AĞLAMAK !..
" Ağlamak, anlamanın sırrıdır, rehberidir,
Düşünmeden ağlayan bana göre delidir.
Allah için ağlarsan, ferahlık gelir sana,
Duyguların gelişir, gaflet gider yabana.
Annenin evladına merhameti nicedir,
Anne merhametinden Allah'ın ki yücedir. " ( E. S. Osmanoğlu)
Bazan öyle olmaktadır ki, duygular kabarıyor, kalbi duygular telaşlanıyor ve heyecanlanıyor, bunun üzerine sicim sicim gözden yaşlar boşalıyor. Çünkü,
İnsan gözünün işlevi Hakkı görmek, Hakkı sezmek ve Hak için ağlayıp gözlerden yaş dökmektir. Nice nice gaflete düşmüş, kalbi hissiyatı zayıflamış insanlar biliriz ki, dünya yıkılsa, insanlar bir bir ölse, yavrular annesiz, babasız kalsa, yine de vurdum duymaz olmaktadırlar, gözlerinden bir damla bile göz yaşı akmamaktadır.
Halbu ki, Allah için ağlayan gözler, acı bir vakıa karşısında kendisini tutamayanlar, ve böylelerinin akan göz yaşları beyinlerinin tembelleşmesini, sulanmasını engellemiş olur.
Ağlamayanlar, ağlamasını bilmeyenler, hayatta hiç bir şey anlayamaz, mes'elenin derinliklerine inemezler. Onun içindir ki, öyle demişler, Allah kulunun, anne evladının göz yaşına dayanamaz.
Örneğin, bir annenin, ağlayan bebeğinin ,yavrusunun ağlayışı karşısında nasıl koştuğunu, ne şekil çırpındığını görmek, anlamak ve bundan da hisse çıkarmak gerekir.
Ama, öyle de insanlar vardır ki, mallarına güvenirler, katı kalpleri gittikçe katılaşır, lakin onlarında yetişen yavruları ağlayacaktır. Öyle demişler, Timsahta ağlar, ama göz yaşından dolayı değildir.
Bir kaç yıl önce idi!.. İlçem Afşin'de bir baba oğul şehid cenazesine katılmış oldum. Baba, polis memuru, evlad beş yaşında bir oğul. Her ikisi de terör saldırısı sonucu şehid edilmişler.
Cenazeye iştirak eden binlerce insan, herkesin gözünde yaş... Cenaze namazına iştirak eden zatlar, İl Müftüsü merhum Muhammed Gevher'in duasına iştirak ettiği gibi, bendenizde bir başkalık hissettim.
Kendimi tutamıyor, ağlıyor ve ağlıyordum. Ama, derinden ve sessiz!.. Ötelerden, şehidin yavuklusu, küçük şehidin annesi haykırıyordu. " Oğlum henüz beş yaşındadır, Babasından uzak bir yere gömmeyin, Çünkü, o korkar" diyordu.
Hakikaten, benim için olanlar ondan sonra oldu. Cenazenin arkasına, insanların içerisine katıldım. Ayaklarım yürümüyor, sanki yere sürtüyordum. Bir kilometre kadar cenazelerin arkasından yürüdüm.
Ama, bir an oldu ki, artık dizlerim tutmaz, gözlerim ferini kaybetmiş oldu. Bir kenara çekildim. Sessiz sessiz ağlamam böylece devam ederek gitmiş oldu. Oracıkta, ne kadar ağladım, ne kadar kaldım bilemiyorum.
Bir kaç gün sonra oldu, mezkür şehidlerimizi ziyaret etmek için mezara gittim. Elimde telefon, resimlerini çekmek, bu acıyı unutmamak için resimlerini almış oldum. Bayrağımız, baba ile oğul, iki şehidin başı ucunda dalgalanıyordu.
İkinci yıl yine tatilde, kabristana gittiğimde, işim biter bitmez, hemencecik, o iki şehidin, yani baba ile oğlunun mezarlarına gittim.. Mezarlarının üzerinde otlar, çimenler bitmiş idi!.. Onun içindir ki,
Ağlamak, boşalmak, gevşemek, incelmek yufkalaşmak, zarafeti geliştirmek ve vefayı yakalamak demektir. Bu adetim, bir Batı ülkesinde yaşadığım için zaman zaman nüksetmekte, haberlerden duymuş olduğum, bir terör saldırısı şehidlerine, depremde ölenlere yine hüzünlenip ağlamakta ve göz yaşı dökmekteyim.
Maalesef, kimileri sarhoş olup ağlarken, çalgılarin, cümbüşlerin vermiş olduğu nameler karşısında göz yaşı döker iken, hamdolsun, bendenizde, şehide, öksüze, yetime, kimsesize, piri faniye ağlamaktayım.
Bir başka ağlama faslı da şöyle olmuştur:
Sene 1978 idi... Merhum hafız, mevlidhan İsmail Coşar ile bir mevlid proğramında tanıştım. Mevlid proğramında kimler yoktu ki? Devlet Bakanı Muhammed Kelleci ve benzeri ileri gelen zevat!..
Mevlid proğramı daha bitecek iken, Kelleci hocanın, Coşar'a bir not pusulası sunduğunu gördüm. Yan yana oturduğmuz için istemeyerek de olsa, yazılmış pusulayı okudum: " İsmail bey, Çanakkale şiirini okurmusunuz?" diye yazıyordu.
O zaman daha genç ve dinamik olan Hafız İsmail Coşar, hiçde naz etmeden, şiiri başladı okumaya!.. İlk defa dinlemiş olduğum için, " Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor" derken, ben kendimi, yaşamış olduğum hayatı, canlı cansız olduğumu sanki kaybetmiştim!..
İşte, o tarihten sonra, İsmail Coşar'ın mevlid okumasını veya başka bir proğramda bu şiiri okumasını sürekli canü gönülden arzu ettim.. Makamı cennet olsun..
Sonuç yerine;
Demek ki, insanın bazan ağlaması, desarj olması açısından faydalıdır ve gereklidir. Siniri, öfkesi, asabiyeti, benliği yatışıyor; dup duru bir hale bürünüyor insan!..
Onun içindir ki, sahabe-i kiram tarihinde, fetihlerde, gazvelerde, seriyyelerde çok çok haline, yiğitliklerine ağlanacak sahabe-i kiram bulunmaktadır.
Her Uhud şehitliğini ziyaretimde ağlamışımdır. Orada medfun bulunan 70 küsur sahabeye, Hz. Hamza'ya ve elsiz, kolsuz Mus'ab Bin Umeyre!..
Allah'a kulluğumuzu ağlayarak arzedelim. Yapmış olduğumuz hatalara, seyyiatlara, mükemmel kul olamadığımıza!.. Tabii ki, ağlamanın içeriğini dua ile, niyazla, salatla, yalvarışla,yakarışla doldurmalıyız!..
Kulluk şuuru ile hareket ederek, sorumluluklarımızı " fiilen veya manen" yerine getirip, göz yaşlarımız o zaman çağlayanlar gibi olursa daha mükemmel olmaz mı? Selam ve dua ile...
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın