Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

HEPİMİZ KARDEŞİZ. KARDEŞ OLALIM !.. 

     " Hani bir zaman da İsrailoğullarından yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakınlara, kimsesizlere, yoksullara iyilik yapacaksınız, insanlara güzel söz söyleyeceksiniz, namazı istikametle kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz diye söz almıştık. Sizden bir kaç istisna dışında hepiniz sözünüzden dönmüştünüz, ve siz pek dönek bir toplumsunuz." ( Bakara sûresi, âyet 83) 

     Bu ayeti kerimenin yorumu şöyledir: 

     " Yetâmâ , ( yetim) küçük yaşta babasını kaybeden çocuklar için kullanılır. Bununla beraber, dil açısından her kimsesiz ya da eşsiz ve tek olana da yetim adı verilir. Annesiz çocuk, kocasını kaybetmiş kimsesiz kadın da bu sınıfa girer. Bu genel anlamını gözeterek biz yetâmâ'yı " kimsesizler" olarak çevirdik.

     Mîsak, " güvendi" anlamına gelen veseka kökünden türetilmiştir. Yemin veya belge ile garanti altına alınmış en güçlü sözleşme demektir. Ahd ve 'akd'in bir üstüdür. 40. âyette İsrailoğullarının Allah'a verdiği söz ahid olarak geçerken, 63 ve 83. âyetlerde mîsak olarak geçer.

     Buda gösteriyor ki İsrailoğullarından bir değil birkaç defa söz alınmıştır. Üsteiik önceki sözlerini tutmayınca cezaya çarptırılmışlar, üzerlerinden belânın kaldırılması için bu kez de kendilerinden yeminli, kesin teminat ( mîsak) alınmıştır." ( Kur'an Meali) 

     Keşke!.. Mümkün olsa da bizler bu mevzuda hiç  konuşmasak, yazmasak, sadece ve sadece Allah'ü Teala'nın ayetlerini, aziz Resul (as)'ın mübarek sözlerini nakletsek. Muhakkak ki en güzelini, en mükemmelini yapmak veya söylemek için insan olarak, Allah'ın kulları olarak devreye girmemiz de yine âyetlerin ve hadisi şeriflerin gereğidir.

     Binaenaleyh, âyeti kerimelerden, hadisi şeriflerden nakletmek, onları anlatmak, yazmak, bunların doğrultusunda yaşamak, söz nakletmek sadece ve sadece bu iki muhteşem şeyden  başka bir şey söylememek ve yazmamak gibidir. Yeter ki, kulun niyeti, ameli ve gitmiş olduğu istikamet dosdoğru olsun. Bu hususta şu hadisi naklediyorum:

      " Müslüman, müslümanın kardeşidir. Kim bir müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını defeder.Kim bir müslümanı üzüntüden kurtarırsa, Allah da onu kıyamet gününün üzüntülerinin birinden kurtarır. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter." 

     Gerçekten, aziz peygamberimiz, asırlar öncesinden bu müjdeleri,  anında ümmetine ve tüm insanlığa duyurmuştur. Hatta, müslümanın şahsında kıyamete kadar değişmeyecek bir ahlâk dersi , bir hukuk dersi, bir beşeriyet dersi vermiştir. Şu ayeti celileyi hep birlikte teati edelim:

     " Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın! Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman iken kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun lütfu sayesinde kardeşler oldunuz; ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtardı! İşte bu şekilde Allah size mesajlarını açıklar ki doğruyu bulasınız. " ( Âl-i İmran sûresi, âyet 103) 

      Bu ayeti kerimeden,  kardeşliği, birliği, beraberliği ve birlikte yaşamayı öğrenmiş bulunuyoruz. Tefrika, çekişme, ayrılık, gayrılık men edilip tel'in edilmektedir. Çünkü, vahdet sosyal tevhid, tevhid akidevi vahdettir. Doğal olarak  tefrika, ayrılık, ayrışma gibi hallerde sosyal şirk, Allah'a ortak koşmadır. Dolayısıyla, 

     Günümüz insanlığının yaşayışına, yapısına nazar edecek olursak, bir keşmekeş yaşantının, senliğin, benliğin, ayrılığın, mezhebi unsurların, klik, politik düelloların öne çıkmış olduğu görülür.  Maalesef, müslümanların da birbirleriyle olan İslami, insani ilişkileri göz önünde tutulacak olursa iz'an ve insaf sahibi insanlara başka bir şey demeye gereksinim var mıdır? 

     Bütün insanlık ve özellikle Müslümanlar her bir sözünde, fiil ve amelinde , sükutunda sayısız ibretler ve misaller bulunan Hazreti Muhammed (sav)'in bu hadisi şeriflerini cümleler halinde  ayrı ayrı, tekrar tekrar düşündüğümüzde onu biraz daha iyi anlayacağımızdan şek ve şüphemiz yoktur. 

     " Müslüman, müslümanın kardeşidir!." 

     Demek ki, mü'min mü'minin, müslüman müslümanın kardeşi olduğuna göre, ondan ayrı kalması, onu incitmesi, kırması, ayırıma tabi tutması, sen, ben diye ayrıştırması mümkün değildir. Fikriyatı, hissiyatı, düşüncesi ne olursa olsun, mezhebi ayrışması nasıl olursa olsun, bir ayrılığın yaşanması, ayrıma tabi tutulması mümkün değildir.

     Millet olarak, bir bütün olarak alimiyle-cahiliyle, zenginiyle-fakiriyle, kuvvetlisiyle-zayıfıyla, olgun müslümanı ile, günahkarıyla, imamıyla-cemaatıyla, tüccarıyla, müsteciriyle, köylüsüyle-şehirlisiyle, hekimiyle-hastasıyla, öğretmeniyle-öğrencisiyle, amiriyle-memuruyla müslümanlar birbirlerinin kardeşidir. 

     Hal böyle iken, kardeşliğimiz ayeti kerimelerle sabit iken, camide diz dize, mescidde secde halinde bir iken, işte, iş yerinde, vatan beklemede bir iken, kaderimiz aynı iken, göz yaşlarımızı tıpkı birbirinin aynısı iken, ağlamamız , gülmemiz, kederimiz, yasımız bir iken; niçin bir değiliz, neden aramızda uçurumlar bulunmaktadır? 

     Aziz peygamberimiz  bu hususta bizleri uyarmakta ve ikaz etmektedir: " Ona ne zulm eder , ne de onu helâk olmaya terkeder." ( Hadis) 

     Demek oluyor ki, kardeş kardeşe zulm etmez, gönlünü, kalbini kırmaz, onu incitmez, ona bir zarar ve ziyan vermez. Ne fiili olarak, ne söz olarak onu kat'iyyen incitmez..  Onu dövmez, ona sövmez, onun hatır ve kalbini kırmaz, iftira yolunu hiç tercih etmez, gıybetini yapmayıp, malına, canına, iffetine zarar vermez veya verdirmez.  Şu hadisi şerifi dikkatlice okuyup, düşünelim:

     " Kim bir müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. "  Yaratılış gereği her insanın maddi ve manevi bir çok eksiklikleri ve ihtiyaçları bulunmaktadır. Her ferdin bunları yalnız başına karşılaması, telafi etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla,  bu noktada müslüman kendi kardeşinin iihtiyaçlarını karşılayacak, ona her an, her dem yardım edeecektir. 

      Darda kalanın imdadına koşmalı, kardeşini korumalı, başka kimselerin gizli, mülevves emel ve arzularına onu terketmemelidir. Örnek olarak, şayet darda ise, zekatıyla, sadakasıyla, kurbanıyla, ödünç vermesiyle , bağışıyla sadaka-i cariyesiyle , vakfıyla  destekleyecek, onu her alanda kollayıp gözetecektir.

     Konumuzun burasında şu hadisi şerifi arzediyorum: " Kim bir müslümanı üzüntüden kurtarırsa, Allah da onu kıyamet gününün üzüntülerinden birinden kurtarır." İnsanın fıtratı gereği içinde bulunduğu koşullardan ötürü bazı üzüntüleri, kederi, tasası, gamı ve elemi olabilir. Bu tür sıkıntılar, hayatın kahrından dolayı olduğu gibi, bireysel, sosyal  problemler de olabilir. 

     Böylesi durumlarda, müslümanın müslümanı teskin etmesi, yardımcı olması bir zorunluluktur. Böylesi bir insanı, karamsarlığa sürüklemek, ümitsizlik vermek doğru bir davranış değildir. Bu hususta müslümanın müslüman dostuna yardımcı olması, kııyametten kurtulmaya, bir elemin, bir derdin yok olmasına sebep bir davranıştır. 

     Şu hadisi şerife irdeleyelim: " Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter." Çağımızda; bu nasihatın önemini kavrayıp yaşamaya ne kadarda muhtacız değil mi? Hatayı örtmek, ikaz edilecek yerde nasihatta bulunmak, kardeşinin günahlarını orada, burada ifşa etmek büyük bir yanlış,  bir eksikliktir.

     Netice olarak;

     Yukarı satırlarda arzedilen hususlarda ne kadar bedbin, ne kadar payimalız. Güven yoksunluğu, itimad eksikliği yaşamaktayız. Halbu ki, Asr-ı Saadet tarihine sarfı nazar edecek olursak, görmüş oluruz ki, asude bir şafak, mutlu bir çağ, birbirlerinin derdiyle hem dert olmuş mübarek insanlar görürüz.

     Bu sebepledir ki, Asr-ı Saadetin güven ortamına, düzgünlüğüne, mümince yaşamalarına bu günde muhtaç ve hasretini çekmekteyiz.

      Komşu komşunun himmetine muhtaç, hoş görü ile  bakmasına gönülden bakmakta, birbirlerinin güler yüzlülüğünü, dostluğunu aşkla, şevkle gözlemektedir. Bunu yapabilmek için de, elde Kur'an, dillerde Allah, Resulullah'ın mübarek sözleri bulunmalıdır.  

     İşte, arzedilen bu prensipleri hayata geçirmiş olduğumuz an, ne politik düello olacak, ne mezhep kavgaları, ne sendendir, ne bendendir çıkmaz sokağına girilmeyecektir. 

     Çünkü, girilmiş olan sokak Kur'an istikametidir, Resul yoludur. Bu yollara girdikten sonra, başka çıkmaz sokaklara girilmeyecek, herkes kardeş olacak, kardeşçe yaşayacaktır. O halde, var mıyız bu eşsiz düsturları hayata geçirmeye?.. Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın