İNSAN, KENDİNİ OKUMALIDIR !..
İNSAN; KENDİNE BAKMALI, KENDİNİ OKUMALIDIR !..
" Oku sicilini ! Bu gün kendi hesabını görmek için sen sana yetersin!" ( İsra sûresi, âyet 14 )
" İyi ama , onlar hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmazlar? Bu sayede kendisiyle akledecekleri bir kalbe ya da işitecekleri bir kulağa sahip olsalardı ya! Ama şu da var ki; gözler kör olmaz , fakat asıl kör olan göğüslerdeki kalplerdir." ( Hac sûresi, âyet 46 )
Bilindiği üzere, aziz Kur'an, aklî tüm çalışmalarında, faaliyetlerinde serbest bırakmakla kalmayıp, biliş için, buluş için teşvik etmiştir. Onu analoji, tümevarım , tümden gelim vs. gibi formlarla sınırlamamış , düşünme, anlama ve idrak etme faaliyetini kalbe izafe ederek, sezgi gibi alternatif bilgi kaynaklarını da düşünme, tefekkür, icad süreçlerine dahil etmiştir.
Adeta aziz Kur'an böylesi bir üslubuyla, insanın bilgiyi nereden ve nasıl aldığından çok bilginin mahiyetiyle, yani hakikate tekabül ediip etmediğiyle ilgilenmiştir.
" Uyun Rabbinizin katından size indirilene ! O'nun dışında bir takım otoritelere de asla uymayın!" Ne kadar da kıt hafızalısınız!" ( A'raf sûresi, âyet 3)
Yani, ayeti kerime mealinden anlamış olduğumuz gibi, kılavuzu vahiy olmayanın kılavuzu Şeytan olur. Evliyâ'nın " tabi olmak" fiiliyle kullanıldığı bu bağlamdaki en uygun karşılığı " otorite"dir. Şu can alıcı bilgileri, izahları unutmamak gerekir:
Tezekkur, istikameti gösteren düşüncedir ve hafızaya tekabül eder. Tedebbur, istikameti gelecek olan ve tedbir üretmeyi hedefleyen düşüncedir. Taakkul bu ikisi arasında bağ kurmak, tefakkuh bu üçünden elde edileni şimdi ve buradaya taşımaktır.
Tefekkur ise bütün bu süreçlerin tümünü kapsar. Bunların hepsi de olumlu, müsbet düşünmeyi içerir ve tefa'ul babından gelir. Olumsuz kullanıldığı tek yerde tef'il babından ( fekkara) gelir.
Kur'anî vahiy; özürlülük algımızı yeniden inşa ediyor. Bizim " kör, sağır, dilsiz" dediklerimizi vahye göre özürsüz, zira canda özür olmaz. Asıl özürlülük akleden kalpte ortaya çıkan özür. Hakk'ı duymayan sağır, hakkı görmeyen kör, hakkı konuşmayan dilsizdir. Şu ayeti kerimeye dikkat çekmek istiyorum:
" Şimdi Bizim sizi boş yere ve amaçsız yarattığımızı ; dahası ( hesap vermek için) Bize döndürülmeyeceğinizi sanıyorsunuz, öyle mi? " ( Mü'minûn sûresi, âyet 115)
Ne acı ki, İnsanlık; aziz Kur'an'ı anlayamamış ve yüce emirlerine tabi olamamıştır. Bilhassa, kendi müntesipleri, inananları, onun yolunda yürüdüklerini iddia edenleri istediği kıvama, rotaya getirememiş de, elin sapkın, biçare, şehvetinin kurbanı, sapkınca eylemlerinin zebunu insanları nasıl hizaya, vahyin istediği doğruluğa getirmiş olacaktır?
Örneklendirecek olursak, insanlar; bir şeyhe bağlanmayı, onun elini, eteğini öpmeyi, Allah'ın elini öpmek gibi anlarsa, bilirse, düşünürse veya bir inanca sahip bulunursa, böyle bir sıkıntıyı da, " biz şeyhin elini, eteğini öpmeyi peygamberden alıyoruz" düşüncesine inanıyorsa, böyle bir kitleye aziz Kur'an ne yapa bilir ki? Ayette ifade edildiği gibi:
" Çünkü o ( vahiy hakkında) sığ ve yanlış düşündü, ölçüp biçti." ( Müddessir sûresi, âyet 18 ) Hal böyle iken;
Bu ayeti kerime içersinde zikredilen " Tefkîr" kelimesi tefekkürden farklı bir anlam ifade etmektedir. Tefekkur kullanıldığı Kur'an'ın on beş yerin tamamında olumluyken, sadece burada kullanılan tefkîr olumsuzdur.
Tefekkür'ü tefkîr'den ayıran , birincisinin ait kalıp gereği özdeşleşmeyi ve derinleşmeyi gerektirmesindendir. Bu hususa dikkat etmek gerekir. Tefekkur ve tefkîr mes'elesi sıradan, basit bir mevzuu değildir.
Hasılı, Asr-ı saadetten sonra, inzanoğlu, İslam yolunda yürüyememiş, onun çizmiş olduğu mukaddes rotayı terketmiştir. Bunun yerine, idarede, siyasette, hükümde tamamen beşeri anlayışların kurbanı olmuş, o gündür bu gündür de olmaya devam etmektedir.
Misal verecek olursam; 83 yıl gibi bir zaman ümmeti idare eden Emeviyye kralları, sultanları, mes'eleyi indi, keyfi şekilde anlayarak, Kur'an'ın yörüngesini değiştirmişler, kendi yörüngelerine adapte etmişlerdir.
Abbasi kralları, sultanları da aynı çizgiyi takip etmişler, Arabizm ırkçılığını devam ettirerek, kendilerinden olmayan bir çok bilgini, alimi, müçtehidi devre dışı bırakmışlardır. Örneğin, Ebu Hanife gibi bir bilgin, hayatı boyunca ızdırap çekmiş ve çektirilmiştir. Ahmed bin Hanbel'de öyledir, İmam Malik'de öyledir.
Bu müthiş, mücadeleci, mucid imamlar, basit, yüzeysel bir anlayış olan " Kur'an mahluktur" faydasız, içeriksiz, topluma fayda vermeyen bir tartışmanın girdabında boğulup gitmişlerdir.
Ebu Hanife'nin suçu, tüm insanlığı kucaklayıcı tavrıdır. Ama, ırkçılık hastalığına tutulmuş krallar, Arap'tan olmayan ilim, bilim ve düşünce adamlarını susturmak, onları iş başına getirmemek, gelmişler ise, uzaklaştırmak için bin bir türlü manevra yaparak, o mübarek insanların ses ve soluklarını kısmışlardır.
Sonuç olarak;
İnsan, kendine bakmalı, kendisini okumalı ve vahyin öncülüğünde hedefine, hedefine doğru yol almalıdır. İnsan ve tüm insanlık; nerede, ne şekil hata yaptığını bilmeli, kendilerine ona göre hedef ve yön tayin etmelidirler.
Bir Batı ülkesinde yaşayan bir Müslüman ferd olarak, Batı alemini iyice idrak etmekteyim. Madde, kapital, para, kalkınma, teknik, teknoloji, tokluk, refah Batı insanının mutlu ve mesud etmemektedir.
İslam alemi de, bir pejmürdeliğin, bir dökülmüşlüğün, ezilmişliğin, sömürülmüşlüğün içerisinde kör topal yuvarlanıp gitmektedir. Ama, nereye kadar bu gidiş ve gidişat?
Batı kapılarına ulaşmak için, soğuk deniz sularında boğulmak, Aylan bebeklerin kaderi midir? Cesetlerinin deniz kıyılarına vurması bir alın yazısı mıdır?
Örneklendirecek olursak; Suudi krallığı ne zamana böylesi bir çıkmazın içerisinde yürüyecek, yaşamaya, baskısını sürdürmeye devam edecektir? Tüm İslam ülkeleri, semt-i harameyne umre için, hac için gidip maddiyat bırakır iken, bu paraların ABD'ye akması, aktarılması için midir? Dolayısyal,
İnsan oğlu, bilhassa Müslümanlar kendilerine bakmalı, ne alemde olduklarını görecek gözle okumalıdır. Bu gidiş nereye, ne zaman bitecek bu keşmekeşlik sorunu? Rabbimiz!.. İnsana ve bilhassa Müslümanlara akıl, fikir ve izan nasip eylesin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın