Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

ALLAH'A ŞİRK KOŞMAK, AFFEDİLMEZ BİR GÜNAHTIR!..

     " Ve Allah'ın peşi sıra, sana ne yararı dokunan ne de senden zararı gideren varlıklara yalvarıp yakarma! Zira eğer böyle yaparsan, işte o zaman sen de zalimlerden olursun!"  ( Yûnus sûresi, âyet 106 ) 

       Malumdur ki, İslam'da, en büyük zulüm ve günah tartışmasız Allah'a şirk koşmaktır. Yaratıcımız yüce Allah, tüm günahları affedeceğini beyan buyurur iken, tek affetmeyeceği günah, yüce Rabbimizin hakkına tecavüz ve şirk koşmaktır. 

     Bu sebepledir ki, Kur'anî ifade ile, şirk koşmak en büyük kötülük, zulüm ve cinayettir. Onun içindir ki, alemi İslam'ın ve bizim milletimizin din alanında en büyük sorunu, sıkıntısı ve içerisinden bir tür çıkarak kurtuluşa eremedeği mes'ele şirktir. 

      Ülkemizde, maalesef hangi alana el atmış olsak, orada bir şirk türü çirkinliğin, günahın yaşandığı müşahade edilmektedir. 

     Hoca efendiler, zaman zaman bu tür konuları gündemlerine almış bulunsalarda, maalesef etkili olamamakta, anlattıkları dimağlarda yer almamaktadır.  Saadettin Merdin hocanın dediği gibi:

    " Müşrik inançlarının tamamı bozuk kimse demek de değildir. Müşrikler de Allah'a iman ederler, ahirete yakinen inanırlar. İbadetlerini fazlasıyla yaparlar. Allah'a yakın olmak için gerçek manada çaba sarf ederler.

     Belki iman ve amellerinin bir kısmı bozuktur. Bir kazan balın içine bir avuç tavuk pisliği katıp karıştıran, o tertemiz nefis balı ifsad eden kimse gibi, o pırıl pırıl imanını şirk necaseti ile berbat eder. O tertemiz imanını şirkle kirletir. Onun safiyetini, hatta mahiyetini bozar.

     Allah'a ait sıfatları din büyüklerine, şeyhlere, peygamberlere vermeye başlar. Onlar vasıtasıyla dualarının kabul olunacağına inanır. Onların şefaatini ummaya başlar. Kur'an'a inanır, lakin onu anlamak istemez..

     İşine gelmeyeni ya te'vil eder ya da görmezden gelir. Bu kadar büyük zatlar, evliyalar yanılmış olamaz  der. İmama/Kur'an'a uymaz, cemaate uyar. Ona çok büyük kimseler olarak lanse edilen kimseleri hatasız, ideal insanlar, yanılmaz otoriteler olarak görür. 

    Hristiyanların rahiplerini, Yahudilerin ahbarını/bilginlerini ilahlaştırdıkları gibi, bizimkilerde mezhep imamlarını, tarikat şeyhlerini her şeyin ölçüsü, mutlak otorite olarak görürler. 

     Uydum çoğunluğa deyip, kitle/sürü psikolojisi ile hareket etmeye başlar. Aklını kiraya vermiştir. Biz bilemeyiz, büyüklerimiz bilir der. Bir de Kur'an'dan yüz çevirmişse büsbütün haktan uzaklaşır. İnsî ve Cinnî şeytanların oyuncağı mesabesine düşer."

      Ne acı ki, ülkemiz Müüslümanlarının yaşamış oldukları sıkıntı, dram ve trajedi budur. Yani, yüce Allah'ı devre dışı bırakıp, bir kısım kendisini büyük büyük insanlar, ermişler, erenler olarak lanse eden kimselerin eteğinden tutması, onlardan istimdat ummasıdır. 

     Oysa, böyle bir cehalet , sapkınlık, aşırılık saadet asrında bulunmayıp, yaşanmayıp, tamamen Hint kökenli, Budist menşeli icadlardır. Hangi Müslüman kardeşimiz iddia eder ki, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer , Hz. Osman, Hz. Ali vesair saheb-i kiram böylesi uydurmalara alet olmuş, " el aldım", " el verdim" tuzağına düşmüşlerdir?

      O güzide sahabeler ve tümü ashabı kiram ki, hiç birisi böyle bir tuzağa düşmemişler, akıllarını, idraklerini, şuur ve basiretlerini kiraya vermemişlerdir. Halbu ki, onların zamanında da mistisizm bulunmakta, varlığını sürdürmekte idi. Dolayısıyla;

     " Müşriklerin en bariz vasfı, Allah ile kendilerine aracılar koymalarıdır. Bu aracılar olmaksızın Allah'a ulaşılamaz derler. Bu aracı, vesile edinmeyi de tıpkı sonuca ulaşmak için sebeplere sarılmak gibi , herhangi bir işin başarılabilmesi için gerekli olan yol-yöntem olarak görür. Sonra da bu aracıları şefaatçi edinir.

     Halbu ki, Allah son Peygamberini bu aracıları ortadan kaldırmak için göndermiştir. Kur'an sadece lât, Menât, Uzza ve Hubel'i hedef almamıştır. Tüm aracıları yok etmek için inzal ve ikram edilmiştir.

     Kur'an'da pek çok putlar, evsân/ putlar, temâsil/heykeller, şürekâ/ ortaklar; şühedâ/yardımcılar, şuffeâ/ şefaatçılar/aracılar, erbâb/rabler /efendiler, evliya /veliler/dostlar, emsal/ eşler, tağût/ azgın yönetici, cibt/put, ensâb/ dikili taşlar, sâhibe/tanrıca."  ( S. Merdin) 

     " De ki: " Elbet ben, hele de Rabbimden bana hakikatın apaçık delilleri ulaşmışken, Allah'tan başka yalvarıp yakardıklarınıza kulluk etmekten nehyolundum; ve ben kendimi Âlemlerin Rabbine teslim etmekle emrolundum." ( Mü'min sûresi, âyet 66 ) 

     Sonuç yerine;

     Yukarıdan beri anlatıldığı gibi, derdimiz, Müslümanca, mü'mince sorunlarımız bunlardır. Yani, şeyh efendiler olmazsa, bizim inancımızın, yaşantımızın nakıs olacağı kanaatidir. 

     Onun içindir ki, müridan kesimleri, mürşid geçinen kimselerin etrafında pür dikkat kesilmekte, onların ağızlarından çıkacak, hikaye, masal, efsane türü şeyleri aziz kitabımız Kur'an'dan daha üstün ve erdemli görmektedirler. 

      Müridan kesim ve kitleleri, genelde akıllarını şeyhin ipoteğine vermiş oldukları için, kendilerinin irade gücü, düşünme melekesi yok mesabesindedir.

     Yani, " şeyhim ne derse odur", " şeyhimin yoluna canım kurban olsun", " evladını, kurban et dese, ederim" gibi zırvalar, maalesef, İslam kitleleri olarak, belimizi bükmekte, kos koca İstanbul şehri gibi bir şehir, Menzil gibi bir köy bunların emrine amade kılınmış, bir nevi oraların imparatoru olarak, hüküm sürmektedirler. 

      Yani, derdimiz büyüktür. İslam'ı şirk bataklığından kurtarmak için, ne yapılması lazımsa onu yapmalı, el birliği, gönül birliği yaparak şirkin üzerine üzerine gitmeliyiz. Niçin gitmeliyiz, kitleleri şirk batıklığından kurtarmak içindir.. Selam ve dua ile...

     Şerafettin Özdemir

Facebook Yorum

Yorum Yazın