© Dini Haberler 2020

Kur’an’da Rastladın mı?

İslâm’ın yalnızca Kur’an-ı Kerim’den öğrenilmesi gerektiğini dillendiren, böylelikle Kur’an merkezli bir din ortaya koyma iddiası içerisinde olan söylemlerle zaman zaman karşılaşıyoruz. Sünnet’i geri plana itip sadece Kur’an’ı referans almaya çağıran bir oluşum bu.

Gün geçmiyor ki dinî bir mevzuda delil olarak getirilen hadise karşılık, orada bulunanlar tarafından “Bize hadis okuma ayet getir!”, “Bu konuda ayet var mı?” gibi tepkilerle karşılaşılmasın. Bu tür tepkiler, dinî olmaktan çok siyasî karakter taşıyan “Kur’an merkezli din” iddiasının halk arasındaki tezahürü sadece.

Söz konusu oluşumun temel iddiası “Kur’an müslümanlığı”, “Kur’an İslâm’ına dönüş” gibi çeşitli kavramlarla müslümanları Kur’an etrafında birleştirmek, sahih bir din anlayışı kazandırmak…

Ancak “Kur’an İslâm’ı” tabiri ilk bakışta ne kadar kulağa hoş gelse de, işin detayına inildiğinde hiç de böyle olmadığı anlaşılıyor. Çünkü gerçekte Kur’an’ı merkeze aldığını söyleyen bu akım aslında sünnetleri tasfiye etmek suretiyle dini adeta kuşa çevirme eğiliminde.

Sömürgecilerin ektiği tohum

Bu tür marjinal yaklaşımları daha çok yabancı devletlerin fiilî yahut kültürel sömürüsüne maruz kalmış İslâm ülkelerinde görmek mümkün. Sömürgeci devletler, İslâm ülkelerindeki ilahiyat fakültelerine yerleştirmiş oldukları oryantalist zihniyet üzerinden özellikle Sünnet’in ümmet içindeki itibarını ve konumunu zayıflatmak, hatta saf dışı bırakma neticesine yönelik faaliyetlerin öncülüğünü yapmışlardır.

Hindistan buna önemli bir örnek teşkil eder. Çünkü bilindiği gibi bu bölge 1858’de resmen İngiliz hakimiyetine geçmiş, buna paralel olarak bölgede Hıristiyan propagandasıyla beraber Oryantalistlerin İslâm’a yönelik art niyetli çalışmaları da hız kazanmıştır. İlginçtir, sömürgeleştirilen Hindistan’a bağlı Delhi şehrinde kurulan İslâmî İlimler Fakültesi’nin başına, İngiliz Doğu Hint Şirketi sponsorluğunda, Avusturya asıllı İngiliz bir oryantalist olan Dr. Alois Sprenger getirilmiştir. Sprenger, ilk kez hadislerin büyük bir kısmının “uydurma” olduğunu iddia eden, Sünnet’in kaynak oluşuna yönelik eleştirel makaleler kaleme alan, böylece sünneti saf dışı bırakmayı hedefleyen biridir. İşte bu fitne sebebiyle İslâm dünyasında Sünnet’i toptan inkâr etme hareketi de ilk olarak Hindistan müslümanları arasında baş göstermiştir.

İçimizdeki aldanmışlar

Kur’an merkezli İslâm iddiasını sadece yabancı unsurlarda aramak elbette yanlış olur. Bunda yüzü ve gönlü Batı’ya dönük müslüman ilim adamlarının da büyük rolü var. Onlar, 19. asrın sonlarından itibaren içinde bulundukları yenilmişlikten müslümanları kurtarmak için dinde köklü bir değişimin gerekliliğine inanmış, böylece Sünnet ve geleneksel mezheplerin toptan inkârına giderek, Kur’an merkezli/selefî bir din anlayışını tesis etmeyi önermişlerdir.

Gerçekten “Kur’an İslâm’ı” söylemini hayata geçirmek mümkün müdür? Sünnetleri saf dışı bırakmak suretiyle yalnızca Kur’an’ı esas alan bir din inşası ilahi maksadı ne ölçüde doğru yansıtabilir?

Peşinen şunu ifade edelim ki Sünnet olmadan Kur’an-ı Kerim’i ne doğru ve sahih bir şekilde anlamak ne de uygulamak mümkündür. Çünkü Kur’an ancak beyan edilerek/açıklanarak anlaşılabilir. Onun beyanı Hz. Peygamber s.a.v.’e, dolayısıyla Sünnet’e aittir. Bunu bizzat Kur’an-ı Kerim’in kendisi şöyle ifade buyuruyor: “Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamber! Sana da Kur’an’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” (Nahl, 44)

Başka bir ayet-i kerimede Rabbimiz yeminle buyuruyor ki; “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)

Sünnet Kur’an’ı beyan etmeseydi

Pekala Sünnet Kur’an-ı Kerim’i beyan etmeseydi ne olurdu?

Sünnet, Kur’an-ı Kerim’i beyan edip açıklamasaydı Kur’an’ın açıklanmamış hükümleri murad-ı ilahiye uygun bir şekilde anlaşılamaz; anlaşılamayacağı için de üzerine hüküm bina edilemezdi. Dolayısıyla ne namaz, ne zekât, ne oruç, ne hac gibi ibadetlerden, ne de muamelat ve ukubata dair diğer hükümlerden bu denli geniş ve teferruatlı bir şekilde söz edilebilirdi.

Bu itibarla Sünnet, Kur’an-ı Kerim’in anahtarı gibidir. Sünnet olmadan Kur’an doğru bir şekilde anlaşılamaz. Kur’an anlaşılmayınca da din, murad-ı ilahiye uygun olarak tesis edilmiş olmaz. Yani Sünnet olmazsa din de olmaz. Şu halde Sünnet’i göz ardı ederek sadece Kur’an’ı esas alan bir din oluşturma eğilimi, haddizatında dini ortadan kaldırmakla aynı anlamdadır.

Aslında bu tür eğilimler İslâm’ın ilk asrından beri olagelmiştir. Sahabeden İmran b. Husayn r.a.’ın meclisinde meydana gelen tartışma buna örnektir. Olay şöyle:

Bir gün İmran b. Husayn r.a. mescitte otururken, yanında şefaatten konu açılır. İmran b. Husayn r.a. konuyla ilgili hadislerden delil getirirken, orada bulunanlardan biri:

– Siz bize hadisler anlatıyorsunuz. Oysa biz bunlarla ilgili Kur’an’da bir delil bulamıyoruz, der. Hz. İmran r.a. adama çıkışarak şöyle sorar:

– Sen Kur’an’ı okudun mu?

– Evet

– Peki, orada (farzları itibariyle) yatsı namazının dört, akşamın üç, sabahın iki, öğle ile ikindinin dört rekât olduğuna rastladın mı?

– Hayır.

– Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasulullah s.a.v.’den öğrenmedik mi? Yine (Kur’an’da) kırk dirheme bir dirhem, kırk koyuna bir koyun, şu kadar deveye şu kadar zekât düştüğüne rastladın mı?

– Hayır.

– O halde bu bilgileri kimden aldınız? Biz Rasulullah s.a.v.’den, siz de bizden aldınız. Keza Kur’an-ı Kerim’de “Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac, 29) ayetini gördünüz. Pekala, “Kâbe’yi yedi defa tavaf edin”, “Makam’ın arkasında iki rekât namaz kılın” diye bir ifadeye denk geldiniz mi? Kur’an’da buna rastladınız mı? Öyleyse bu bilgiyi kimden aldınız? Biz Rasulullah s.a.v.’den, siz de bizden almadınız mı?

– Evet.

– Peki İslâm’da celeb(¹), ceneb(²) ve şiğâr(³) ın olmadığına dair Kur’an’da bir delile rastladınız mı?

– Hayır.

– Oysa ben Allah Rasulü s.a.v.’in “İslâm’da celeb, ceneb ve şiğar yoktur” (Ebû Dâvûd, Zekat, 9) dediğini işittim. Öte yandan Allah Tealâ’nın Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak etdiyse ondan da sakının.” (Haşr, 7) diye emrettiğini de duymuşsunuzdur. (Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, 1/25, 26)

Görülüyor ki, din adına Kur’an’ın tek referans kabul edilmesi söylemi dün de gündeme getiriliyordu, bugün de getiriliyor. Bu tip iddiaların kimi kasıtsız olsa da büyük çoğunluğu siyasi ve kasdî olup, hedefte Sünnet’i ve Ehl-i Sünnet anlayışını saf dışı bırakma fikri yatıyor. Bu itibarla samimi müslümanların bu tür söylemlere aldanmamaları, Sünnet’ten yüz çevrilerek inşa edilen müslümanlığının Kur’an’la ve İslâm’la alakasının olmadığını unutmamaları gerekir.


(¹) Celeb: Zekât memurunun bir yerde konaklayıp zekât verecek durumdaki mal sahiplerini oraya çağırıp toplaması ve zekâtları o yerde alması.

(²) Ceneb: At yarışına katılan kimsenin yanında bir de yedek at bulundurması ve koşu esnasında bindiği hayvan iyice yorulunca onu bırakıp yedekte olana binmesi, yani hile yapması.

(³) Şiğâr: Mehir alıp vermemek için iki kişinin birbirinin yakınlarından birer kadınla evlenmeleridir.

Kaynak: Semerkand Dergisi

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER