DİNDARLIK; AKLI KULLANMAYI VE ALLAH'IN KİTABINA UYMAYI GEREKTİRİR
" Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun ( Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık: hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. ( Bu inceliği) ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar." ( Âl-i İmrân sûresi, âyet 7 )
Yani, bazı ilim adamları " ve'r-râsihûne" kelimesinin başındaki " vav" harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu takdirde anlam şöyle olmaktadır: " Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek pâyeye erişenler bilir." Bu anlayışa göre Kur'an'daki müteşâbih âyetlerin anlamları, zaman içinde ilmin gelişmesi ile çözülecektir.
Muhkem ve müteşâbih, birer terim olup, " muhkem âyet" anlamı açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan âyet demektir. " Müteşâbih" ise, muhkemin zıddıdır ve anlamı tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen âyeti ifade eder.
Bu noktadan hareketle demek istiyorum ki, dindar, dindarlık, tüm alanlarda, hayat boyu, yaşam sürecince aklı kullanmayı ve Allah'ın kitabına uymayı gerektirir.
Aklı ile hareket eden bilhassa ilim adamları, alimler, ehl-i Kur'an boş durmamalı, günümüzde çare, çözüm bekleyen mes'elelere içtihad yaparak çare bulmalı, çare olmalıdır. Nedir içtihad?..
" İnsan aklının verdiği bir karardır. Çünkü müçtehidin bütün bilgi ve beceresini kullanarak dinin kural ve hükümleri ışığında ortaya koyduğu galip bir kanaati veya nihai düşüncesidir.
İsabetli olabileceği gibi yanlış da olabilir. Bid'atın ise dine uygun olanı söz konusu olamaz ve geçerliliği kabul edilemez. Kısaca içtihad, din değildir. Din olmadığı için de içtihadı eleştirmek veya değiştirmek yahut muhalefet etmek veya birey ve yönetim olarak uygulamamak serbesttir.
Yapılan içtihadlar başka alimlerin de katılmasıyla mezhep/ ekol niteliği de kazansa veya büyük bir şöhrete de ulaşsa, onların bu niteliği değişmez.
Onun için müçtehitlerin görüşleri arasında seçim yapabilen herkes onların görüşlerinden beğendiğini alır ve uygun gördüğüne uyabilir. Onun için müçtehid,
İmamların hiç birisi kendilerinin taklit edilmesini istemiş değildir. Söz gelimi, Ebu Hanife'nin, görüşlerini yazan ünlü öğrencisi Ebu Yusuf'a, " Bunları niçin yazıyorsun? Biz bu güne kadar ulaştığımız en iyi neticeyi söylüyoruz. Yarın belki daha başka sonuçlara varırız. Kim bizden daha iyi bir görüşe ulaşırsa bize değil, ona tabi olsun." dediği kaynaklarda yazılıdır.
Kendisinin körü körüne taklit edilmesini istemeyen İmam Şafii de " Sahih bir hadis bulursanız, bana değil, ona uyun, çünkü benim mezhebim odur." demiştir.
Bunun böyle olduğunu Hz. Peygamber'in bir konudaki şahsi içtihadının " Allah hükmü" olarak takdim edilmesini hoş görmemesinde gördüğümüz gibi, Hz. Ömer'in, kâtip tarafından önünde yazılan resmi bir belgeye " İşte bu, Allah'ın Ömer'e gösterdiği hükümdür." cümlesine itiraz ederek " Hayır, öyle değil, bu, Ömer'in kendi görüşüdür." düzeltmesini yapmasında görüyoruz.
İmam Ebu Hanife ve Şafii'nin " İçtihadımın aksini belirten sahih bir rivayete ulaşırsanız benim mezhebim o rivayetin söylediğidir" demesinde görüyoruz." ( Şeytan Üçgeni, Prof. Dr. İ. Sarmış, sayfa 96)
Hakikaten, 21 nci çağın ilim adamları, Kur'an araştırıcıları sanki dökülmekte, içtihad konusunda sınıfta kalmışlardır.
Günümüzde, her türlü kolaylık, imkan ellerinde iken, yığın yığın kütüphaneler kitaplarla dolu iken, internet, telefon, her türlü iletişim araçları ellerinde hazır iken, hala, eski ilmihal kitaplarını referans göstermeleri, merhum Ömer Nasuhi hocanın " Büyük İslam İlmihali"nde oyalanıp kalmaları tuhaf değil midir?
Olmadı, Nimeti İslam, Mızraklı İlmihal türü eserlerin baskısından kurtulup, günün dini, şer'i ihtiyaçlarını gideremiyor, üzerinde çalışmalar yapılmamaktadır.
Akşamları; TRT. Diyanet'te sorulu cevaplı Dr. Hüseyin Kayapınar hocanın sorulan sorulara cevap vermesine takılmaktayım. Emin olun ki, utanıyorum. Sorular basit, tekrar eden mes'eleler, dişe dokunur, bir hal görmemekteyim.
Sanki, 1940'lı, 1945'li yılların içerisinde idame-i hayat eder gibiyiz. Sanki, üzerimizde " Demoklesin kılıncı" var gibi.. Korka korka, püsül püsül, kısıl, kısıl mes'elelere yaklaşıyoruz.
Muhterem hocam!.. Sayın Kayapınar!.. Korkma!.. "TRT. Diyanet" gibi bir nimet elinizin altında, karşısınızda seksen milyon kitle!.. Ne korkmanıza, ne pot kırmanıza lüzum yoktur. Orada, Süleyman Ateş hocanında, A. Bayındır hocanın da, M. İslamoğlu'nunda, Tayyar hocanın da, Ahmet Hamdi Aksekili'nin de , Reşit Rıza'nın da görüş ve düşüncelerinden bahsedebilirsiniz!..
Aksi halde, sizi, büyük bir sorumluluğun beklediğini unutmayınız. Bilhassa, 15 Temmuz Mehdi ve Mesihine hiç değinmiyorsunuz!.. Korkmanıza, ürkmenize hiç gereksinim yoktur. Fetö'yu da anlatın, ülkemizde " keramet ehliyim" diyen " Efendi Hazretçiliği" oyunu oynayanlarını da anlatınız. Onun içindir ki;
" İçtihadın din olarak bağlayıcı olmadığını, hurma ağaçlarının tozlandırılması, Bedir'de ordu için karargahın belirlenmesi, düşman cepheyi bölmek amacıyla Hendek Savaşı'ndan önce Gatafan kabilesinin iki liderine Medine'nin o yılkı hurma mahsulünün üçte birini vermeyi kararlaştırması ama bunun vahiyle değil kendi kararı ile olduğunu öğrenen Sad b. Muaz ve Sad b. Ubade'nin itirazı üzerine Resulullah'ın kararından dönmesi örneklerinde olduğu gibi Resulullah'ın salt içtihadı olan kararlarında görüyoruz.
Onun için Resulullah'ın salt içtihadı bile din olarak bağlayıcı değilken, başkalarının içtihadları din olarak nasıl bağlayıcı olabilir ki!
Nitekim bütün müçtehidler birbirinden farklı içtihadlar yapmakta ve genellikle birbirlerine muhalefet etmektedirler. Zaten birbirlerine muhalefet etmeden aynı şeyleri söyleyeceklerse, ayrı ayrı içtihad etmelerinin anlamı olmaz. " ( a. g. e. sayfa 97 )
Netice olarak;
Tüm bu ifadelerden sonra diyoruz ki, dindarlık; aklı kullanmayı ve Allah'ın kitabını uymayı gerektirir.. Tabii, Hak yoldan sapanlar, Şer'i yolu şaşıranlar, dinin akılla anlaşılamayacağını iddia ederler..
Böyleleri, giderler, körü körüne bir şeyhin eteğini öperler, abdest suyunu, şifa niyetiyle içerler. Maşallah; ülkemiz de şeyhler, müridler, pirler, veliler, keramet gösterenler panayırı gibidir. Her cinsi bulunmaktadır.
Süleymancısı, menzilcisi, cübbelisi, cübbesizi, Evrenosoğlusu, Feto'cusu, Adil Öksüzcüsü daha kimler bulunmuyor ki?
Emin olun ki, bunların ekserinin ucu dışa doğru gitmektedir. Uzantıları yerli değil, milli değil, tamamen, göklerde, İsa ile yarış eden zümrelerdir. Hz. Muhammed yarış edemedi ise, biz ederiz iddiasında bulunanlardır.
Rabbim!.. Kur'an'ı; hayat tarzı, hayat kitabı olarak ellerinde bulundurmayan, duvarlarda asılı kalmasını yeğleyen bu millete yardım eylesin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın