Ayşe KAŞ

Ayşe KAŞ

Mail: aysekas71@hotmail.com

ANNELİK

Bir zamanlar anne olmanın bu kadar büyük önemini kavrayamadığım zamanlarda, annemi dinlerken sözleri kulağımın birinden girip diğerinden çıktığı günlerde yaşardım. İnsan başına gelmediği şeyi öğrenemeyen ve tanıyamayan bir varlıkmış demek ki kanaatine varmama sebep olan şeydi evlenip evlat sahibi olduğum vakitler.

Ana gibi yar olmaz

Bağdat gibi diyar olmaz

Ağlarsa anam ağlar gayrısı yalan ağlar

Dediklerinde annemle sohbete koyulan eş dost akrabalar…Bu kadınlar neden bahsediyorlar derdim çocuk aklımla… Birde evimize sık sık gelen Hacı Bibimiz’in her gelişinde tekrarladığı bir söz takılırdı aklıma “Kızım her kadın ana olamaz!” E tabi o zamanlar ekmek elden su gölden hiçbir şeyden haberimiz yok yaşardık öyle… Anneliğin derin ıstıraplarını anlayacak bir olgunluğa sahip değildik.

Annemin akraba komşu ziyaretlerinde kendisine edilen ikramları utana sıkıla mutfaktan peçete isteyerek bize getirmesi…Bizim de evde pişmiş olsa bile dışardan gelen o yiyeceğe kek, börek, çörek demeden saldırmamıza ne çok hayret ederdi …” Vah vah…görende sizi hiçbir şey yememiş içmemiş zannedecek yavrum!” der şaşardı bize…

Ama bizi götürdüğü gezmelerde sıkı sıkıya tembihlerdi. “Sakın orada ikram gelince yerinizden kalkmayasınız! Sizi çağırırlarsa oturursunuz. Başka çocuklar varsa hızlı hızlı yemeyin! Onlarla beraber yiyin!  Ev sahibi buyur etmeden elinizi bir şeye uzatmayın!” diye ne çok nasihatlar ederdi bize…

Terbiyeli olmaktı asıl olan evlatlığın birinci esasıydı bu. Annem bile o yaşta gittiği yerde eğer ev sahibi çay şekeri getirmeyi unutmuşsa isteyemez utanır, o zamanlar asla tercih edilmeyen şekersiz çay içmeyi midesi acıya acıya içip kalkardı. Yıllar sonra annemin ikizi olduğuma hayretler içinde şahit ol maktayım. Anneme niye utandın* Niye çekindin? Niye söylemedin? Niye affettin? Niye sende söylemedin? Dediğim kızdığım, ayıpladığım birçok şeyi galiba şimdi ben tıkırı tıkırına yapmaktayım…

Annemin yaptığı tarhana çorbası soğuk kış günlerinde burnumun önünden gitmez niye ki? Benim yaptığım çorbayı beğenen çocuklarımın o çorbayı yemedikleri aşikar…Ah ne güzel yapardı patates salatasını…Hele üstüne yeşil soğan ve maydanos doğradığı bulgur pilavı mis mis kokar iştahımızı ne çok açardı… Yememek gibi bir şansımmız yoktu. Çünkü o öğün o sofraya oturmayan yemek sonrası hiçbir şey bulamazdı yemeğe. Evin kuralı böyleydi. Bu kurallar babaannemin kurallarıydı. Ara öğün sadece meyve olabilirdi. Yemek arasında karın doyurmaya çalışmak yasaktı. Akşama yemek yemeğe iştahınız kalmaz derdi bize.

Bugünkü gibi marketler yoktu o zamanlar. Canımız tatlı isteyince babaannem sütlaç, annem ise helva pişirirdi. En sevdiğimiz yemek erişte çorbasıydı. Niye mi? Bol naneli bu çorba kavurmayla hem doyurucu, hem de soğuktan koruyucuydu bizi. Annemin ekmek doğrarken söylediği şu söz bizi çok güldürürdü doğrusu: “Annem ekmek doğrayın doğrayın ki şeytan çatlaya! Bak hele hamura ekmek doğramış yiyorlar ben çatlamayayım kim çatlasın! Der çatır çatır çatlarmış lanet şeytan!...”

Annemin giydiği elbiseler hep modelimizdi. Evde olmadığı bir gün nişanlık elbisesini kesip kendime etek dikişime çok kızmış, sonra da ne kadar akıllısın ben olsam yapamazdım…” Dese de her aklına gelişinde “Vah vah ne güeldi nişanlığım…Siyah inci dizmişti annem yakasına kol biyelerine…Ne çok yakışmıştı bana!...”Demeleri içime oturmuştu… Evlendikten yıllar sonra bir gün çarşıda gezerken annemin nişanlığının tıpkı aynısını gördüğümde elbiseyi aldım ve ona uygun topuğu iki parmak boyunda önü dantel çiçekli bir pabuçla eve döndüm. Anneme her zamanki gibi bilmece sorar gibi sordum: “Şimdi sana nişanlığını getirsem giyer misin?” Annem şaşkınlığını gizleyerek: “Ne nişanlığı nişanlık mı kaldı? İhtiyarlamışım gadan alam bak hele!” dedi. Ben de açtım paketi al giyin şimdi dedim. Allah bir sevindi bir sevindi… Çocuklar gibi mutlu oldu. Kız aynısı Allah  Allah nerden buldun bunu? İncileri de var… Hacda da giyilir değil mi? Rengi de çok hoş! Kız bu genç işi  canım çıka sahan sen giy! “ Sonra ayakkabılara bakıyor…”Oooo iskarpin alaydın keşke…neyse bu da hafif topukluymuş…Hele çiçeği de var…Tav tav tav…(Vay vay vay anlamında). Ben bunları nerede giyecem? O zaman beni gezmeye de götür ki göreler…Kız yok yaranik ettim. Ayıp ayıp bu yaştan sonra  giyilir mi böyle?” gözlerim dolu dolu…

Annesini memnun eden evladın eriştiği kıvancı tatmak ne güzeldi…Anneyle bütünleşen bir kalbin huzuru da ne güzeldi… bir çocuk gibi   sevinip elbisesinin yakışıp yakışmadığını sorup duran bu şeker sözlü gül yüzlü anneyi nasıl sevmeliydim bilemiyordum…Onu mutlu etmeyi bana nasip ettiğin için teşekkür ederim sana Allah’ım!....Anneliğin tarumar ettiği bir gönlün sıcaklığını kendi evlatlarına verebilme ümidiydi bu belki de…Çırpınan kalbimin bu denli heyecana gelmesi boşuna değildi…annelik ti alnımıza yazılan şanlı yazı…bilemediğimiz sırları barındırdığımız şahsiyetimizde. Annelikti belimizi büken., omuzlarımızı çöktüren, göğüslerimizi kabartan, gözlerimizi yakıp ıslatan o asil duygu ANNELİK…

AYŞE CİPLİOĞLU KAŞ

 

 

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın