© Dini Haberler 2020

Hüzün ve neşe ayı Muharrem

Eskiden Muharrem ayı gelince yeni yıla girmenin sevinciyle birlikte Kerbelâ şehitlerinin hüznü de başlardı. Öğle ezanları,“Hüseynî “ makamında okunur; İstanbul, aşureye gark olurdu.

Muharrem ayı Hicrî takvimin ilk ayıdır. Kelime olarak yasaklanmış haram kılınmış anlamına gelir. Dört haram aydandır.( Diğerlerii Zilkade, Zilhicce ve Recep aylarıdır.) Hz. Adem’in tövbesinin kabulü, Nuh (as)’ın gemisinin tufandan kurtuluşu, Hz.Musa ve İsrailoğulları’nın, Firavun’un zulmünden kurtuluşu, Hz.Yunus’un balığın karnından kurtuluşu, bu ayda gerçekleştiği için Müslümanlar  mübarek kabul edilir. 

Muharrem ayının barış, huzur ve ibâdet ayı olması, 680 yılındaki Kerbela fâciâsı ile değişti. 10 Muharrem günü Peygamberimiz(SAV)in torunu Hz Hüseyin’in şehid edilmesi ile İslâm âlemi bölündü ve zamanla siyâsî boyut kazandı.  

Kerbelâ fâciâsı, Emevîler döneminde oldu. Emevîler, Kerbelâ fâciâsını unutturmak için bu günü âdeta bayram gibi kutlayınca Şia’nın tepkisi arttı. Abbasîler döneminde  tesiri artan Büveyhîler bu duruma tepki olarak anma törenleri yapmaya başladı. Ancak bu törenlerdeki taşkın hareketler ve sahâbeye yapılan hakaretlerde o kadar ileri gidildi ki zaman zaman yasaklandı. Kerbelâ’nın siyâsî çekişmelere sebep olması Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinde de büyük yıkımlara ve savaşlara sebep oldu. 

MUHARREMİYE BAHŞİŞİ

Eskiden Muharremin ilk günü pâdişahın ve devlet ricâlinin huzûruna çıkılarak “sâl-i cedid” yâni yeni yıl tebrik edilirdi. Bu tebrik törenlerinin düzenli olarak her sene yapıldığı söylenemez. Ulema, devlet adamları ve gayr-i müslim cemaatlerin başları bayramlarda olduğu gibi tebrik için saraya gelirlerdi. Yeni hicrî yılın pâdişaha ve ümmete hayırlar getirmesi için duâlar edilir ve tebrik için gelenlere  “Muharremiyelik”  denen bahşişler verilirdi. Şâirler muharremiye denen şiirlerini takdim ederlerdi. Bu şiirler, iki türlüydü. Bir kısmı, yeni yılı tebrik ederdi. Ebcet ile târih düşenleri de vardı veya Muharremin gelmesinden duyulan sevinci anlatırlardı. 

 Ey mübârek ay hoş geldün safâ geldün hele

 Ey cihân-ârây hoş geldün safâ geldün hele ( İsmail Hakkı Bursevî)

İkinci kısımdakiler ise Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinin hüznünü anlatır; Yezid’e bedduâ ederdi.

 “Dîdeden su yerine kan akacak dem geldi

 Kerbelâ günleridir ağla Muharrem geldi” (Keçecizâde İzzet Molla) 

Kerbelayı anlatan bu tip mersiyelere maktel-i Hüseyin de denirdi.

Muharrem  ayında tekkelere gönderilen hediye ve bahşişlere de  muharremiye denirdi. 

SESSİZ HÜZÜN

Sünnî gelenekte, yas tutma ve Şiiler gibi kendine işkence ederek ağlama, feryat etme yoktu ama, Muharrem ayında sessiz bir hüzün vardı. Muharrem ayı gelince öğle ezanları, on gün boyunca hüseynî makamında okunurdu. Tekkelerde müzik aletleri kaldırılırdı. Doyasıya yemek, çok gülmek ve bol su içmek Muharrem ayında kaçınılan şeylerdi. Sokaklarda ulu orta kana kana su içmemek edeptendi. Sofralarda suyun yerini tuz alırdı. Dervişler fazla tuz tüketerek susuzluğu, Kerbela kurbanlarının aç-susuz şehit edilmelerini anardı. Muharrem ayının onuncu günü, Hz.Peygamber’in torunu İmam Hüseyin’in susuz şehit edildiği gün olduğu için bazı evlerde billur bardaklar kaldırarak bakır veya toprak kupa ve taslardan su içer; fakat kana kana içmezlerdi. On gün oruç tutanlar, düğün demek yapmayanlar, gülüp eğlenmeyenler vardı.  

İSTANBUL AŞUREYE GARK OLURDU 

Hz. Nuh’un gemi karaya oturunca, eldeki malzemeden pişirmesi inancına dayanan aşure geleneği,  Osmanlı’da sâdece insanı doyurmak için dağıtılmazdı. Halk ile devletin ilişkisini pekiştiren bir ikrâmdı. Devlet babanın halkı doyurmasının tipik bir örneği olarak uygulanırdı. Bu yüzden aşure ikrâmına saray öncülük ederdi. Yeni yıla girmenin heyecanı ile sıkıntıların defi için duâlarla pişirilir; fakir zengin ayırımı yapılmadan bütün herkese dağıtılırdı.

On Muharremde saray mutfağında pişen aşure, kendisine mahsus testilerle hânedana, devlet ricâline ve ulemâya gönderilirdi. Bu testiler geriye boş gönderilmez; içine badem ezmesi, fıstık gibi şeyler konurdu. Asıl ikrâm ise sarayın kapısında, halka yapılırdı. Sabah erkenden Matbah-ı Âmire sorumlusu vekilharc ve helvacıbaşılar resmî giysileriyle meydanda hazır beklerler; seccâdecibaşının, aşure dağıtımının pâdişahın buyruğu olduğunu duyurmasından sonra, Matbah-ı Âmire imamı duâ eder; “âmin” diyen halka parmaklıklı kapılar açılır; her kazanın önünde kuyruklar oluşur ve beraberinde getirdikleri kaplara aşure doldurulurdu. Bu sırada sükûnet sağlanamayınca kargaşa çıkar; görevlilerin tepeden tırnağa aşure bulaşığına battıkları olurdu. Hattâ, hücum edenler arasında kazana düşenler olduğu da görülürdü.

Sâdece sarayda değil, İstanbul’un her tarafında, câmi avlularında tekkelerde aşure kazanları kurulur; halka dağıtılırdı. Ocaklar alev alev yanar, bacalardan buram buram dumanlar çıkardı. İstanbul’un Hamidiye, Lâleli; Üsküdar’ın Yeni Vâlide Câmii imâreti gibi büyük aş ocaklarında ve birçok dergâhlarda aşure pişirilirdi;  İstanbul ayağa kalkardı. Köşede bucakta ne kadar fakir varsa, ne kadar dilenci varsa akşamdan imaretlerin, dergahların etrafını sararlar; ellerinde kaplarla kapılarında sıralanırlardı.

Kısacası, bütün İstanbul, aşureye gark olurdu.

Sarayın yanı sıra, sultan efendiler de (padişah kızları) kendi saraylannda aşure pişirtip semt halkına, yoksullara dağıtırlardı. Evkaf Nezâreti de kendi bünyesindeki sayısız vakfın birçoğunun vakfiyesinde yer alan “Muharrem ayında aşure pişirilip halka ve fukarâya dağıtıla” şartını yerine getirerek İstanbul’un büyük imâretlerinde aşure pişirttirip dağıtımını sağlardı.

İSTANBUL’UN GOYGOYCULARI

Goygoyculuk geleneği, Kânûnî döneminde başlamış. Pâdişah, oğlu Mustafa için yaptırdığı Şehzâde Câmii yanında, fakir  âmâların yiyip içip kalmaları için bir yer ve îmâret yaptırmış. Bu âmâlar, Muharrem ayı gelince İstanbul sokaklarında dolaşır; 

KerbeIâ’nın yazıları

Fatma Ana kuzuları    

KerbeIâ’nın tâ içinde 

Yatır al kanlar içinde

şeklinde mersiyeler, ilâhiler  okuyarak aşure erzâkı toplarlarmış. Bu erzâkın bir kısmını, aşure pişmesi için îmârete verir; kalanını satıp parasını aralarında taksim ederlermiş. Bu işe  goygoyculuk denmesiyle ilgili çeşitli rivâyetler var.

Âmâlar dolaşır da dilenciler durur mu? Zamanla bu iş onların eline geçmiş. Bunlar mersiyeleri okurken arada hep bir ağızdan “Yâ hoy goy canım” derlermiş. Musâhibzâde Celâl’e göre bu, her beyit veya dörtlüğün arasında söylenen “Ya hayyulkayyûm” ün bozulmuş şekli.

Başka bir rivâyet şöyle: Bu dilenciler erzâk toplamaya çıktıkları için her dörtlük arasında, ilâhi okudukları ev sâhibine torbalarını gösterip  “koy koy canım” derlermiş. Bu, zamanla, “goy goy canım” olmuş. 

Goygoycuların başlarında yemeniden sarık, üzerlerinde bir aba, ellerinde değnek ve omuzlarında torbaları olurmuş.

SÜMBÜLEFENDİ’DE AŞURE GELENEĞİ

İstanbul, Sümbülefendi’de asırlardır uygulanan bir gelenek günümüzde de devam ediyor. Her sene on Muharremde, Kerbelâ şehitleri anılıyor.  Bu törenin Sümbülefendi’de yapılmasının sebebi, Kerbelâ’nın iki şâhidi, Hz. Hüseyin (r.a.)’ın kerime-i mükerremeleri Sâkine Zeynep ve Fâtıma (r.a.)’ın câmiinin avlusunda medfun bulunduğuna inanılması.

Rivâyete göre, Sümbül Efendi Câmii’nin bulunduğu mekanda daha önceleri bir manastır bulunmaktaydı. Sâkine Zeynep ve Fâtıma (r.a.)hanımlar,  bu manastırda tutsak bulundukları dönemde, zamanın prenslerden biri kendileriyle evlenmek, câriyeleri arasına dâhil etmek ister. Bu muhterem hanımlar, bir Hristiyanla evlenmenin zilletini kabul etmezler. Bu evliliğe tahammül gösteremeyeceklerinden Cenâb-ı Hakk’a  canlarını alması için yalvarırlar. Duâları kabul olur ve canlarını teslim ederler. 

İşte bu yüzden asırlardır, İstanbul’un ehl-i beyte gönül veren halkı,  Sümbül Efendi tekkesinde toplanmakta ve Kerbelâ şehitlerini, Kuran okuyarak, aşure pişirip dağıtarak anmaktadırlar. Kaynak: Gazete Vahdet

İlginizi Çekebilir

Tesettürden vazgeçme

Genç Dergisi medyanın görmezden geldiği mütesettir kadınların hikayesini okuyucularına aktarıyor.

Metaverse “intibak” sağlanabilecek bir ortam mıdır?

Manisa İl Müftülüğü “metaverse” konusunda aceleci sonuçlara varmış!

Türkiye'yi ayağa kaldıracak gelişme! Hepsi işin içindeymiş

Sabah gazetesi yazarı Dilek Güngör, TL'ye erişmekte zorlanan Londralı bankaların, Türkiye'de iş yapan bazı şirketleri paravan olarak kullandığını, Türk şirketlerin buradan TL krediyi çekip, Londra'daki bankaya taşıdıklarını ya da dolar hesaplarını TL'ye çevirtip, Londra'da mevduat hesabı açtıklarını hatırlattı. "Londra'da bire 10 faizi alan bizim şirketler bu alışverişten memnundu. Fakat Londra'ya ulaştırdıkları TL'ler sonra Türkiye'de spekülatif işlemlerde kullanılıyordu" diyen Güngör, "Yine mi Brütüsler!" başlıklı yazısında, "Son dönemde bizim Brütüs'lerin (yine aynı isimler) o çetelere her an kullanacakları TL'yi park etmeye başladığını duyuyorum. Hem de öyle az buz rakamlar değil… Şirketler arasında Türkiye'nin dev holdinglerini mi ararsınız, gıdacılarını mı, limancılarını mı, inşaatçılarını mı… Büyükler 500'er milyon TL'nin üzerinde parayı göndermişler. Biraz daha küçükler 250'şer milyon TL" ifadelerini kullandı.

Yazarlarımızdan Abdullatif Acar'ın Yeni Kitabı Çıktı

Huzur ve saadete ulaşmak her insanın en öncelikli hedeflerindendir. Ancak her nedense bunu hep yanlış yerlerde arıyoruz. Nefsimizin doyumsuz arzuları, şeytanın telkinleri, heva ve hevesimiz bizi yanıltıyor. Anlık düşünüyor ve karar veriyoruz.

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne .... -II

Boğaziçi tartışmalarından yola çıkılarak kültürel iktidarın serencamını görmek mümkün…

Robert Kolej’den Boğaziçi’ne Türkiye’de üniversitenin misyonu

Boğaziçi Üniversitesi tartışmalarını anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekebilir…

TÜM HABERLER