EVİ SİGORTA ETTİRMEK Mİ
EVİ SİGORTA ETTİRMEK Mİ, YOKSA "YA HAFIZ" LEVHASINI ASMAK MI?
" Uyun Raabbinizin katından size indirilene! O'nun dışında bir takım otoritelere de asla uymayın! Ne kadar da kıt hafızalısınız!" ( A'raf sûresi, âyet 3 )
Hani, şöyle derler, kılavuzu Kur'an vahyi olmayanın kılavuzu Şeytan olur. Yani, Kur'anî emirlere, tedbirlere uymayıp, koruyuculuğu, korunmayı başka yerlerde arayan insanlar ne kadar ahmak, ne kadar gafil insan sürüleri değil mi?
Tezekkur, istikameti geçmişi gösteren düşüncedir ve hafızaya tekabül eder. Tedebbur, istikameti gelecek olan ve tedbir üretmeyi hedefleyen düşüncedir. Taakkul bu ikisi arasında bağ kurmak, tefakkuh bu üçünden elde edileni şimdi buraya taşımaktır.
Tefekkur ise bütün bu süreçlerin tümünü kapsar. Bunların hepsi de olumlu düşünmeyi içerir... İnsanın; Kur'anî ayetleri okurken, düşünmesini, bu hususta her ayete kafa yormasını enine-boyuna emretmiş olur. Şu ayete dikat çekmek istiyorum:
" ( Allah) buyurdu ki: " Defol, git! Onlardan her kim seni izlerse, şu kesin ki, tümünüzü bekleyen bir ceza olarak cehennem, yaptıklarınızın mükemmel bir karşılığı olacaktır." ( İsrâ sûresi, âyet 63)
Yani aklı kullanmamak, çalıştırmamak, bunun yerine, bir kısım Esma-i hüsna'dan olan isimlere sığınarak, evimizin duvarlarına çerçeve yaptırıp asarak, zaman zaman ona bakarak, kendimizin, aile bireylerimizin ve sair malımızın korunduğunu zannetmek, çelişkinin çelişkisi, Kur'an'ı anlamamak değil midir?
" ...Etrafınıza bir göz attığınızda küçük çocuklarımızın yetiştiği atmosferde göreceğimiz sahneler nelerdir sizce? Oyun olsun diye önlerine konulan oyuncaklar, yarı eğik Pizza kulesi, Eyfel ya da Walt Disney parkı...
Duvarları süsleyen harikalar ülkesinin Alice'i ya da Bremen mızıkacıları... Robin Hood'un kahramanlıkları... Yahudi bir asilzade iken köleleşen Judah Benhur'un Hristiyan ağırlıklı hayat öyküsü... Marco Polo'nun seyahatleri...
Üstün insan Süpermen'in insanlara yaptığı sınırsız iyilikler... Bütün evrene hükmeden çizgi film kahramanı Heman ve doğum günlerinde mumlarına üflenerek söndürülen süslü pastalar, armağan edilen Candy bebek..
" Happy bird day" şarkısı eşliğinde yanağa kondurulan bir öpücük; iyiki doğdun yavrum...Evet, bunlar, çoktan tarihe karışmalarına çabaladığımız çocuklar... Bizim çocuklarımız...
Modern dünyaya, yâni bir mânâda sanayi devrimini yapmış Batı'yla benzeşme çabalarıyla çok aceleci ve hesapsız hamleler yapılırken, yavaş yavaş hiç bir şekilde tatmin edici olmayan bir dünyayı kurmaya başladık. Neden?
Çünkü kendisine benzemeye çabaladığımız Batı'nın hayata dair dilini kendi esasları içinde anlamadık. Öyle olalım istedik. Batı'nın yaptığının aynısını biz de yapalım dedik. O nelerle mücadele ediyorsa biz de yapalım dedik.
O nelerle mücadele ediyorsa biz de onlarla mücadele edelim dedik. Kendisine benzemeye çalıştığımız Batı'nın mücadelesi, kiliseye karşı idi. Batı dünyası kilise dışında açıkça dinle mücadeleyi hiç bir zaman düşünmedi.
Ama bizim pozitivistler bu durumu Batı'dan farklı olarak İslâm ile mücadele çabası haline getirdiler. Bu nedenle de hiç bir zaman hayatın temel realitesi ile uyumu olmayan değişken ve tutarsız paranoyalar ortaya konuldu.
Tuhaf isteriler halinde yeni bir gençlik yetiştirme uğruna girişilen mücadeleler, aslında yeni bir gençliği harekete geçirebilecek bütün duyguları parçaladı. Muhayyilelerdeki pozitivist dünyayı oluşturabilmek için Kur'an'a sunulan reddiyelerle bir anda Batılı oluvereceklerini sananlar, İslâm'ı bu yüzden hakir görenler, bütün kehanetlerin aksine güçsüz ve zayıflıklarla dolu bir nesil yetiiştirdiler.
Bu durum öylesine vahim bir sonuç doğurmuştur ki bu anlayış içinde yetişen yöneticilerin ne durumda olduğunu anlamak için küçük bir dikkat yetecektir. Emekli hariciyeci Oğuz Gökmen bir hatırasını şöyle anlatır; vaktiyle dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk İran'ı ziyaret eder.
Yanında Büyükelçi olarak olarak Oğuz Göökmen'de vardır. Heyet bazı ziyaretleri tamamladıktan sonra İran'ıın dünyaca ünlü şairi Hafız'ın ( Hafız-ı Şirâzi) kabrini de ziyaret eder. Oğuz Gökmen bir ara Fahri Korutürk'e eğilerek:
' Efendim, bu çok ünlü bir şairdir, bir Fatiha okuyalım mı?' diye sorar. Korutürk buna şiddetle tepki göstererek; ' Oğuz, sakın öyle bir şey yapmayın, ben lâik bir ülkenin Cumhurbaşkanıyım' diyerek karşılık verir.
Bu durumda Oğuz gökmen, merhum Yahya Kemal'in, hafız için yazdığı o ünlü şiirini ( Rindlerin Ölümü) ağır ağır okumaya başlar ve duygulu bir şekilde mırıldanarak bitirir. Şiir bitince Korutürk, Oğuz Gökmen'e döner ve ' Oğuz, Fatiha'yı ne kadar da duygulu okudun!" der. Evet, işte bu, bizim neleri kaybettiğimizin ve nerelerde seğirttiğimizin hikayesidir." ( Nida, sayı 182, say.9, N. Özcan)
Netice olarak;
Ne yazık ki, millet olarak bu hale düşmüş olduk. Dindarımız dini bilmemekte, Kur'an'dan habersiz, anlamadan, akıl yormadan, okumaktayız, öyleçe kör topal yuvarlanıp gitmekteyiz.
Zaten, Kur'an'a kafa yormuş olsaydık, evimizin duvarına " Ya Hafız" esma-i hüsnasını asmaz, tedbirimizi alır, aklı kullanırdık.
Diğer taraftan, aydınımızın, aydın geçinenlerimizin şiiri bile Kur'an ve Fatiha zannedecek kadar biçare, perişan bir şekilde yaşamış olduğumuzu bilmeliyiz.
Rahmetli Camii Başkanı Şevket Barsboğa ile zaman zaman yolculuk yapardık. Başkan, daha yola çıkmadan " yasin-i i şerif " tilavet etmemi ister, okuduktan sonra yolculuğa çıkmış olurduk.
Tabii ki, Yasin-i tilavet etmek fevkalade güzel bir eylemdir. Ama, aslolan onun ayetlerini anlamak, bizden neler istediğini, nasıl olduğunu bilmemiz lazımdır.
Rabbimiz!.. Ümmete ve bizim neslimize Kur'anî anlayış versin!.. Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın