© Dini Haberler 2020

Barış ve Güvenliğin Kaynağı, İSLAM

İSLAM\'DA TERÖRE YER YOKTUR... BARIŞ VE GÜVENLİĞİN KAYNAĞI, İSLAM AHLAKI

Grup sayfamıza katılmak için 

Bir din adına ortaya çıktığını ileri süren insanların bir kısmı, o dini yanlış anlıyor ve yanlış uyguluyor olabilirler. O nedenle bu insanlara bakarak o din hakkında fikir edinmek yanlış olur. Bir dini tanımanın en doğru yolu, o dinin kutsal kaynağını incelemektir.

İslam'ın kutsal kaynağı Kuran'dır. Kuran ahlakı, sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, fedakarlık, hoşgörü ve barış kavramlarına dayanmaktadır. Bu ahlakı gerçek anlamda yaşayan bir Müslüman, son derece kibar, ince düşünceli, alçakgönüllü, adaletli, güvenilir ve uyumlu bir insan olur. Etrafına sevgi, saygı, huzur ve yaşama sevinci verir.

İslam Barış Dinidir

Terörün en genel anlamı, askeri olmayan hedeflere karşı siyasi amaçlı şiddet kullanımıdır. Bir diğer ifadeyle terörün hedefleri tamamen suçsuz olan sivil insanlardır. Tek suçları, teröristin gözünde "öteki taraf" olmaktır. Bu nedenle de terör, suçsuz insanlara karşı şiddet uygulanması anlamına gelir ve bunun hiçbir ahlaki mazereti yoktur. Bu, Hitler'in veya Stalin'in cinayetleri gibi, "insanlığa karşı işlenmiş suç"tur.

Kuran Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği bir kitaptır ve Allah Kuran'da insanlara güzel ahlakı emretmektedir. Bu ahlakın temelinde ise, sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve merhamet gibi kavramlar yer alır. İslam kelimesi, Arapçada "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Kuran ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadır. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Teröristlerin hedeflediği dünyada şiddet, savaş, çatışma, kaos, korku, endişe, tedirginlik, sıkıntı, üzüntü ve kavga vardır.

Ayette görüldüğü gibi Allah, insanların "güvenliği"nin Kuran ahlakının yaşanmasıyla sağlanabileceğini bildirmektedir.

Kuran ahlakına göre bir Müslüman, Müslüman olsun veya olmasın tüm diğer insanlara karşı iyi ve adaletli davranmakla, zayıfları ve masumları korumakla ve "yeryüzünde bozgunculuğu önlemekle" sorumludur. Bozgunculuk, yeryüzünde insanların güvenlik, barış ve huzurunu ortadan kaldıran her türlü anarşi ve terör halidir. Bir ayette buyurulduğu gibi, "Allah, bozgunculuğu sevmez". (Bakara Suresi, 205)

İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda ise barış, hoşgörü, uzlaşma, affedicilik, sevgi, şefkat, yardımlaşma, fedakarlık ve neşe hakimdir.

Bir insanın suçsuz yere öldürülmesi ise, en büyük bozgunculuk örneklerinden biridir. Allah, Kuran'da bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur... (Maide Suresi, 32)

Görüldüğü gibi tek bir insanı bile, "bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın", öldüren bir kişi, tüm insanları öldürmüş kadar büyük bir suç işlemektedir. Bu durumda, teröristlerin işledikleri cinayet, katliam ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldırıları"nın ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır. Allah terörizmin bu zalim yüzünün ahiretteki karşılığını şöyle bildirir:

Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42)

Tüm bunlar göstermektedir ki, masum insanlara karşı terör eylemi düzenlemek, İslam'a tamamen aykırı bir eylemdir ve hiçbir Müslüman böyle bir suç işleyemez. Aksine, Müslümanlar bu suçları işleyen insanları durdurmakla, "yeryüzündeki bozgunculuğu" ortadan kaldırmak ve tüm insanlara huzur ve güven getirmekle sorumludurlar. Müslümanlık terörle birlikte düşünülemez, aksine terörün engelleyicisi ve çözümüdür.

Allah bir insanı haksız yere öldüren kişinin, "sanki tüm insanları öldürmüş" gibi olacağını Maide Suresi'nin 32. ayetinde bildirmiştir. Acımasızca tek bir insanı dahi katletmek, Kuran ahlakı ile taban tabana zıttır.

Allah Bozgunculuğu Lanetlemiştir

Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakınmalarını emretmiş; zulmü, zorbalığı, öldürmeyi, kan dökmeyi yasaklamıştır. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayette geçen ifadeyle "şeytanın adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça Allah'ın haram kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir. Kuran'da bu konudaki birçok ayetten bazıları şöyledir:

Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (Rad Suresi, 25)

... Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara Suresi, 60)

Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (A'raf Suresi, 56)

Bozgunculukla, masum insanları öldürmekle, isyanla ve zulümle yeryüzünde başarılı olabileceklerini zanneden insanlar çok büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü Allah terör ve şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklamış, bu tür bir eylem içinde olanları lanetlemiş ve bir ayetinde de "Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez." (Yunus Suresi, 81) şeklinde buyurmuştur.

Bugüne kadar belki de yüz binlerce insanın hayatına mal olan terör eylemlerinin görünürde birçok sebebi olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki asıl sebep, bu eylemleri gerçekleştiren insanların dinin getirdiği güzel ahlaktan uzak olmaları ve Allah'tan gereği gibi korkmamalarıdır.

Ancak çağımızda dünyanın dört bir köşesinde terör, soykırım ve katliamlar yaşanmakta, masum insanlar hunharca öldürülmekte, suni sebeplerle birbirlerine düşman hale getirilen topluluklar ülkeleri kana bulamaktadır. Birbirlerinden çok farklı tarihlere, kültürlere ve toplumsal yapılara sahip olan ülkelerde meydana gelen bu olayların, her ülkede kendine özgü bazı nedenleri ve kaynakları olabilir. Ancak asıl nedenin dinin getirdiği sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı güzel ahlaktan uzaklaşmak olduğu açıktır. Dinsizliğin bir sonucu olarak, Allah korkusuna sahip olmayan ve ahirette hesap vereceklerine inanmayan, bu nedenle de "nasılsa kimseye hesap vermeyeceğim" diye düşünen, her türlü insafsızlığı, ahlaksızlığı ve vicdansızlığı kolaylıkla yapabilen kitleler oluşmaktadır.

Allah ve din adına ortaya çıkan, ama Allah'ın lanetlediği suçları işlemek için örgütlenen iki yüzlü insanların varlığına, Kuran'da da işaret edilmiştir. Bir ayette, "Allah adına and içerek" peygamberi öldürmek için plan yapan "dokuzlu bir çete"den şöyle söz edilir:

Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim. "Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. (Neml Suresi, 48-50)

Bu ayette bildirilen olayın da bize gösterdiği gibi, bazı insanların "Allah adına" ortaya çıkmaları, hatta "Allah adına and içmeleri", yani çok "dindar" gibi gözükebilecek kelimeler kullanmaları, o insanların dine uygun bir iş yaptıklarını göstermez. Aksine, tamamen Allah'ın rızasına ve din ahlakına aykırı bir iş de yapıyor olabilirler. Bu konuda ölçü, yaptıkları işin ne olduğudur. Eğer yaptıkları iş, ayette bildirildiği gibi "yeryüzünde bozgun çıkarmak ve dirlik-düzenlik bırakmamak" ise, biliniz ki o kişiler gerçek dindar olamaz ve amaçları da dine hizmet etmek değildir.

Allah korkusu olan ve gerçek İslam ahlakını kavramış bir insanın şiddetten, bozgunculuktan yana çıkması ve bu tip eylemlerin içinde bulunması kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle de terörün çözümü gerçek İslam'dır. Kuran'da bildirilen güzel ahlak anlatıldığında, insanlar düşmanlığı, savaşı ve kaos ortamlarını kendilerine hedef edinen gruplardan yana çıkmayacak, onlarla birlik olmayacaklardır. Çünkü Allah Kuran'da insanları bozgunculuktan men etmiştir:

"O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o." (Bakara Suresi, 205-206)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah'tan korkan bir insanın devletine, milletine, insanlığa en küçük zarar dokunduracak bir harekete dahi göz yumması söz konusu değildir. Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir insan ise kimseye hesap vermeyeceğini zannederek her türlü kötülüğü kolaylıkla yapabilir.

İşte günümüzde de devam eden bu büyük terör belasından kurtulmak için öncelikle yapılması gereken, dinsizliğin ve din adına ortaya atılan çarpık anlayışların eğitim yoluyla ortadan kaldırılması ve insanlara Allah korkusunun ve gerçek Kuran ahlakının öğretilmesidir.

İman Edenlerin Üzerine Düşen Sorumluluk

Dünya üzerinde olup bitenler kendilerine dokunmadığı sürece rahatsız olmayan kişiler, din ahlakının insanlara kazandırdığı fedakarlık, kardeşlik, dostluk, dürüstlük ve hizmet anlayışından yoksun kimselerdir. Hayatları boyunca sadece imkanlarını tüketerek, insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikelerden habersiz bir şekilde kendi nefislerini tatmine çalışırlar. Oysa Allah Kuran'da etrafına daima hayır getiren, çevresindeki olaylara karşı ilgili olan, insanları doğru yola çağıran bir ahlakı makbul olarak göstermiştir. Bir ayette çevresine hiçbir faydası dokunmayan kişiler ile, daima hayır üzerinde hareket eden insanlar arasındaki fark şöyle bir kıyasla açıklanmıştır:

"Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?" (Nahl Suresi, 76)

Ayette de belirtildiği gibi "dosdoğru yol üzerinde bulunan", dinine bağlı, Allah'tan korkup sakınan, manevi değerlere önem veren, vatanına milletine ve insanlığa hizmet şevki içinde olan bir kişinin, bulunduğu topluma büyük yararlar getireceği kesindir. Bu yüzden insanların gerçek dini öğrenmeleri ve Kuran'ın gösterdiği güzel ahlakı yaşamaları son derece önemlidir. Bu üstün ahlakı yaşayan insanları Allah bir ayetinde şöyle tanımlamıştır:

"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu (güzel olanı) emrederler, münkerden (çirkinden) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac Suresi, 41)

Allah İyilikte Bulunmayı Emretmiştir

Müslüman Allah'ın emirlerine uyan, Kuran ahlakını titizlikle uygulamaya çalışan, dünyayı güzelleştiren, imar eden, barışı ve huzuru hakim kılan insandır. Amacı insanlara güzellikte, iyilikte ve hayırda bulunmaktır. Kasas Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

Sivil halkı ve özellikle de çocukları hiç tereddüt etmeden hedef alanlar şunu düşünmelidirler: Bu çocukların suçu nedir? Bu masum insanlara zulmetmek, Allah Katında hesabı verilemeyecek bir davranış olabilir.

"... Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas Suresi, 77)

İslam dinine giren bir insanın amacı Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Bunun için de çok ciddi bir çaba içinde olması, Allah'ın razı olacağı ahlakı dünya hayatındayken kazanması gerekmektedir. Bu ahlakın en belirgin özellikleri ise merhamet, şefkat, adalet, dürüstlük, affedicilik, tevazu, hoşgörü, fedakarlık ve sabırdır. Mümin, insanlara güzellikle davranacak, hayırlarda yarışacak, iyilikte ve fedakarlıkta bulunacaktır. Allah ayetlerde şu şekilde buyurmaktadır:

Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 85)

... Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)

İslam ahlakının insanlara kazandırdığı en önemli özellikler sevgi, merhamet, yardımlaşma, fedakarlık, hoşgörü ve affediciliktir. Bu ahlakın gerçek anlamda yaşandığı bir toplumda terörün, şiddetin ve çatışmanın zemin bulması mümkün değildir.

Ayetlerde de belirtildiği gibi Allah iman edenlerden insanlara güzellikle davranmalarını, iyilik konusunda birbirleriyle yardımlaşmalarını, bozgunculuktan uzak durmalarını istemektedir. İyilikte bulunanları "... Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır..." ayetiyle müjdelemekte, kötülükte bulunanları ise "... kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Enam Suresi, 160) şeklinde uyarmaktadır.

Allah Kuran'da insanlara Kendisi'ni, "sinelerin özünde olanı bilen" olarak tanıtmış ve "her türlü kötülükten sakınmaları" gerektiğini bildirmiştir. Bu durumda "Allah'a teslim olan" anlamına gelen "Müslüman" sıfatını taşıyan bir insanın terörü ortadan kaldırmak için mücadele eden bir insan olacağı aşikardır.

Müslüman, çevresinde yaşananlara tepkisiz kalmaz ve asla "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığında düşünmez. Çünkü O, Allah'a teslim olmuştur, O'nun yolundadır ve iyiliğin temsilcisidir. O halde uygulanan zulme ve teröre karşı duyarsız kalamaz. Hiçbir suç işlememiş masum insanları katleden terörün, gerçekte en büyük düşmanı Müslümandır. İslam dini, terörün her türlüsüne karşıdır ve daha en başından yani düşünce safhasında terörü engeller. Daima insanlar arasında barış ve adaletin hüküm sürmesini emreder ve insanları fitneden, kargaşadan ve bozgunculuktan sakındırır.

Kuran Ahlakı Adaleti Gerektirir

Allah'ın Kuran'da tarif ettiği gerçek adalet insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı emretmektedir. Bu adalet, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. Örneğin olayları itidalli değerlendiremeyen, heyecanına ve hislerine kapılan bir insan sağlıklı karar veremeyecek, bu duygularının etkisinde kalacaktır. Oysa adaletle hükmeden bir kişi tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı, her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı, dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi Kuran ahlakı ölçüsünde kendine yol edinir. Kişi, öyle bir ahlaka sahip olmalıdır ki, kendi çıkarlarından önce karşı tarafı düşünmeli, kendisine bir zarar gelecek olsa dahi, eğer hak karşı taraftan yanaysa, adil olabilmelidir. Allah Nisa Suresi'nin 58. ayetinde "insanlar arasında hükmedildiğinde adaletle hükmedilmesini" emreder. Bir başka ayetinde ise, adaletin insanın kendisinin ve yakınlarının aleyhine bile olsa uygulanmasını buyurur:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Allah'tan korkup sakınan ve ahiret gününde hesaba çekileceğini bilen bir kişi Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için adaletle hükmeder. Bilir ki, Allah tüm yapıp ettikleriyle, söylediği her sözle ve aklından geçen her düşünceyle onu ahiret gününde sorguya çekecek ve bunlarla eksiksiz bir şekilde karşılık görecektir. Kuran'da adaletin eksiksiz olarak tarifi yapılmış, iman edenlere karşılaşacakları olaylar karşısındaki tutumları ve adaletin nasıl uygulanacağı bildirilmiştir. Bu iman edenler için çok büyük bir kolaylık ve Allah'tan bir rahmettir. Bu nedenle de iman edenler hem Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak, hem de huzurlu, güvenli ve barış içinde bir hayat yaşayabilmek için insanlar arasında eksiksiz bir şekilde adaleti uygulamakla sorumludur.

Allah'ın Kuran'da emrettiği adalet, dil, din, ırk ve etnik köken gözetilmeden, tüm insanlar arasında eşit olarak uygulanan bir adalettir. Kuran'daki adalet yer, zaman ve kişilere göre değişmez. Günümüzde dünyanın dört bir yanında insanlar ırkları ya da tenlerinin rengi nedeniyle zalimce ve adaletsiz muamelelerle karşılaşmaktadırlar. Oysa Kuran ahlakında farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının hikmetlerinden biri, insanların "birbirleriyle tanışmaları" olarak bildirilir. Hepsi de Allah'ın kulu olan farklı milletler veya kabileler, birbirleriyle tanışmalı, yani birbirlerinin farklı kültürlerini, dillerini, örflerini, yeteneklerini öğrenmelidir. Farklı ırk ve milletlerin bulunmasının bir amacı, çatışma ve savaş değil, kültürel bir zenginliktir. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki bir güzelliktir. Bir insanın daha uzun boylu, birinin kısa boylu olması, bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı renk olması bu kişiye herhangi bir üstünlük getirmediği gibi, bir eksiklik olarak da nitelendirilemez. Bunların her biri Allah'ın takdir etmesiyle ve çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. Ancak bu farklılıkların Allah Katında hiçbir önemi yoktur. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile, yani Allah korkusu ve Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir. Allah, Hucurat Suresi'nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Ayette de bildirildiği gibi, insanlar arasındaki köken farklılıklarının hiçbir önemi yoktur. Allah'ın tavsiye ettiği adalet anlayışı, hiçbir ayrım yapmadan her insana karşı eşit, hoşgörülü ve barış içinde bir tavır göstermeyi gerektirir.

Grup sayfamıza katılmak için 

Bir Topluluğa Karşı Duyulan Kin Mümini Adaletten Alıkoymaz

Bir insanın adil karar vermesini, sağduyulu düşünmesini ve akılcı davranmasını engelleyebilecek etkenlerden biri, karşısındaki kişiye ya da topluluğa olan kızgınlığı, kinidir. Bu, günümüz cahiliye toplumlarında oldukça yaygın bir bakış açısıdır. İnsanlar kendilerine muhalif gördükleri kişilere karşı her türlü adaletsizliği, ahlaksızlığı kolaylıkla yapabilirler. Bu kişinin üzerine işlemediği suçları atar, masum olduğunu bilseler dahi bu kişi aleyhinde şahitlik yapabilirler. Ellerinde bu kişinin suçsuzluğunu kanıtlayacak delil olsa bile ortaya çıkarmazlar. Hatta bu kişinin başına büyük bir bela gelmesi, haksızlıklarla karşılaşması ya da zulüm görmesi söz konusu kişilerde büyük bir sevinç uyandırır. En büyük tedirginlikleri ise adaletin üstün gelmesi ve bu kişinin suçsuzluğunun ortaya çıkmasıdır.

İşte bu nedenle de cahiliye toplumunda insanların birbirlerine güvenmeleri çok zordur. Herkes bir an sonra karşısındaki kişiden kötülük göreceği endişesiyle yaşar. Birbirlerine karşı güvenlerini kaybetmelerinin sonucunda ise yardımlaşma, hoşgörü, şefkat, merhamet, kardeşlik gibi insani özelliklerini zamanla yitirir, birbirlerinden nefret eder hale gelirler.

Oysa iman eden bir kişinin bir topluluğa ya da kişiye karşı hissettiği duygular, onun aldığı kararlara kesinlikle etki etmez. Karşısındaki kişi ne kadar kötü ahlaklı olursa olsun, ne kadar düşmanca bir tutum içinde olursa olsun, bir karar vermesi gerektiğinde tüm bu duygularını bir kenara bırakıp, adaletle davranır, adaletle karar verir, adaleti tavsiye eder. O kişiye karşı hissettikleri aklının ve vicdanının önüne geçemez. Vicdanı ona her zaman Allah'ın emir ve tavsiyelerine uymayı, güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi söylemektedir. Çünkü bu, Allah'ın iman edenlere Kuran'da bildirdiği bir emridir. Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Ayette de bildirildiği gibi Kuran ahlakı adil bir tavır gerektirmektedir. İman eden bir kişi de, ancak Allah'ın rızasını aradığı zaman Allah Katında bir hoşnutluk kazanacağını bilir. Ayrıca güzel ahlakına şahit olan her insan bu kişiye güvenir, yanında rahat eder, her türlü sorumluluğu ve görevi gönül rahatlığı ile kendisine verebilir. Böyle kişiler, düşmanları tarafından dahi saygı ile karşılanır. Hatta onların bu tavrı, inkar eden birçok insana örnek olarak iman etmelerine vesile olabilir.

İslam, Düşünce Hürriyetini Savunur

İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü açıkça sağlayan ve güvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir. İslam terör ve şiddet eylemlerine kesinlikle karşı olduğu gibi, insanların üzerinde fikri olarak dahi en ufak bir baskı kurulmasını yasaklamıştır:

"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara Suresi, 256)

"Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye Suresi, 21, 22)

İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykırıdır. Çünkü İslam ahlakını yaşamak samimi iman, özgür irade ve vicdani bir kabul ile mümkündür. Elbette Müslümanlar birbirlerini Kuran'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Kuran ahlakının, en güzel sözle insanlara anlatılması, tüm iman edenlerin üzerine yükletilen bir sorumluluktur. İman edenler "... Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) ayeti doğrultusunda din ahlakının güzelliklerini anlatır, ancak "Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir." (Bakara Suresi, 272) ayetinin de bilincinde davranırlar. Asla zorlama yapmaz, insanlar üzerinde maddi ya da manevi baskı uygulamazlar. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişiyi din ahlakını uygulamaya yönlendirmezler. Tebliğlerine karşılık olumsuz bir cevap aldıklarında Müslümanların verdikleri cevap "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6) şeklindedir.

Müslümanlar karşılarındaki insanın inancı ne olursa olsun, hoşgörülü olmakla, affetmekle, adil ve insancıl davranmakla yükümlüdürler.

İçinde yaşadığımız dünyada Hıristiyan, Yahudi, Budist, Hindu, ateist, deist, putperest gibi çok farklı inançlara sahip insan toplulukları bulunmaktadır. İşte böyle bir dünyada yaşayan Müslümanlar, karşılarındaki insanın inancı ne olursa olsun hoşgörülü olmakla, affetmekle, adil ve insancıl davranmakla yükümlüdürler. İman edenlere yükletilen sorumluluk Allah'ın dinine güzellikle, barışla ve hoşgörüyle davet etmektir. Bu doğruları uygulayıp uygulamama, iman edip etmeme kararı karşı tarafa aittir. Bir kişiyi iman etmeye zorlamak, bazı şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışmak Kuran ahlakına aykırı bir tavırdır. Nitekim Allah Kuran'da iman edenlere şu hatırlatmada bulunmuştur:

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)

Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)

İnsanların ibadet yapmaya zorlandıkları bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik ve kişinin kendi seçimiyle olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din ahlakı açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır.

İslam tarihi tüm dinlere saygı gösteren ve düşünce özgürlüğünü kendi eliyle tesis eden Müslüman yöneticilerin hoşgörülü uygulamalarıyla doludur. Örneğin Hindistan hükümeti hizmetinde çalışan bir İngiliz misyoneri Thomas Arnold İslam'ın özgürlükçü özelliğini şu şekilde tarif eder:

Grup sayfamıza katılmak için 

... Ne gayrimüslimleri düzensiz bir şekil altında Müslüman olmaya zorlamak teşebbüslerine dair, ne de Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak için mezalim yapıldığı hakkında, hiçbir şey işitilmemiştir. Eğer halifeler bu iki şık ihtidadan birisinin takibine izin vermiş olsalardı, Ferdinand ve İzabella'nın İspanya'dan İslamiyeti söküp attıkları ve 14. Louis'nin Fransa'da protestanlığı bir cinayet nedeni saydırdığı ve Yahudilerin 350 yıl süreyle İngiltere içine sokulmadıkları kadar bir kolaylıkla da Hıristiyanlığı ülkelerinden söküp atabilirlerdi. Asya'daki Doğu Kilisesi, Hıristiyanlık dünyasının diğer bütün bölgeleri ile müşterek dini faaliyetten yüz çevirmiş bulunduğundan, kendisini dinsiz topluluklardan sayan Hıristiyan dünyasının adı geçen kısımlarına yardım için hiçbir teşebbüs de yapılamazdı. Böylece günümüze kadar Doğu kiliselerinin fiilen varlıklarını sürdürmeleri, Hz. Muhammed (sav)'i takip eden yönetimlerin Hıristiyanlar karşısında müsamahalı bir idare tarzı gösterdiklerinin kuvvetli delillerindendir.1

Din değiştirmeyi kabul etmeyen Yahudiler 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve bu vahşet üstte resimleri görülen İzabella ve Ferdinand tarafından yürütülmüştü. Yahudileri kabul eden ülke ise hoşgörülü ve adaletli yöntemi ile tanınan Osmanlı İmparatorluğu olmuştu.

Allah Masum İnsanların Öldürülmesini Haram Kılmıştır

Bir insanı suçsuz yere öldürmek, Kuran'a göre en büyük günahlardan biridir:

... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır. (Maide Suresi, 32)

Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, masum insanları haksız yere öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber vermiştir. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın değil binlerce masum insanı katletmek, tek bir insana bile zarar verme ihtimali yoktur. Dünyada adaletten kaçarak cezadan kurtulacağını sananlar, öldükten sonra, ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. İşte bu nedenle ölümlerinin ardından Allah'a hesap vereceklerini bilen müminler Allah'ın sınırlarını korumakta büyük bir titizlik gösterirler.

Allah, Müminlere Şefkatli ve Merhametli Olmalarını Emreder

Bir ayette Müslüman ahlakı şöyle anlatılmaktadır:

"Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled Suresi, 17-18)

Allah'ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına indirdiği ahlakın en önemli özelliklerinden biri ayette görüldüğü gibi "merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak"tır.

Gerçek merhametin kaynağı Allah sevgisidir. Kişinin Allah'a olan sevgisi, O'nun yarattığı varlıklara karşı kalbinde bir sıcaklık hissetmesine neden olur. Allah'ı seven insan, O'nun yarattıklarına karşı doğrudan bir muhabbet ve yakınlık hisseder. Kendisini ve tüm insanları yaratan Rabbimiz'e karşı duyduğu bu güçlü sevgi ve bağlılıktan dolayı, Kuran'da emredildiği doğrultuda insanlara karşı güzel ahlaklı davranır. Bu güzel ahlakı yaşaması sayesinde gerçek merhamet ortaya çıkar. Ayetlerde bu sevgi dolu, şefkatli ve fedakar ahlak modeli şu şekilde tarif edilir:

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

İslam Ahlakı Tüm İnsanlar için Barış, Huzur, Sevgi ve Neşe Dolu Bir Yaşam Hedefler...

Terörizm Şiddetin, Korkunun, Endişenin, Hüznün ve Kaosun Hakim Olduğu Bir Toplum Özlemindedir...

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

… (Hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 74)

… Yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Müminlerin ayetlerde tarif edilen bu güzel ahlakı Allah'a olan derin sevgilerinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlılıklarından dolayı da Allah'ın emrettiği Kuran ahlakını titizlikle uygularlar. Müminler, gösterdikleri merhametten, yaptıkları yardımdan dolayı kimseyi minnet altında bırakmaya kalkışmaz ve bir teşekkür kadar bile karşılık ummazlar. Onların asıl hedefledikleri, yaşadıkları güzel ahlakla Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Çünkü onlar, ahiret günü bu ahlaklarından dolayı sorguya çekileceklerini bilirler. Kuran'da, Allah'ın bu hükümlerini bile bile yerine getirmemenin sonucunun cehennem olduğu birçok ayetle bildirilmiştir:

"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula yedirmezdik." (Müddessir Suresi, 42-44)

(Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın." "Sonra çılgın alevlerin içine atın." "Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin." "Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu." "Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı." (Hakka Suresi, 30-34)

Allah ahirette alınan bu karşılığın bir sebebinin, kişilerin dini yalanlamaları ve bunun sonucu olarak yoksulları doyurma konusunda birbirlerini teşvik etmemeleri olduğunu bazı ayetlerinde de şöyle bildirmiştir:

Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan; Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. (Ma'un Suresi, 1-3)

Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. (Fecr Suresi, 18)

Ayetlerde de görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen Müslüman son derece şefkatli ve merhametli bir yapıya sahiptir. Bu ahlaka sahip bir insan, elbette masum insanlara yönelik bir vahşet eylemi olan teröre rıza göstermez. Gerçekte teröristlerin karakter yapısı ile Kuran ahlakı taban tabana zıttır. Terörist, dünyaya kin ve nefretle bakan, öldürmek, yakıp-yıkmak, kan dökmek isteyen acımasız bir insandır.

Kuran'ın getirdiği güzel ahlakla yetişen bir Müslüman ise, herkese İslam'ın öngördüğü sevgiyle yaklaşır; her türlü fikre karşı saygılıdır; olaylar karşısında her zaman uzlaştırıcı, gerilimi azaltan, kucaklayıcı, itidalli davranışlar sergiler. Böyle insanların oluşturdukları toplumlarda ise, bugün en modern devletler arasında gösterilen ülkelerden daha gelişmiş bir medeniyet, yüksek bir toplumsal ahlak, neşe, huzur, adalet, güvenlik, bolluk ve bereket hakim olacaktır.

Allah Hoşgörüyü ve Affediciliği Emretmiştir

Kuran-ı Kerim'in Araf Suresi'nin 199. ayetindeki "Sen af yolunu benimse" sözleriyle ifade edilen "affedicilik ve hoşgörü" kavramı, İslam dininin temel kaidelerinden birini oluşturur.

İslam ahlakının toplumlarda kiliseler, camiler ve sinagoglar biraradadır. Darülaceze'de 3 İlahi dinin ibadet yerinin birarada bulunduğu bu görüntü, islam ahlakının getirdiği hoşgörünün, adaletin ve barışçı yaklaşımın bir sonucudur.

İslam tarihine bakıldığında, Müslümanların Kuran ahlakının bu önemli özelliğini sosyal yaşama nasıl geçirdikleri çok açık bir şekilde görülür. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de üzerinde duracağımız gibi Müslümanlar ulaştıkları her noktada, hür ve hoşgörülü bir ortam oluşturmuştur. Din, dil ve kültür bakımından birbirine taban tabana zıt olan halkların aynı çatı altında barış ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlamış, kendisine tabi olanlara barış ve huzur vermiştir. Büyük bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını yüzyıllarca devam ettirebilmesindeki en önemli nedenlerden biri, İslam'ın getirdiği hoşgörü ve anlayış ortamının yaşanması olmuştur. Asırlardır hoşgörülü ve şefkatli yapılarıyla tanınmış olan Müslümanlar, her zaman dönemlerinin en merhametli ve en adil kişileri olmuşlardır. Bu çok uluslu yapı içerisindeki tüm etnik gruplar, mensubu oldukları dinleri özgürce yaşamışlar, hatta kendi dinlerinin hukukuna göre yaşama hakkına sahip olmuşlardır.

Gerçek anlamda Müslümanlara mahsus olan hoşgörü, ancak Kuran'ın emrettiği doğrultuda uygulandığında tüm dünyaya barış ve esenlik getirir. Nitekim Kuran'da "İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34) ayeti ile bu özelliğe dikkat çekilmiştir.

Allah ayetlerde affetmenin hep bir üstünlük olduğunu belirtmiş ve "Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez." (Şura Suresi, 40) ayetiyle bu ahlaka sahip kişileri büyük bir ecirle müjdelemiştir. Bir diğer ayette ise iman edenler, "Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134) şeklinde tarif edilmişlerdir. Allah Kuran'da karşıdaki insan haksızlık yapsa dahi affetmenin hayırlı olduğunu da bildirmiştir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:

... İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)

Tüm bunlar, İslam'ın insanlara öğütlediği ahlak özelliklerinin, dünyaya barış, huzur ve adalet getirecek erdemler olduğunu göstermektedir. Şu an dünya gündeminde olan ve adına "terör" denen barbarlık ise, Kuran ahlakından tamamen uzak, cahil ve bağnaz insanların, dinle gerçekte hiçbir ilgisi olmayan canilerin eseridir. İşledikleri vahşetleri hangisi olursa olsun din kisvesi altında yürütmeye çalışan bu kişi ve gruplara karşı uygulanacak kültürel çözüm, gerçek İslam ahlakının insanlara öğretilmesidir.

Başka bir deyişle, İslam dini ve Kuran ahlakı, terörizmin ve teröristlerin destekleyicisi değil, yeryüzünü terörizm belasından kurtaracak çaredir...

Grup sayfamıza katılmak için 

Kaynak: İnternet

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER