Yaşayamadan Ölmek!..
İnsanoğlu o kadar garip bir yaratık ki; nerede, ne zaman ne yapacağı hiç belli olmamaktadır. Bir bakarsın olduğundan çok daha fazla olgun, bir bakarsın çocuktan daha fazla çocuksudur. Bu da herhalde insanoğlunun bilinmeyen bir denklem olduğunu göstermektedir.
İnsanoğlu çocukluğunda, şimdiki çocuklar gibi büyümek için can atar. Her sabah kalktığı zaman “Ben biraz daha büyümüşüm değil mi?” diye etrafındakilerin teyit etmelerini bekler.
Okula gitmek için can atar, sonra üniversite, iş hayatı, evlilik hayatı derken çoluk çocuğa karışır. Bir de bakar ki yaş 40’ı bulmuş. Büyümek için ne kadar acele ettiğinin farkına varır ve çocukluğunu özlemeye başlar.
Çocukluğunu o kadar özler ki; “Ah bir çocuk olsam!..” diye başlayıp istenen şekillerde davranış göstermeyen çocuklarına; “Keşke senin yerinde ben olsam…” diye başlayan cümlelerle devam ettirir özlemini.
Özlem ve pişmanlık arasında gidip gelirken, içinde bulunduğu yaş ve zamanın da farkına varamaz. İçinde bulunduğu zamanı da ileride özlemek için boş geçirir. Sonra da: “Hey gidi gençlik hey!..” demeye başlar.
Hastanelere bakıyorsunuz hastalarla dolu. “Nasılsınız?” diye kime sorarsanız “Hastayım” der. Gerçekten de öyle. İnsanlar, gençliğinde para kazanmak adına sağlığını harcamakta, yaşlılığında da kaybettiği sağlığını kazanmak için gençliğinde kazandığı paraları harcamaktadırlar.
Hemen her gün kazalarda birilerinin öldüğünü, sakat kaldığını televizyondan ya da gazetelerden haberdar olmaktayız. Hatta eş dostla birlikte anne babamızı da kendi ellerimizle mezara koyduğumuz da olmuştur. Öyle düşünürüz ki ölüm bizim için değil de sanki bir başkası için yaratılmıştır.
Yaş ilerleyip ihtiyarlık kapımızı çalınca ölümü düşünmeye başlarız. Önceleri hiç ölmeyeceğimizi zannederken yaşlanınca ömür denen şey ne kadar çabuk geçti diye düşünürüz. Sanki bu kadar yaşı biz yaşamamışız gibi gelir.
Ne zaman ve nasıl mutlu olacağımızın daha tarifini yapamadan geçiverir ömrümüz. Hayatı anlamadan ve anlayamadan geçiririz. Mutluluğun her zaman kapımızı çalmasını bekleriz veya mutluluğu olduğundan farklı şeylerde aramakla geçirmişizdir ömrümüzü.
Çocukluğumuzda; büyüdüğümüzde, okulu bitirdiğimizde mutlu olacağımızı beklemişizdir.
Gençliğimizde ise evlendiğimizde, çocuğumuz olduğunda, borçları bitirdiğimizde, arabayı değiştirdiğimizde mutlu oluruz demiştik.
Yaş biraz daha geçince, çocuklarımızın üniversiteyi bitirip göreve başlaması, çocukların evliliği, emeklilik gibi durumların gerçekleşmesi sonucu mutlu olmayı beklemiştik.
Hayata hazırlanmak için o kadar zaman harcamışızdır ki; hayatımızı yaşamadan ömür hayatının sonuna geldiğimizin farkına varırız.
Söz ve davranışlarıyla her zaman bilinmeyen denklem gibi davranan insanoğlunun bu halini ünlü bilge Eflatun’a sorarlar.
“İnsanoğlunun en çok şaşırtan davranışları nelerdir?” sorusuna Eflatun şöyle cevap verir:
- İnsanoğlu çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder, sonra da çocukluğunu özler.
- Önce para kazanmak için sağlığını harcar, sonra da yitirdiği sağlığını kazanmak için parasını harcar.
- Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonrada hiç yaşamamış gibi ölür.
- Hayata hazırlanmaya o kadar zaman harcar ki hayatını yaşamaya vakti kalmaz.
- Yarını o denli düşünür ki, bugünün elinden kayıp gittiğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ya da gelecekte değil şimdiki zamanda yaşanır.
İnsanoğlu günümüzde hâlâ bilinmeyen bir denklem gibi davranmaya devam etmektedir. Hâlâ elinde fırsatlar varken bunları değerlendirmek yerine geleceğine bakar.
Her zaman geçmişiyle geleceği arasında gidip gelmektedir. Hep arkasına ya da uzaklara bakar. Önüne pek bakmak istemez. Oysa önüne bir baksa, kendini tanıyacak ve anı yaşamak için bulunduğu yaş zamanı değerlendirecektir.
Kısacası şimdiki zamanın farkına varıp anı yaşayacaktır. Ama bakmıyor ya da bakamıyor. Hayat da insanoğlu için bir su gibi akıp gitmeye devam etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in şu hadisleri insanoğlunun içinde bulunduğu zamanın, fırsatların ve nimetlerin farkına varıp yaşayabilmesi için bize yol göstermektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Bunlar sıhhat ve boş vakittir.” (Buhari, Rikak, 1) buyurur.
Yine Allah Resulü (s.a.v): “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz. Bu beş şey:
1. Hastalık gelmeden önce sağlığın,
2. Ölüm gelmeden önce hayatın,
3. Fakirlik gelmeden önce zenginliğin,
4. İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin,
5. Meşguliyet gelmeden önce boş vaktin kıymetini bilmektir.(Tirmiz,Zühd,25) buyurmuşlardır.
Sonuç olarak hayatın anlamını kavrayabilmek için içinde bulunduğumuz zamanın ve nimetlerin farkına varmak gerekir. Hayatın ah vahlarla geçirilmek için değil; yaşanmak ve Allah’a kul olmak için yaratılmış olduğunu unutmamak gerekir.
Kaynak; Bilinçaltı Şakadan Anlamaz, Ensar Neşriyat, İstanbul.
Facebook Yorum
Yorum Yazın