Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

İSLAM ALEMİ; Deryanın İçinde ama Deryanın Farkında Değil

" Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir." ( Yûnus sûresi, âyet 25 )

Bilindiği üzere; " Selâm Yurdu"ndan maksat cennet'tir. Selâm, esenlik ve huzur olarak da yorumlanmıştır. Çünkü cennette bulunanlar her türlü hoşnutsuzluktan uzak, esenlik ve selamet içredirler.

Cennete " Selâm Yurdu" denmesinin sebebi ise, orada bulunanlarla melekler arasında selâmlaşmanın yaygın olmasıdır.

" Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır. ( Onları) çok iyi görür." ( İsrâ sûresi, âyet 30 )

" Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gök yüzünü ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." ( Şems sûresi, âyetler 1,2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10)

Bu sûre-i celile de, Güneş" anlamına geldiği için surenin ilk kelimesi " Şems" zikredilmektedir. Bu surede insanın yaratılışın da var olan güzellik ve özellik ele alınır. İyilik ve kötülük, insan karakterinde iyi olmak da kötü olmak da kabiliyet olarak vardır,

Bu ayetlerden ışığından bilgi, ilham alarak şunu demek istiyorum: Ne acı ki, aziz Kur'an ayetleri " Ölülerin ruhlarına" okunacağına, Müslümanları bilgi sahibi etmek, irfan ehli yapmak, hikmet dolu kitleler olarak yetiştirmiş olsaydık, bu gün, Müslümanlar, uzayda mekik dokuyacak, feveran edecek, güneşin ışınlarından ay'ın yararlandığı gibi yararlanacak, kainatın kalkınmış, süper, bilgi kitleleri olacaklardı.

Ama, olmadı, bu isteğimiz gerçekleşmedi, gerçekleşeceğe de benzemiyor. Çünkü, Kur'an'ın önüne setler, duvarlar örülmüş, bu tür konular, bilgiler idrak ve akıllara yerleşmesin diye, hala camilerimizde, evlerimizde, Kur'an Kurslarımız da, ve tüm okullarımız da, Kur'an; anlaşılmadan okunmaktadır!.. Çünkü;

" İslam alemi ise, deryanın içinde ama deryanın farkında değil. Müslüman ancak Allah'ın sözlerine kulak verdiğinde, Kur'an'ın temel kavramlarını doğru anlamak ve doğru yaşamak için gayret sarf ettiğinde kendi benliğine kavuşacaktır.

Bu günkü yaygın sabır anlayışı Kur'an'a rağmen nasıl oluştu, nasıl bu kadar rağbet görür oldu! sorusunun cevabı geçmişten bugüne kadar ki değişime bakıldığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Batı, işi, dini yaşamın dışına iterek halletti, İslam alemi ise kavramların içini boşaltarak, Allah'ın sözlerini çarpıtarak dinlerini yaşadıklarını zannettiler.

Bütün diğer temel kavramlar gibi sabır da halkları yönetenlerin yönettiklerini istedikleri şekle sokmalarında büyük önem taşıyordu.

Zulme boyun eğmenin sabır olduğun, Allah'ın sabreden ile beraber olduğunu söyleyen kişiler âlim kisvesi altında siyasilerin teşviki ile halkları yönlendiriyorlardı. Âlim diye ortaya çıkan birileri söyledi ise o doğrudur deyip kabul görüyordu bu söylemler.

Çünkü akletmek, araştırmak yerine başkalarına inanmak kalabalıklara daha kolay geliyordu. Kitleler sorgulanmadan, söylenenleri s kabullendikçe, işi görev edinenler muhataplarını inandırabilmek için Peygamber'e (as) bile bir takım aslı olmayan sözler isnad ediyorlardı.

Başına gelene sabret, gerisin bırak Allah'a, senin haklarını O korur, sen de oturduğun yerden sevap sahibi olursun. İşte bu tarz tevekkül anlayışı uydurma hadis ve sünnet hikayelerinin ayetlerin önüne geçirilmesi ile toplumları yönlendiriyordu.

Bu konuda hadis diye söylenen sözlerden birini alıntılamak, olayı açıklamaya yetecektir sanırım. " Mükafatın büyüklüğü, belanın büyüklüğü nisbetindedir. Allah'u Teala bir kavmi severse, onları belaya uğratır. Bir kimse mukadderata razı olursa, Allah ondan razı olur.

Bir kimse belaya razı olmazsa, Allah'ın gazabına uğrar." Tirmizi, hadis hasendir" diye rivayet etmiştir. Bu anlayışın İslam'a mal edilmesi Cebriye anlayışının yaygınlaşması ile oldu. " ( İktibas Dergisi, Aralık 2009, M. Özkan, sayfae 31 )

Üzülerek, hayıflanarak arzetmeliyim ki, her mesele de olduğu gibi, Cebriye (kader) konusunda da Emeviyye zihniyeti, bu ümmete, Müslümanlara yapacağını yapmış, kendi anlayışları olan kader fikrini; amentünün içerisine yerleştirmişler, bu gün, imanın şartı altı olmuştur..

72 tane Evlad-ı Resul'ü hunharca katletmişler, mızraklamışlar, Hz. Hüseyin (ra)'ın, mübarek bedenini
parça parça etmişler, başını şehir şehir dolaştırmışlar, buna da kader demişlerdir.

İslam aleminin donuk hale gelmesine Emevi sülalesi sebep olmuştur.. En basiti, hanımların camiden, cumadan kovulmalarına, "evlerinizi mescid edinin" sözünün icadı Beni Ümeyye tarafından söylenmiş işte, o tarihten bu yana da hanımlar, mahalle aralarında, evlerde, toplanarak, anlamadan, içeriğine vukuf olmadan Kur'an okuyup, ölü ruhlarına hediye etmektedirler.

" Emeviler devrinde mezhepleşen cebriye anlayışı, İslam öncesi Araplarda da var idi. Tarihi süreç içinde ehli sünnet arasında yaygınlaştı. Ehli sünnet imamlarının bu anlayışa karşı çıkmalarına rağmen, mutasavvıfların cebriyeciliği sahiplenmeleri ile bu inanç biçimi İslam'ın gereği imiş gibi anlaşıldı.

Tasavvufun tanınmış simalarından Cüneyd-i Bağdadî tevhidi , " Tevhid, bütün yaratılmışların her türlü davranışlarının Allah'tan olduğunu bilmektir." şeklinde tarif eder. Cebriye, diğer adı ile kaderiye inancının , bu kolaycılık yolunu açması tasavvuf ile cebriyenin doğru orantılı olarak yaygınlaştığını görüyoruz." (. a. g. d. say. 31 )

Netice olarak;

Üzülerek ifade etmeliyim ki, alemi İslam; çağı yakalayamamış, ilimde, teknikte, teknolojide istenilen merhaleyi elde edememiştir.

Bunun sebebi de, aziz Kur'an'ın işaret etmiş olduğu hedefleri bilememektir. Tabii ki, Kur'an'ı Kerim, bir matematik, bir hendese kitabı değildir. Ama;

Hedefleri, işaretleri takip edilmiş olsaydı, bu günkü Batı ülkelerinin, ABD'nin gelmiş olduğu noktaya alemi İslam ve ümmet gelmiş olacaktı. Ama, Kur'an'ı; hedefinden saptırarak, içeriğine boş vererek, " Onu bir mezarlık kitabı" durumuna düşürmemizden dolayı, Kur'anî emirlerin hiç bir etkinliği, manevi havası bulunmamaktadır.

Kader, cebriyecilik, ne yazık ki,, ümmetin belini kırmış, ümmet de, kaderciliğin altından kalkamaz olmuştur. Merhum Milli Şairimiz Akif; bu konu üzerinde sıkı durmuş, ağır bir dille " kör kaderciliği" kabul etmemiştir.. Selam ve dua ile..

Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın