı bir şey yoktur. İnsan davranışlarının ve ilişkilerinin Allah tarafından belirlenmesi, insanı yaratan Allah'a aittir.
İnsan; sahip bulunduğu çok zengin duygu ve yetilere rağmen sınırlı bir varlıktır. Bu nedenle, insanın her durumda bir iman sisteminin belirlendiği sınırlara riayete ihtiyacı olacaktır.
İnsanı, bir iman sistemi dışında düşünmek, insanı fıtratı dışında değerlendirmeye çalışmaktır. İman sistemi dışında insan, ancak var sayımların bilgisiyle oyalanacaktır.
Yeryüzünde hiç bir gerçeklik, ilahi gerçekliği aşacak imkanlara sahip değildir. Modern günlük hayattır. Tüm modern toplumlarda, toplumsal sorumluluk düşüncesi artık sadece bir özlem olarak vardır. Günümüzde tüm modern yığınlar sadece sahte ayrıntılarla meşgul edilmektedirler.
Çağdaş toplumlarda gündelik gerçekliklerle, ideolojik yapılar arasındaaki karşıtlıklar her geçen gün daha da büyümektedir. Kültürsüzleştirilmiş çağdaş toplumlarda artık ahlak, fazilet ve kültür ağaçlarına tesadüf edilemiyor.
Günümüzde Müslümanlar, Batı'nın politik ve kültürel yargılarını paylaşmaları konusunda sistematik bir baskı içerisinde bulunuyorlar. Laik düşünce, Müslümanlara karşı her zaman bir baskı aracı olarak kullanılabiliyor. Laik akımlar otoriter devlet politikalar yoluyla yürürlüğe konuluyor." ( Göklerin ve Yerin dili, A. Müftüoğlu, sayfa16-17)
Hakikaten, Batı ilke ve dayatmalarına göbekten bağlanmış bir milletiz. Onların her dediği doğru, Müslümanların dedikleri doğru değildir inancındayız. Halbu ki, Batı'lının amacı, Müslümanların belinin doğrulmasını istememektir. Bu sözlerimi tarihi bir yaşanmışlıkla anlatayım:
" Merhum Akif anlatmaktadır: Viyana'da dır. Birinci Dünya savaşı bütün hızıyla devam etmektedir. Bir gece, kaldığı otelde müthiş bir gürültü hasıl olur. Herkes büyük bir telaş ve panik havasında kendilerini odalarından dışarı atarlar.
Yollar bir anda kalabalıklarla dolar. Âkif beyde odasından aşağı iner ve müracaattaki görevliye neler olup bittiğini sorar. Ancak aldığı cevap karşısında donar kalır ve hayretinden sabaha kadar uyuyamaz.
Otel görevlisi olan Avusturya'lı derki: " Biraz önce gelen haberlere göre, İngilizler, Kudüs'ü Osmanlıdan almışlar. Bu habere sevinen halk, sokaklara dökülüp şenlik yapıyor."
Âkif bey, bu izaha çok şaşırır ve sorar: " Peki... Biz sizinle silah arkadaşıyız; aynı cephelerde ortak düşmanızı olan İngilizlere karşı çarpışıyoruz. Bu sebeple bizim yenilmemiz ve Kudüs'ü kaybetmemiz, aynı zamanda sizin de kaybetmeniz değil midir?"
Otel görevlisi Avuusturyalı hiç oralı olmaz ve gayet umursamaz bir tavırla şu karşılığı verir: " Doğrudur, biz şu anda Osmanlı ile silah arkadaşıyız Ama Osmanlı, Müslümandır. Her ne kadar, Kudus'ü, düşmanımız olan İngilizler almışsa da, onlar bizdendir, bizim dinimizdendir." Bir Destandır Çanakkale, V. Vakkasoğlu, sayfa 30)
Netice ve sonuç olarak;
Yukarıdaki gerçek anlatım, Müslümanların ve bilhassa, milletimizin içerisine düşmüş olduğu perişanlığı, rezilliği göstermiyormu acaba?
Çanakkale 'de; milletimiz, devletimiz Almanlarla beraber, ittifak halinde idi. Hatta, savaşın genel komutanı bir Alman general idi. Buna rağmen, Alman general, anlı, şanlı tarrakalarla uğurlanır iken, bizler, 253 bin şehidi kara toprağın bağrına vermiş olduk. Kaç tane Alman askeri öldü bu savaştı acaba?
Onun içindir ki, aklımızı başımıza alalım. Batı uğruna, laiklik uğruna, din düşmanlığı yapmayalım. Bırakın, Ayasofya imam-hatibi bildiği gibi konuşsun, İslam'ı, İslam nizamını anlatsın. Anlatsın ki, milletimiz bilinç sahibi olsun.
Bizler " üç buçuk soysusuzn ardından zağarlık yapmayalım". Yani, Batı medeniyeti diye, Batı'dan alınmıştır diye kıvım kıvım kıvranmayalım. Marksizmin hatırı için, sosyalist insanlara, bağnaz mezhepçilere aldırış etmeyelim diye kendimizi yormayalım.
Alimlerimiz konuşacak, cemaatımız dinleyecek ve gereğini yapacaktır. Bunca yıldır aldandığımız, uyuduğumuz, uyuşturulduğumuz daha yetmez mi? Tüm hoca efendilerin, arkasındayız, konuşmalarını canü gönülden dinliyor ve alkışlıyoruz.. Meydan onlarındır.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın