ÇÖKÜŞÜN ALAMETİ OLAN LALE KARNAVALLARI!..
" Bu şehr-i İstaanbul ki bî-mislü behâdır
Bir mengine yekpâre Acem mülkü fedadır." ( Şair Nedim)
Koca imparatorluk; nasıl, ne şekil, hangi eller tarafından budandı da, nihayetin de çöküşe, inişe, yok oluşa, hezimete, mahvı perişanlığa kulaç atmış oldu?
Her düşünen insanımızın; bu zevali, yok olmayı, perişanlığı, nereden ve nasıl kaynaklandığını bilmesi, okuması ve bundan da çok çok ders çıkarması gerekir.
Bin bir çaba ile, gayret ile, askerin telef olması ile kurulan, gelişen, büyüyen, cihanın ekser kesimini içine alan koca devlet nasıl oldu da sükuta, adım adım gerilemeye, girmiş olduğu savaşlarda yenilgiye, yenilmeye mahkum olmuştur?
Koca Yavuz Han'ın dünyaya sığmayan askerlerine, Çaldıran'ı, Mercidabık'ı, Ridaniye'yi bır çırpıda ezip geçen çerilerine ne oldu ki, 17 nci yüz yılda her tarafından, kan revan, cerahat akmaya başlamış, nihayetinde Rus askerleri Yeşilköy'e kadar koşarak gelmişlerdir? Dolayısıyla;
Her insanımızın bunu bilmesi, anlaması için tarihi iyi okuması, araştırması, idrak etmesi ve hele bilhassa " Lale Devri"ni algılaması tarihi bir zorunluluktur.
" Lalelerden oluşan Lalezârlar arasında geceli gündüzlü düzenlenen Sâdabâd alemleri tam anlamıyla bir Osmanlı karnavalıydı. Lale bahçeleri arasında sırtına renkli mumlar yerleştirilen kaplumbağalar tef ve tambur eşliğinde yürürken bir yandan da çengiler köçekler dönüyor, kadehler dolup-boşalıyordu.
Karnavalların tarihiyle ilgilenen meraklılar bu işin Brezilya'nın ünlü Rio Karnavalı'ndan önce İstanbul'da icad edildiğini hayretle göreceklerdir.
" O tarihten itibaren sâdabâd, zevk ve nubur, raks ve sürur mahalli olmuştu. İlkbaharda çiçekli çayırların üzerinde, rengin gölgeli sahillerinde, zurna sesleri ortasında, zarif endamlı kadınların kollarıyla, şarkılarıyla tebcil ettikleri görülüyordu. "
Müslümanların halifesi III. Ahmed'in ve diğer devlet adamlarının da katıldığı bu " Sulukule sakinlerine has" manzaralar her gece bir başka mekanda tekrarlanıyordu.
İran harplerinde Eşref Şah ile yapılan savaşların sonuçsuz kalması, hatta sık sık yenilgi haberlerinin alınması Padişah'ı ve bu hezimetin gerçek sorumlusu olan zevk alemlerine daha fazla düşünmüştü. Cumhuriyet tarihinde konu hakkında yapılan çok az çalışmalardan biri olan ' Patrona İsyanı'nda yazar şöyle der:
" Daha doğrusu damadı İbrahim Paşa III. Ahmed'i bir eğlenceden diğerine sevketmek suretiyle uğranılan başarısızlığı unutturmak istiyordu. Dönemin tüm sefahat âlemlerine katılan tarihçi Küçükçelebizade Âsım Efendi de görgü tanığı olarak aynı gerçeğe parmak basıyordu." ( İsl. Hareket Anadolu, M. İslamoğlu, sayfa 183-184)
Tabii ki, İran'ın Şia ordusu disiplinli, düzgün, askeri açıdan yetiştirilmiş oldukları için, Osmanlı ordusunu ezip geçebiliyordu, Böylesi yenilgiler, yöneticileri çok üzmüş olduğunden, kedere sevkettiğinden dolayı, onlar için bir teselli, acıyı unutma mekanı lazımdı. Onu da buldular. Lale bahçelerinde eğlenmek, gam gidermek ve zevkü sefa sürmekti!..
İnsan; bir kere zevkü safaya dalmasın hele.. Görün o zaman içki bardaklarının ellerde, dillerde, dudaklarda dolaştığını.. İşte o an, ne asker düşünülür, ne askerin kırılması,ne şehid olması, nede sınır güvenlikleri!.. Onun içindir ki,
Yanlışa,yanlış demek en tabii hakkımızdır. Yanlış yapan, hele devlet ricali olursa, devlet, millet hakkı için " Halife hazretleri", diye eleştirmekten çekinmemeliyiz!..
" Lale Devri'ni bize aktaran bir kaç kaynaktan biri olan vak'anüvis Raşit Efendi'nin yazdıklarından bu âlemlerin ilkinin 15 Nisan 1719 günü başladığını öğreniyoruz. Sadrazamın koordine ettiği bu zevk âleminde Şeyhülislam, Kaptan Paşa, ve diğer damat paşalar hazır bulunmuşlardı.
İkincisi bundan on gün sonra Beşiktaş'ta yapıldı. Bu karnaval geceli gündüzlü tam bir hafta devam etti. Eğlencelere yalnız devlet ricali değil Yahudi sarraflar, zengin Rumlar, Batı devletlerinin büyükelçileri ve İstanbul'un aristokrat tabakası da katılıyordu.
Raşid Efendi bu eğlence sırasında " Padişah yalıda dinlendi, geceleri çırağan'ı lalezarı seyrederek gündüzleri saz ve söz dinleyerek zevklendi." diyor. Bir haftalık karnaval yetmemiş olacak ki bir yıl sonraki lale karnavalı on güne çıkarılmıştı.
Devlet çal oynasın âlem yaparken Osmanlı-İran savaşlarında oluk oluk Müslüman kanı akıyordu. Cephede ' din ü devlet' için canını sebil eden asker dînin ve devletin kimlerin elinde nasıl oyuncak edildiğinden bîhaberdi. " ( a. g. e. sayfa 184)
Sonuç olarak;
Koca imparatorluk, durup durur iken, kendiliğinden yıkılmamıştır. Ne oldu da, güçlü ordumuz, bitmez, tükenmez topraklarımız bir çırpıda elden çıkmış oldu?
Kanuni döneminde başlayan " saray entrikaları", " Kösem Sultan", manevraları bitmemecesine devam etmiş gitmiştir.. Daha sonraki yıllarda, Plevne hadisesinde, tam tamamına 200 bin mazlum askerimiz, şehid düşmüş, cesetlerinden İngiltere emperyal güçleri gübre yapmışlardır.
Plevne hadisesinde, kurtulan, teslim olan bir tek Osman Paşa iken, diğer yüz binlere ne oldu acaba?.. Evet, tarihle yüzleşmekten korkuyoruz!.. Bunları dile getiremiyoruz!..
Maalesef, Lale bahçelerinin figürü olan Lale fidanına bile sahip olamadık, Lale fidesini bile, Hollanda tüccarlarına, tarımcılarına kaptırmış olduk.
Bu gün; Hollanda ülkesi, Lale fidesinden milyonları kazanır iken, bizler de, Lale Bahçelerini anlatmakla meşguluz. " İşte, Lale bizimdi, bizden alınmıştır" diye.. Kardeşim, boş laflarla uğraş vereceğine, Lale fidesine bile sahip olamamış, boş kuruntularla teselli aramaya çalışıyoruz.. Rabbim!.. Akıl versin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın