Dr. Emin Acar’ın sünneti 50 yıldır sürüyor
Ankara’da her şey değişti, Emin Acar gerçeği ve lütufları değişmedi. Bendeki süreklilik duygusunu besleyen tek adres burası kaldı. Mustafa Everdi yazdı..
Ankara’da Hacı Bayram Camii. Cuma günü.
Her şey değişti; ben değiştim, Ankara değişti.
Her şey değişti; yılların izini taşıyan bir hatıra kalmadı Ankara’da. Toplumsal belleğin anıtları habire kılık ve el değiştiriyor.
Hacı Bayram Camii ve çevresi bile değişti. Düzenleme adı altında yıllardır süregelen çalışmalar, huzur-u kalble bir namaz kılmayı, türbe ziyaretini yapmayı engellemek işlevini de üstlenmiş. Projeye kitapçı dükkanları da girmiş; artık o eski kitapçılar, hac ve umre eşyaları, cenaze levazımatı satan yerler de, hac ve umre elbisesi diken tüccar-terziler de köhne halleriyle görülemeyecek. Geleneksel evlerin ihyası kapsamında büyük işhanlarına dönüşecek(miş) çevre binalar. Belediye lütfedip müktesep hak sahiplerine mevcut işyeri genişliğinde bir dükkan verecekmiş.
Eski hatıralar betona ve “kalkınma” azmine kurban gidiyor
Çevrede geleneksel evlerin restorasyon çalışması. Kalas kirişlerle iskeleti kurup arasına tuğla döşenerek süren inşaat çalışmaları arasında eski hatıralar betona ve “kalkınma” azmine kurban gidiyor. Her belediyede nedense sürekli bir yapılanma ve kalkınma çabası.
Çevre düzenlemesi adı altında bitmeyen bir inşaatın arasında, dev kepçelerin arasında, çekilmiş çitler gibi panoların arasında, granit, taş ve moloz yığınları arasında, her an başınıza bir felaket gelecekmiş ihtimali ve tehdidi arasında, namaz mahalline ulaşırsınız. Çünkü cumayı Hacı Bayram’da kılmaya azmetmişsiniz.
Saat 11’e kadar gelirseniz içeride yer bulursunuz. Yoksa dışarıda havadar bir alanda kılmak zorunda kalırsınız benim gibi. Tam önünüzde musalla taşları, üzerinde cenazeler; arkasında yüksek panolar. Namaz kılan erkeklerin önünden geçip türbeye giden kadınların rahat hareket etmesi için. Belki de namaz kılanlar ifsad olmasın diyedir.
Hayatını İslam’a adamış müminler ile, o gün kaderiyle yüzleşmeyi seçip günübirlik gelenler bir arada. Bir günlük türbe ziyareti ile bir ömrün günahlarını aklama ve tertemiz bir mümin olma umutları taşıyanlar, görmeye değer bir heyecan ve vecd içindeler. Bense kanıksamış bir havayla, yıllardır dönüp dönüp “yalan” okuyan (bugünkü hutbemizin mevzuu; yalan!) imamların hutbesiyle bugün de hakikate ulaşamayacağım endişesi içindeyim. Zihnimdeki sorular cevap arıyor; ne Hacı Bayram’da ne hutbede sadra şifa bir ima yok. “Yaz yaz nereye kadar; yazıyorsun da ne oluyor, yazmaktan kim usanır?” soruları ile alıp veriyorum.
Artık namazdaki insanı sevmek yerine
Halkımızın en yoksul kesiminden -adağını yerine getirmek için- sağa sola uzattığı kesme şeker kutusu ile köşeleri tutanlar ve -neredeyse o yoksulun oturduğu ev parasına- başına eğreti taktığı eşarplarla asortik kadınlar türbe çevresinde bir küme oluşturmuştur.
Islak ve soğuk zemine serilen naylon hasırlar üzerinde Cuma vaktini beklerken, türbeye doğru gidiş gelişler sürekli bir hareketlilikle sizi yorar. Sanki kanınız, canlılığınız, içinizdeki hayat belirtileri soğukla birlikte yere akıyor. “Yazın yaşa kışın taşa oturma” demişler ama biz iman ateşiyle sermişiz postu yere. En iyisi içinize kapanmak, gözleri yumup. O zaman da sağdan soldan dürterek seni uyandırmaya çalışanlar çıkabilir. Bu fırsatı vermemek için arada bir kıpırdamalısınız.
Hasılı iki rekatlık Cuma namazında vecde gelemeyip huşû’a ulaşamadım. Bunun da ayrı bir sıkıntısı eklenmiş üzerime. O yüzden on rekat da zühr-i ahir eklemişler demek ki!
Tamam, Cuma kılmak için er olmak gerek; velakin hepsinden önce de “hür” olmak gerek. Bu kadar vesvese içinde (kişisel sorunlarım da eklenmiş) ben nasıl bir namaz kıldım bugün? Ben Cuma namazı kılmaya ehil, “hür” bir mümin miyim şimdi? Namaz ne kadar farz ve nastan kaynaklanan bir ibadet olursa olsun hiçbir zaman insan, namazı başlı başına bir amaç haline getirmemeli. Namaz ne zaman insanı güzelleştiren bir ibadete inkılap edebilirse o zaman gaye tahakkuk eder. Yoksa kulluk her anlamıyla yara alır. Çünkü namaz ön plana çıkarılınca kulluk Hz. Adem’den bu yana insanın yerine ibadet geçer; ruhun yükselişi yerine bedenin eylemleri önem kazanır. Kulluğun içeriğinin yerini alışkanlık olmuş bir ritüel; rükunlar, güzel olanın yerini mekanik bir hareketler bütünü alır. Süregelen bir ikame, aslın ve aşkın yerine geçmeye başlar. Artık namazdaki insanı sevmek yerine insandaki namazı sevmeye başladığını hisseder, daha bir sıkıntı basar sizi. Ben huzur bulmaya, namaz kılmaya gelmiştim halbuki; iğneli fıçıya girmeye değil!
Her bir oda yeni bir aşama veya mertebe veya makam gibi ilerler
Nihayet Cuma kılınır; her gün olması mukadder, cumaları birkaç cenaze mutlaka vardır.
Cenazeye koşsan sürüye sayarlar; koşmazsan “farz-ı kifaye” olması kılmamanı gerektirmez’ diye içinden bir azar işitirsin. Al sana yeni bir azap daha. Cenazelere alel acele şevkle koşan müminler bir yöne yönelmiş, sen aksi istikamete gidiyorsun.
Kitleden farklılaşmak çok zor bir hal. Ruh sağlığını koruyabilmek ve sinirlerini sağlam tutmak mesele.
Camiden çıkış kapısının tam karşısında, batıya doğru Hadrianus Duvarlarından inen merdivenlere yönelirseniz değişmeyen tek bir bina görürsünüz:
Dr. Emin Acar
Ruh ve Sinir Hastalıkları
Mütehassısı
60 senedir solmayan bir tabela. Yıkılmayan bir binanın ön cephesinde öylece duruyor. Bugün de gidip görebilirsiniz. Bence gitmelisiniz. Hem de Cuma ve cumartesi günleri.
5-10 bin Cuma cemaatinden 30-40 kişi ancak gelir. Arasında bir öğünü bedavaya getirmek isteyen âdem babalar, meczuplar, hacı ağalar, profesörler, benim gibi toplumsal belleğin izinden giderek sorularına cevap arayanlar.
Üç katlı binanın labirenti andıran koridorlarında ilerlersiniz. Çocukluğumuzda helva-ekmek yediğimiz dükkanları andıran iç içe geçen odalardan oluşmuş. Her bir oda yeni bir aşama veya mertebe veya makam gibi ilerler, ilerlersiniz.
Odaların hepsinde ortada bir masa, üzerinde siniler. Duvarlarda Kâbe, Medine Camii resimleri, veda hutbeleri, sigaranın zararına dair levhalar. Posta kutusunu andıran tahta bölmelerde irşat ve tebliğ fotokopileri. Hacı Bayram, Akşemseddin, Şeyh Edebalı vasiyetleri, veda hutbesi. Kuru/kara üzümün faydaları…
Bir Hacı Bayram Veli veya Akşemseddin tarihin sayfalarından çıkıp gelmiş
Odalar hınca hınç dolduktan sonra bir görevli mavi dosyasını önüne alır. Ses düzeni açılır. Odalar birbirini görecek küçük pencerelerle rabıta halinde ama sesin ulaşması hançerelerin gücüne bırakılamaz. Ne de olsa Dr. Emin Acar 80 yaşın üzerinde. Ara kapıdan gelir, hasodada ihtişamlı sobanın yanında hücreyi andıran makamda yerini alır. Beyazlar içinde, ak sakallı bir Hacı Bayram Veli veya Akşemseddin tarihin sayfalarından çıkıp gelmiş, biz ölümlülerin önünde yerini almıştır. İnsana saygı ve huşu aşılayacak şekilde bastonuna dayanıp içine kapanır.
Görevli dosyayı açar. Önce Müminin suresinden on ayet meali. Veda Hutbesi. Sonra Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye Vasiyeti. Ardından Hacı Bayram Veli’nin vasiyeti, Şeyh Akşemseddin’in vasiyeti metinden okunur.
Sonra Dr. Emin Acar “bir fatiha, üç elem neşrah leke sadrek, 11 ihlas” okunmasını diler. Bu okuma bittikten sonra dua eder.
Dr. Emin Acar kısa bir konuşmaya geçer:
“Ekmek yiyin, buğday ekmeği. Mısır ekmeğinde pellegra hastalığı ortaya çıkar. Çünkü mısırda zein proteini vardır ve bağırsaklarda asimilasyonu sırasında PP vitamini çok tüketilir. Bu da beyinde protein metabolizmasını bozar. Karadeniz’de ve Sicilya adasında ekmek yerine mısır ekmeği yendiği için insanlar kolay cinayet işler, mafya eleman tedarikini buradan sağlar. Bunun için Karadeniz’de mısır ekmeği azaltılmıştır. Çünkü mısır ekmeği öfke eşiğini aşağı çeker. Buğday ekmeği cinayetleri önler. Kepekli ekmek yiyeceksiniz. Kepekli ekmek kahverengi ise insanlar yiyebilir; siyahsa hayvan yemi kepeğinden yapılmıştır, onu yemeyin! Zeytin ve hurma çekirdeğini yutmayın. Bağırsaklara zarar verebilir.
Dar pantolon giymeyin. Kısır olursunuz. Dar pantolon erkeklerde ve kadınlarda kısırlığa yol açar. Öz babanız dışında kimseye ‘baba’ demeyin. Damat ve gelinlere de ‘baba’ dedirtmeyin. Bu babanıza hakaret, annenize suizan olur.
Doğal yiyecekler yiyin. Çocuklarınıza çekirdekli kara üzüm yedirin. Her gün ceplerine bu üzümden koyarsanız zeki olur, derslerinde üstün başarı gösterirler. Özal, okullarda üzüm, fındık dağıtmıştı; bu hükümet de süt dağıtıyor, çok iyi işler bunlar.
Beyaz giyip beyaz yemek sünnetlerin efdalidir. Hadi buyrun!”
“Gençler evlenene kadar sakal bırakmalı”
Bu arada görevli müminler masalara dilimlenmiş ekmekler ve bardaklar koymuştur. Büyük çaydanlıklarda sıcak şerbetler bardaklara doldurulur. Bismillah deyip doğal, sağlıklı ve Emin Acar’ın ikram ettiği ekmekleri yemeye başlarız. Bu ekmeği hiçbir yerde bulamazsınız. O kadar lezzetli ki; cinayet işlemekten bile vazgeçer, o duyguyu frenleyen ekmeğe yumulursunuz. İçinde kuşburnu, erik pestili, elma, Allah ne verdiyse doğal meyvelerden hazırlanan şerbet; sıcak olduğu için ikiden fazla içilmez ama ekmek de kendime sınır tanımadım. Bulduğum her fırsatta bir parça alıp yemeyi sürdürdüm.
Yavaş yavaş ahali seyrekleşir. Hacı ağalar izin alıp teker teker ayrılırlar. Artık has odada beş-altı havas kalmıştır. Sorularla Dr. Emin Acar daha bir canlanır ve güncel olayları da değerlendirmeye başlar:
“Gençler evlenene kadar sakal bırakmalı, sakal onları her türlü tacizden alıkoyar. Katolik papazlar beş bine yakın çocuğa tecavüz ettiler. Papa’nın uçağını Portekiz’e indirmediler bu yüzden. İstifası da bununla ilgili. Onun için sakal gençleri korur.”
Sohbete dahil olan üniversiteden hocaların ilgisiyle şunu söylüyor: “Makamlardan istifa ile ayrılmayın; iktidardan da. Yoksa mürd’olursunuz. Mürd’olmak ölmek demek, aynı zamanda iradeden düşmek anlamına gelir.”
Çekmeceden bir mektup fotokopisi çıkarıyor. Bir hastasına cinlerin yazdırdığı mektup. Özal’a suikastten önce. Mektupta “saklı Müslümana değil saklanan Müslümana zarar veremezler” diyor. Özal açıktan Müslümanlık yaptı ama Kartal Demirağ’ın tabancasından çıkan kurşunlardan saklandı. Kurşunların dördü mikrofona isabet etmiş. Şimdi Malatya Üniversitesi Özal müzesinde imiş o kürsü; yaralı mikrofonla birlikte. Bu yüzden zehirlendiğine inanmıyor Özal’ın; “o korunmuş biriydi” diyor; “eceliyle ölmüştür muhtemelen!”
“Baba, demiştik ya; Doğuda bir İshak Baba çıktı; Selçuklu’yu zayıflattı; Moğolların Anadolu’ya gelmesine vesile oldu. Süreklilik kesildi bu yüzden. Babalardan uzak durun!”
Bu kadar alevî nefes ve türküleri dinliyorum; yoksa bu ihtar bana olmasın diye afallıyorum. Ruhumun en derin noktasındaki çalıların hareketlendiğini hissediyorum.
Önemli olan aşkla ve okunacak güzellikte ve irşat edecek imanla yazmak
Tam o sırada yanımdaki profesöre işaretlenmiş bir sayfa açıyor, “oku bunu” diyerek. Vehbi Vakkasoğlu’nun Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına dair kitabı. Okunan bölüm, Dr. Emin Acar’dan alınan görüş; “Allah her irşat ehline bir keramet vermiştir: Süleyman Hilmi Tunahan’a Kuran öğretimi, Bediüzzaman’a yazmak. Onun yazılarını okuyanlar imana geliyor, dünyanın her yerinde hayran kalıyorlar.”
Bu da benim soruma cevap, yazmak konusundaki tereddüdüme. Önemli olan aşkla ve okunacak güzellikte ve irşat edecek imanla yazmak. Artık “şeyhin kerameti açık sorulara değil, sorulmayan sorulara verdiği cevaptan belli olur” diye içimden konuşmalarım sürüyor.
Hep sezdiğim, bazen bildiğimi sandığım kendimi tanıma gayretinin odasına, o odanın bilinen ve bilinmeyen karanlık noktalarına ışıklar ağar gibi oluyor. Ben’in oluşumu ve silinip yeniden yazılımı, ruhun giriş ve çıkış kapıları ne kırılabilir ne açılabilirdi. Zor kullanarak ne bulunabilen ne de kırılabilen şifreler ve inayet aynı hakikatin içinde gizliymiş. Kendini tanımanın. Benliğini bulmanın, ruha ulaşabilme inayetinin kapıları sevgi ile bakmakla, sorulara sahip olmakla mümkünmüş. Peki, benim bugüne kadar ciddi hiçbir sorum olmadı mı ki?
Anında Dr. Emin Acar, şeyhleri “asaleten göreve gelenler” ve “vekaleten gelenler” diye ikiye ayırıyor: “Vekaleten gelenler babadan, kayınpederden el alıp usul-i tarikatı uygulayanlar. Asaleten şeyh olanlar, gerçek veliler onlardır.”
Yıllardır değişmeyen Dr. Emin Acar’ın sünneti
Allah’ım bugün bütün sorularım cevap buluyor. Ben bulduğum her fırsatta buraya geliyordum. İlk gelişim 1979. O zaman çorba içiyorduk. Öğrenci bütçesinde çorba parasından tasarruf etmek için. Nehirler gizli yatağına evrilmek için sel, su baskını, şiddetli yağmurlar bekler; bulduğu ilk fırsatta alırmış eski yerini.
Yıllardır değişmeyen Dr. Emin Acar’ın sünneti. İkram; maddi ve manevi ziyafetler. Ankara’da her şey değişti, Emin Acar gerçeği ve lütufları değişmedi. Bendeki süreklilik duygusunu besleyen tek adres burası kaldı; toplumsal belleği oluşturan güzel mekanlardan.
Zaten bu binanın ayakta kalması, üç katlı derme çatma odaların biz günahkarlara dayanması bile başlı başına Dr. Emin Acar’ın kerameti. Üstüne aldığım cevaplar beni sarsıyor. Hacı Bayram ve Emin Acar’a ulaşmak, cehenneme giden kolay ve patika yollardan daha mı zordu? Sözlere çok çabuk inanan insanlar neden hakikate açılan kapılara direnmektedir?
Kimsenin kimseyi sevmediği, kimsenin kimseye yardım etmediği, güvenmediği, anlamaya çalışmadığı bir dünyada 50 yıldan fazla bir zamandır maddi ve manevi ziyafeti sürdürmek güzelliğinin nasıl farkında olmayız? Telefon faturasını bile zor ödeyen emekli yaşlı bir insanın bu sünneti sürdürmek konusundaki cömertliğinin büyüsü ve sevgisinin büyüklüğü bizi nasıl hayrete düşürmez? Sözün çok üstünde ve çok altında kalan bölgeleri nasıl bir merakla görmeye gidemeyiz? Bizi alıkoyan nedir? Görünende ve görünmeyende bir sevgi ve ikram halesine dönen bu saydamlıktan nasıl karanlık bölgelere iltica ediyoruz?
Derken görevliler “ikindi okunuyor” haberini getiriyorlar. “İkindiden sonra sohbet devam edecek” diyor Efendi Hazretleri.
Siz de Ankara’da iseniz, Hacı Bayram Camii’nde kıldığınız bir Cuma namazından sonra uğrayın Dr. Emin Acar’ın yerine. Sorularınız varsa tabii.
Yoksa halkımıza ikram edilen ekmeğin bereketini kaçırmayın, dibine darı ekmeye çalışmayın. Benim gibi.
Dünya Bizim / Mustafa Everdi yazdı
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın