© Dini Haberler 2020

Hz. Muhammed (sav) ile ilgili büyük tehlike

Yusuf Kaplan, Yeni Şafak'taki son yazısında son zamanlarda daha da artan "hadis inkarcılarını" hedef alarak tehlikenin çok büyük olduğuna dikkat çekti.

Yusuf Kaplan, İslamın içini boşaltmak, Hristiyan protestanlığına benzer şekilde İslam'ı peygambersiz bırakmaya çalışmak ve İslam dininin toplumsal hayata da nüfuz eden yönünü iptal etmek için başlatılan projenin İslam ve Kuran'ı da anlaşılmaz kılacağının altını çizerek "Peygambersiz, din anlaşılmaz." dedi. 

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerinin, "Sahih olduğunu nereden bileyim?" denilerek inkar edildiği, sünnet-i seniyyenin toplum hafızasından yavaş yavaş silinmek istendiği bir zamanda yaşıyoruz. "Kur'an bize yeter." diyenler, "Sahih, meşhur, hasen, zayıf" demeden bütün hadisleri uydurma kabul edenler ve Hazret-i Peygamberi (s.a.v.) bir postacı gibi görenler hangi kaynaktan besleniyorlar? 

Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) bu konu için söylediği; "Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış bir halde- ‘bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım." (bk. Tirmizi, İlim,10) hadis-i şerifi ne kadar da manidar...

Risale-i Nur'da Mucizat-ı Ahmediyye risalesi olarak bilinen 19. mektup, böyle bir zamanda daha da kıymetli bir hale geliyor. Bediüzzaman, aynı risalede şöyle diyor:

"Hem Asr-ı Saadette, mu’cizâtı ve medar-ı ahkâm ehâdisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abâdile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan, Tercümanü’l-Kur’ân olan Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs, bahusus otuz kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdisi ve mu’cizâtı yazıyla kaydettiler."

"Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler, yazıyla muhafaza ettiler."

"İşte buna binaen, 'Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen, şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri, nasıl bileceğiz ki karışmamış ve sâfidir?' hatıra gelmemelidir. 

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan'ın da işaret ettiği bu tehlike, hadislerin inkarını ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dindeki konumunun sarsılmasını kimler istiyor? sorusunu akla getiriyor. Çünkü durum, ekranlarda boy gösteren hadis inkarcılarından daha vahim...


İşte Yusuf Kaplan'ın o yazısı...

Tehlike çok büyük (1)

Oryantalistlerin son iki yüzyılda geliştirdikleri üç tehlikeli proje var:

ÜÇ TEHLİKELİ ORYANTALİST PROJE

1-Osmanlı'yı unutturmak.

2-İslâm düşüncesinin Gazâli'yle bittiği masalını yaymak.

3-Hz. Peygamber'in (sav) konumunu sarsmak.

İlk ikisini başardılar. Son çeyrek asırdır, üçüncü projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar adım adım. Batılılar, Hz. Peygamber'i (sav) devre dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendiprotestanIık tarihlerinden çok iyi biliyorlar.

0 yüzden Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Sonra, sıra Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar.

Tarihte karşılaştığımız en büyük saldırı bu! O yüzden müteyakkız olmak zorundayız.

VAHY'İN EFENDİMİZ'DE HAYAT BULMASI, HAYAT OLMASI VE HAYAT SUNMASI 

Peygamberimiz, İslâm'ı, Kur'ân'ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden (ama) bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamber.

Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki “kişisel tarihi”, İslâm'ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekanlarda nasıl anlaşılıp, idrak edilip hayata aktarılabileceğini “gösteren” bir “zaman dilimi” olduğu için, İslâm'ın “özü, özeti''dir.

İşte bu nokta, İslâm'ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar'a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm'ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir.

Tam bu noktada, Müslümanlara düşen şey, insan ve elçi olarak Peygamberimiz'le, Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”yle özetlenen, örneklenen, İslâm'ın özüne, değişik zamanlarda ve mekanlarda bihakkın nüfûz ederek yeniden-hayata geçirmek ve yepyeni şekillerde hayatiyet kazandırmaktır.

İslâm, aynı anda hem beşerî hem ilahî olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı ve şimdiyi, hem de ''öte''yi aynı anda meczeden, kucaklayan, ihata eden bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışıdır. Bu hayat tasavvuru, en mükemmel şekilde Peygamberimiz tarafından hayata aklarılmıştır.

Bu durum, bütün zamanlarda ve mekanlarda İslâm'ın insana, hayata, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere ilişkin olarak her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir duyarlığa sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.

Bu nedenledir ki, bu, İslam'ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kâinâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslümanın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşamasını önler.

Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamaz; öte yandan da bir Müslümanın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşır.

DİNE, ZAMANLAR VE MEKÂNLAR ÜSTÜ ÖZELLİĞİNİ PEYGAMBER KAZANDIRIR 

Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in “kişisel tarihi” bize örneklik teşkil eder.

Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”, İslâm'ın salt zamanlar ve mekanlar üstü bir veçheye değil, aynı zamanda zamansal ve mekansal bir veçheye sahip olduğunu da gösterir: Kur'ân'ın aynı zamanda, peyderpey, 23 yıllık bir zamana yayılarak vahyedilmesi, bu açıdan çok önemlidir.

İşte bu, İslâm'ın fiilî durumlara uygulanması gereken bir mesajı ve niteliği olduğunu ortaya kayar. Bu süreçte Peygamberimiz, sadece Kur'ân'ı aktarmakla kalmaz; aynı zamanda gerek yaşadığı coğrafyada, gerekse komşu coğrafyalarda hâkim olan kültürlerle de ilişkiye geçerek İslâm'ın mesajını hayata geçirir.

Bizzat Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”, İslâm'ın bu kişisel tarih'le özetlenmesi, örneklenmesi, İslâm'ın aynı zamanda güçlü bir tarih ve zaman nosyonuna, diyalojik bir niteliğe sahip olduğunu gözler önüne serer.

İşte Peygamberimiz'in kendi kişisel tarihi boyunca, değişenle değişmeyen, görünür olanla görünür olmayan, ilahî olanla beşerî olan arasında kurduğu bu özgün ilişki ve iletişim biçimi, biz Müslümanların değişen zaman ve mekânlarda İslâm'ı nasıl idrak edip hayata geçirebileceğimiz konusunda önemli ipuçları sunar bize.

Bu durum, aynı zamanda, İslâm'ın, kendine özgü bir dinamizme sahip olduğunu, bu dinamizmin her hâl ve şartta yeniden harekete geçirilebileceğini kendiliğinden ortaya koyar. Yeter ki biz, sahip olduğumuz idraki müdrik olalım.

O yüzden, şunu söylüyorum: Peygambersiz, din anlaşılmaz. İyice anlaşılmaz hâle gelir.

Peygamberi devre dışı bırakan bir dinin kısa devre yapması ve hayattan çekilmesi mukadderdir. Tarihe bakın göreceksiniz bu gerçeği.

İlginizi Çekebilir

Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?

Irkçılar, sokak röportajı sırasında başında üşüştükleri Suriyeli çocuklara küfretti ve saldırı girişiminde bulundu.

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

TÜM HABERLER