ARAP BAKANI ZAYED VE BÜYÜK KOMUTAN FAHRETTİN TÜRKAN PAŞA!..
" Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir...." ( Fetih sûresi, âyet 29 )
Maalesef, dört asır, bakan Zayed gibi; şahsiyetsiz, kimliksiz, nesepsiz, İngiliz uşağı kimselerin ırzlarını koruduk, canlarını canımız pahasına müdafaa ettik, " Arap soyudur" diye, ellerindeki, taşıdıkları torbaları, fileleri bile zahmet olmasın diye askerimiz taşıdı..
Dört asır keyif ettiler, keyif çıkardılar, yan yattılar, uyudular, korkusuz, endişesiz yaşayıp ömür sürdüler. Lakin, 1918'ler de, Şerif Hüseyin rezilinin; imparatorluğa isyan etmesi ile, İngiliz casus Lawrens'e alet olması ile birlikte, Türk askeri avına çıkmış oldular.
İngilizler, 16 Haziran 1916'da Cidde'ye, 7 Temmuz 1916'da Mekke'ye 22 Eylül 196'da Taif şehrine girdiler. Ne acı ki, peygamber toprakları adım adım işgal edilirken, düşman olarak, öldürülmesi gereken hasım olarak Türk askeri gösterildi.
Tüm imkansızlıklara rağmen, iki yıl yedi ay Medine'yi müdafaa eden büyük komutan Fahrettin paşa, direniyordu. Hem de, tüm açlığa, susuzluğa rağmen.. Ekmek yok, yardım yok, su yok, et yok, gıda maddesi yok, Çekirge eti yiyerek direniyordu. Hem de, Çekirge ölüsünün üzerine limon sıkarak yiyorlardı.
Durumun vahametini sezen, anlayan Fahrettin paşa; Medine'de bulunan mukaddes emanetleri iki bin askerle İstanbul'a gönderdi. Allah razı olsun!.. Ya göndermeseydi ne olurdu?.. Bu gün Topkapı sarayında halka sunulan, ziyarete açılan emanetler, Londra'da olur, İngiliz müzelerinde, Müslümanların utanç duyması için sergilenmiş olurdu.
Fahreddin paşa, nasıl bir komutan ki, kolaycacık İngiliz gavuruna, satılmış Şerif Hüseyin kuvvetlerine teslim olsundu!.. Direniyordu, hem de korkmadan, ürkmeden, çekinmeden, canı pahasına!.. Diyordu ki:
" Medine'deki Türk bayrağını hem kendi elimle indiremem.. Eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderilsin."
" İngilizler ile Araplara teslim olmaktansa Hz. Peygamber'in mezarını kendimi de feda ederek havaya uçuracağım."
Fahrettin Paşa, iki yıl yedi ay İngilizler'e direndikten sonra, 30 Ekim Mondros mütarekesinin imzalanması ile, kolu, kanadı kırılmış , en sonunda ağlaya ağlaya Resulullah (sav)'in türbesine kapanarak teslim olmak zorunda kalmıştır.
Tabii ki, şimdiler de, bol keseden atmakta olan Bakan Zayed şahsiyetsizi bunu bilemez, bilme, idrak etme imkanı da yoktur. Çünkü, bunların için tek geçerli akçe, yemek, içmek, zevkü safa sürmek, işret, çengi oynatmak, millet mallını, fakir fukaranın alın terini çar çur etmektir.
Yani Bakan Zayed'in derdi, Kutsal Emanetler değildir. Onun sıkıntısı, çok da aşık olduğu, uşaklığını yapmış olduğu İngilizler'de olmamasıdır. Dolayısıyla,
Fahrettin komutan, 22 Ocak 1919'da savaş esiri olarak, önce Mısır'a sonrasında ise, Malta'ya, Malta'nın Salvatore kışlasına iki yıl 33 gün sürecek olan tutsaklık yıllarını çekmek üzere götürülür.
Esaret süresinde, üzerindeki şanlı, şerefli üniformasını tüm ısrarlara rağmen çıkarmaz. Ne acı ki, İstanbul'da da, İngilizlerin baskısı, tazyiki ile, Nemrud Mustafa Paşa idaresindeki askeri mahkeme tarafından idama mahkum edilir.
Hasılı, Malta esareti, 8 Nisan 1921 sona eren paşa, Berlin'de karşılaşmış olduğu Enver Paşa'nın daveti üzerine Moskova'ya gitti . Daha sonra Batum üçerinden Türkiye'ye geldi. Kazım Karabekir paşa tarafından askeri merasimle karşılandı. 24 Eylül 1921 tarihinde de Ankara'ya ulaştı.
TBMM. böylesi bir komutanı, yetişmiş, yetkin, dirayetli paşayı boş bırakacak değildi. 9 Kasım 1921 tarihinde Afgan Kabil elçiliğine tayin etti.
Büyükelçi, Fahrettin paşa, Kabil'de büyük hizmetlere imza attı. Bu gün Afgan ile, Türkiye arasındaki dostluğu, yakınlığı, hasbiliği geliştiren Fahrettin paşadır. 1926 yılında Türkiye'ye dönen paşamız, 5 Şubat 1936'da " Tümgeneral" rütbesi ile askerlikten emekli oldu.
Ne yazık ki. 22 Kasım 1948'de Eskişehir yakınlarında Tren yolculuğu yaparken, kalp krizi sonucu ebediyete irtihal etmiştir. Bu gün, Rumeli Hisarı'ndaki Aşiyan mezarlığında medfun bulunmaktadır. Makamı cennet olsun!..
Netice olarak;
Birleşim Arap Emirlikleri Bakanı Zayed, böylesi bir komutanı sirkatle, hırsızlıkla suçlamaktadır. Ne kadar utanmazlık değil midir?.. Halbu ki;
1918'ler de, Zayed'in; ataları, ecdadı, sülalesi " İngiliz kıçını öpüyor" Müslüman Türk'ün, zayıflamasından, güçsüzlüğünden istifade ederek, her şeylerini İngiliz emperyalist ülkesine peşkeş çekiyordu.
Evet, bu günde olsa, bizim askerimiz, üst rütbeli paşalarımız aynısını yapacaklardır.. Resulullah'ın kutsal emanetlerini Londra'ya değil de, Müslüman bir yurt olan, İstanbul Top Kapı Sarayına yollayacaktır.
Bu bir hırsızlık değil, alıp götürme değil, adam gibi adam olarak, Rebulullah'a sadakattir, sünnete bağlılık ve İslam'a hizmettir.
Bakan Zayed'e, hırsızlığın ne olduğunu şu sözlerimle gösterebiliriz.. Milleti aç iken, kendisi tok, fakir-fukaranın alın terini, ABD'ye, Londra'ya kaçırmaktır.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın