Allahın En Büyük Lütfu Özgürlük
" Gökten suyu bir ölçüye göre sürekli indiren de O'dur. Bunun sonunda Biz ( nasıl ) ölü toprağı yeniden diriltiyorsak, işte siz de ( öldükten sonra) böyle çıkarılacaksınız." ( Zuhruf sûresi, âyet 11 )
"Onlar Kur'an'ın mânası üzerinde kafa patlatırcasına derinliğine durmuyorlar mı? Eğer o Allah dışındaki bir kaynaktan gelmiş olsaydı, elbette onda bir yığın çelişki ve tutarsızlık bulurlardı. " ( Nisa sûresi, âyet 82 )
Hamdü sena olsun ki, millet olarak, milletçe özgürüz!.. Vatan topraklarımız, devletimiz, milletimiz, bayrağımız, ezanımız özgürce yaşamakta ve milletin yaşamasına, düşünmesine, düşüncesine değip dokunan bulunmamaktadır.
Minarelerimizde beş vakit ezanlar okunur iken, özgürlüğün tadını çıkarmakta, cuma namazlarımızı özgürce eda etmekteyiz. Suriye topraklarına , Irak milletine, Afgan Taliban'ına, Yemen kaosuna baktığımız vakit, ülkemizde ne kadar özgür olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Allah, kimseyi tutsak, esir, özgürlüğü elinden alınmış insan ve millet etmesin!..
Ancak, burada ifade etmem gereken bir husus bulunmaktadır. Acaba, beden olarak, kitle olarak özgür iken, toprak olarak bağımsız iken, beyin ve kalp dünyamız Kur'an anlayışına karşı ne kadar özgürdür?
Ne yazık ki, bu soruya olumlu, müsbet cevap vermemiz mümkün olmayacaktır. Yukarıda ifade edilen Nisa sûresi 82 nci ayetinden bazı can alıcı, dikkat çekici kelimelerin üzerine basarak gitmiş olursak, sanırım millet olarak sınıfta kalmış olacağız!..
"Onlar Kur'an'ın manası üzerinde kafa patlatırcasına derinliğine durmuyorlar mı?" muhteşem ikazı, tembihi üzerinde kafa yorar isek, millet olarak sınıfta kalmış olduğumuz kendiliğinden anlaşılmış olacaktır. Çünkü;
" Onlar Kur'an'ı okuyarak insanın, olayların ve eşyanın akıbeti üzerinde düşünüp kendi gelecekleri için tedbir üretmiyorlar mı?"
" Onlar, Kur'an'ın satır aralarında yer alan bilgi, hikmet, ne anlama geldiği üzerinde derin derin düşünüp kendi gelecekleri için tedbir almıyorlar mı?" anlamına gelir.
Ama, biz millet olarak Kur'an üzerinde düşünmeyi, düşünerek, tefekkür ederek okumayı bırakmışız, sadece " ölümüzü nasıl kurtarırız?" düşüncesiyle. hesabı ile Kur'an'lar okunmakta . hatimler indirilmektedir. İşte, bu yönü ile, Kur'an açısından özgür millet değiliz!..
Alışılmışı, geleneği, atalarcılığı, "böyle gördük, böyle yaşarız" düşüncesini devam ettirmekteyiz. Bir kere, yaşayan ölü dirileri saf dışı etmişiz, kendi menzilimizde olmayan, dünyasını değişmiş, ahirete göç etmiş ölüleri kurtarma operasyonlarına katılmaktayız.
Halbu ki, dirilerin, kabir hayatına bir dahli bulunmamaktadır. Sadece bir şartlanmışlık, mezardaki ölüyü kurtarma seanslarını, ölünün üçüncü günü. yedinci günü, kırkı ve elli ikinci günlerini tertip ederek veya mezar başında telkin okuyarak, devir ve iskatını yaparak ölülere hizmet etmeye çalışmaktayız.
" Şüphe yok ki , her şeyi bir ölçüyle yaratan Biz'iz." ( Kamer sûresi, âyet 49 ) Ayet böyle buyurur iken, maalesef, gökleri, tüm yeryüzünü, dağları, ovaları, semayı, uzayı fethetme yarışına çıkması gereken milletimiz, Kur'an'a, Kur'anî emirlere göre hareket etmemekte, hiç de ilgili, alakalı bulunduğu yerlerde iş yapmamaktadır. Halbu ki, milletin kaderi, iradeye bağlı eylem gerçekleştirmek, yaşayan insanları rahat ettirmek, refah seviyelerini yükseltmesi kader iken, ne acı ki, kendi sahası olmayan kabirler, mezarlar üzerinde tükenip gitmektedir.
İşte bu açıdan milletin beyin yapısı özgür değildir. Boş şeylere şartlanmış, geleneğin esiri olmuş, boş yere kendi işini bırakıp " ölü kurtarma" işleriyle ömür tüketilmektedir. Binaenaleyh;
" Kesinlikle, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz." ( Necm sûresi, âyet 38) " Ve insan başkasının değil , sadece kendi çabasının karşılığını görecektir!" ( Necm sûresi, âyet 39)
Hani, tarihi siyer rivayetlerine göre, Velid bin Muğire'nin önce ahiretteki azap korkusuyla iman ettiği, sonrasında arkadaşlarından birinin cezasını üstlenmesi üzerine yeniden, geri putlara tapmak üzere döndüğü nakledilir.
Yani, hiç bir kimse bir başkasının ne günahını, ne sevabını üstlenmesi mümkün değildir. Ölene, mevlid okutmak, hatimler indirmek, devrini yapmak, mezarı başında telkinler verdirmek, sadece bir kandırmadır, yaşayan insanların veya ölü sahiplerinin gözünü boyamaktan başka bir amel değildir..
Sonuç yerine;
İşte, bu yönlerimizle, beyin ve kalplerimiz özgür değildir. Okunan Kur'an'lar, dünyamızı kurtarsın, bizi kurtarsın, evladımızı kurtarsın, milletimizi kurtarsın gayesi ile okumuyor, sadece "ölüleri kurtarsın" düşüncesiyle okumakta, kıraat etmekteyiz.
" O ki, her şeye yaratılıştan bir ölçü ve amaç takdir etti, sonra ( o ölçüye uyarak amacına ulaşacak) istikamete yöneltti." ( A'lâ sûresi, âyet 3 )
Yani, Yüce Rabbimiz!.. Hayatı ve ölümü yarattı. Öncesiyle birlikte, Âlemlerin Rabbi, takdir ve hidayet yasasına hayatın en alt mertebesi olan çürüyüp gitmesi mukadder bulunan bitkileri dahi dahil ederken, ey insan, seni nasıl bu yasanın dışında tutar? Dolayısıyla, Çöle dönen kalpler vahiy yağmuruyla göle döner, ölüler değilde diriler yaşama imkanı bulurlar.
İşte, bu yönüyle milletçe, beynimiz, kalbimiz özgür değildir. Özgürlüğün nimetlerinden istifade edemiyoruz. Gürül gürül okumuş olduğumuz Kur'an'lar, hayatımıza yansımıyor, sadece mezarlıklarda ve kabirlerde savrulmaktadır.
Rabbimiz!.. Milletimize, millet bireylerine Kur'anî şuur, basiret ve anlayış lütfetsin!.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın