Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

DİYANET'E DÜŞMANLIK, TARİH BİLMEMEKTİR!.. 

     Maalesef, dün ve bu gündür, Diyanet İşleri Başkanlığına hasım olmak, düşmanlık yapmak, yeni bir uygulama, yeni bir cibilliyetsizlik değildir. Çünkü,

     Diyanet'in, onlara göre suçu büyüktür!.. Çünkü, ülkemizde her dem, her zaman yükselen mabedler, minareler, huşu ile okunmakta olan ezanlar, bu zavaallıcıkları (!)  korkutmaktadır!.

      Diyanet'in suçu ve kabahati, binlerce Kur'an Kursu ile neslimize, Kur'an talimi yaptırması, camilerimizde lebalep dolan insanlarımıza Kur'an okumaları, İslam'ı anlatmaları, alınlarını secdeye götürmeleri, rükusuz, secdesiz insan bırakmamalarıdır.

      Diyanet'in,  saflarında Maoizm , Leninizm, Stalinizm  ve benzeri inkarcıların, mürtedlerin borusunun ötmemesidir!..Halbu ki,

      Bunlar, Diyanet'i bilmiş tanımış olsalardı, ağızlarının salyalarına sahip olur, din ve imana düşmanlık yapmazlardı!.. İsterseniz, Atatürk'ün, ilk Diyanet Başkanı Rifat Börekçi hoca ile nasıl bir dostluk içinde bulunduğunu hatırlayalım:

     " Bu kasaya gururla... Bu kasaya ibretle... Bu kasaya biraz da bu günkü lâkaydımızdan  doğan bir hicâp duygusu ile bakınız.. Zira ki bu kasa bir kâr bilâncosunun istiflendiği ... Kâinatı ve maddeyi  hayatın tek gayesi sanan kafaların hayâllendirdiklerinin tıkaçlanmadığı kasa değildir. 

     Bu kasa Mustafa Kemâl'in kasasıdır. Baş kumandan kasasıdır. Millî Mücadele'nin en ümitsiz, en karanlık  günlerinde sinesindeki 48 kuruşla, dünyaya meydan okuyan ve içinde en haysiyetli mânâyı barındıran kasadır.. Önünüzü ilikleyip saf bağlayınız ki o, bu hürmete mutlaka lâyıktır. 

     1920 yılı Mayıs ayının hüzünlü bir Ankara akşamıdır. Sayısı elliyi geçmeyen lüks lambalarının ışıkları kararmıştır. Şimdi Ankara Gar'ın da Atatürk Konutu olarak muhafaza edilen binanın ikinci katındaki odada, Mustafa Kemal paşa, arkadaşlarını teselli ediyor.

     Şu yukarıdaki resimde gördüğünüz kasa içinde , o gece sadece 48 kuruş kaldığını rahmetli Mazhar Müfit Bey efendi kendisine haber vermiştir. Dünyaya karşı çıkan bir Millî Mücâdele.. Arz kabuğuna İstiklâl Mücâdelesi reçetesi verecek bir kavga...

     Başının içindeki mübârek ateş ve mücâdele azmini milletine aşılayan bir kumandan ve her şeyin para ile ölçüldüğü bir dünyada, kutsal hedefe varabilecek imkânları seferber edecek, sadece 48 kuruş...

     Sadece yaverler odasında ışıklar yanar... Ve gece yarısı kapı çalınır... Gelen, o aziz Ankara Müftüsü Rifat Börekçi'dir.  Mazhar Fuat Sey'in ödü patlar. Müftü Efeendi kahve, hele şekerli bir kahve isteyecek diye.  Ve Müftü Efendi, " Ne arzu edersiniz?" sualine gülerek, " Sadece, bana bir kahve" diye cevap verir... Sonra elindeki çantayı açar: 

     -Ankara halkı, diye konuşur, sıkıntımızı biliyor, Bir başlangıç olmak üzere kendi aralarında topladıkları ilk yardımı size getirmem için bana verdiler, kabul ediniz...

     Sonra çantayı boşaltır. Kağıt liralar tam bin liradır. Masanın üzerinde. Rahmetli Börekçi dudaklarında ağlamaklı bir tebessümle  Millî Mücâdele'nin ilk karargâh binasından ayrılır... Mazhar Müfit Bey, gecenin o geç saatine rağmen paşanın yatak odasına fırtına gibi yükseldiğini anlatır.

     Haberi bir ümit, bir yeniden doğuş sevincinin semaları dolduran kahkahası gibi verir büyük kumandana, Mustafa Kemal Paşa'sına... Ve konuşur: " Yarın size bir et ziyafeti çekeceğim paşa hazretleri..." 

    Ahh bu günün çocukları ... Cihana kafa tutan o azizi ve kutsal kavganın ilk karargâhında  günlerdir sadece bulgur pilavı yenildiğini mutlaka ve mutlaka bilmelisiniz, anlamalı ve yorumlamalısınız.

     Gözleri " Cezayir menekşesi mavisi" rengi ile ışıldayan paşa, gece yarısı emrini  verir. " Pekâlâ çocuk... Ama yarın yine bulgur pilavına ric'at edeceksiniz." 

     Bu kasa, içindeki sen 48 kuruşun ümitsizlik hicranını türkülediği gece yarısında, bin liralık bir ümide düğümlendiği ânı anlatan kasadır.. Bu kasa bütçesi bu gün trilyonlara ulaşan bir büyük devletin, içinde 48 kuruşun mayalandığı ilk kasadır... 

      Ve şimdi eğer yolunuz düşerse, Ankara Gar'ındaki o binaya dualarla gidiniz. İkinci katın çıkar çıkmaz, sol baştaki çalışma odasına giriniz ve sağdaki duvarın önündeki kasaya bakınız. 

     Parmaklarınızla dokununuz. Aziz Atatürk, aziz şehitler ve gaziler ve azizler azizi ümit ve imân, o " Susarken devleşen" kasanın içindedir. Gururla, ibretle ve biraz da lâkaydimizden doğan bir hicâpla bakınız ve okşayınız. " ( İmp. Veda, İ. Bardakçı say. 601, 602, 603) 

     Netice olarak;

     Şiimdikiler, yeni yetişenler, zırt-pırt geçinenler, komünizmaya özenenler anlayamazlar. Bunların tümünün işleri, güçleri hani bir deyim vardır ki: " Osuruktan Teyyara..." mes'elesinde olduğu gibi, şimdiki Diyanet düşmanlarının, Diyanet'e düşmanlık yapanların işleri, güçleri ve marifetleri zırtabozluktur. 

     Yoksa, her kalkan, her siniri kabaran zavallıcık kalkarda, Diyanet düşmanlığı yaparsa, dine saydırırsa, Kur'an Kurslarına, İmam-Hatip Liselerine, İlahiyatlara hüsumet beslerler, bunların cesetleri ortada kalacak, ölülerinin baş uuçlarında bile bir dua okuyacak kimse olmayacaktır. 

      Varsın, Özgür Özeller, artist uşağı Bilolar din düşmanlığı yapsınlar!.. İslam'a hakaret etsinler!.. Sonuçta görülecektir ki, onların son durakları cehennemin gayya deresi olacaktır!.. 

     Ama, yüce Allah bu aziz dini ebedi kılacak, hiç bir perişan, sefil, sefih diş geçiremeyecektir. Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın