Üzerimize,Ölü Toprağı Serpilmiş Adeta
" Allah'a karşı borçluluk sorumluluğunu tümden inkâr eden birini tasavvur edebilir misin! 2- İşte böyle biridir yetimi itip kalkan, 3- Ve yoksulu doyurmaya gayret etmeyen. 4- İşte bu yüzden, olmaz olsun ( böyle) ibadet edenler! 5- Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından gafil görünmektedirler. 6- Bunlar öyle kimseler ki, ( ibadeti) gösteriye dönüştürürler, 7- Ama en küçük yardımı bile esirgerler." ( Mâûn sûresi)
İslam ferdi olarak, aileler, milletler ve tüm Müslüman kitleler olarak hirpani bir şekilde yaşayıp gitmekteyiz. Sınırlar tarümar edilmiş, İslam beldelerinde yabancı kuvvetler, taa mahrem sınırlarımıza kadar girmiş, okunan ezanlar; göstermelik bir sesten öte bir anlam ifade etmemektedir.
Yer altı, yer üstü zenginlikler talan edilmekte, Müslüman kesimlere değil, Batı ülkelerine, ABD'ye, İngiltere gibi emperyal ülkelere harıl harıl akmaktadır. Hatta, ABD; Suudi ülkesinin taa dibacesine kadar ilişmiş, petrol gelirlerine el koyduğu gibi, hac ve umre paralarını da götürmektedir.
Yazı başlığından da anlaşılacağı üzere, sanki Müslüman toplumların üzerine kabir toprağı veya ölü toprağı serpilmiş gibidir adeta!.. Hiç bir İslam ülkesinin, böylesi mühim, önemli, ciddi, dini, Kur'anî bir mes'eleyi sorgulama derdi bulunmamaktadır.
" Yıllardır İslam ümmetinin kahir ekseriyetinin üzerine çökmüş bir rehavet var. Bu rehavetin altından kalkıp ta ' ne oluyor' diye soranımız çok az. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş adeta. O kadar rahatız ki, rahatlıktan duyarsız, sorumsuz hale gelmişiz.
Her halde çok müthiş bir külliyat mirasının üzerine konmuşluğumuzdan ileri geliyor bu rahatlığımız. Mirasa konmak güzel de, birazcık olsun katkı yapmak aklımıza gelmiyor. Bu mirasın bir çoğunun günümüzde geçer akçe ( fetva) olmadığının farkında bile olmadan benim akçem var diye de övünüyoruz.
İslam adına mücadele yaptığı sanılan miras yedi takımı ( abiler, hocalar, akademisyenler...) kendileri için değil başkaları için öğrenir ve yaşarlar. Başkalarının kendileri ile ilgilenmesinden gurur duydukça havalara girerler.
Allah'ın rızasına göre değil, çevresindekilerin taleplerine göre hareket eder ve şekil alırlar. Dolayısıyla değerlere bağlanmaları gerekirken, çıkarlara bağlanırlar.
İslam adına kanaat önderliği yapanların içinde bulundukları bu durumun, insanı fıtrattan uzaklaştıran bir hastalık olduğuna Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde defalarca değinmiştir.
İslam ailesinin fertleri olarak toplumu bu hazır yiyiciliğe kendimiz alıştırmışız. Bu konuda o kadar çaba sarfetmişiz ki toplum olarak kendimizi unutmuşuz. Kendimizi hatırlamaya gerek bile duymuyoruz.
Kendimizi hatırlamaya ihtiyacımız da yok gibi. Çünkü kendimiz firka-i naciyenin baş üyesiyiz. Kendini değil, başkalarını düşünen topluluk haline geldik/ getirildik.
Hiç kimse kendi kusurlarını görmek için aynayı kendine çevirip bakma zahmetinde bulunmuyor. Hoca cemaatine anlatmak için öğreniyor, abiler, efendiler kendi bağlıları için öğreniyor, akademisyenler kariyer yapmak için, akademisyenler kariyer yapmak için, öğretmenler öğrencisi için, anne-baba çocukları için kendilerini paralıyor.
Hatta ve hatta daha ileri giderek ölülerimiz için bile bir şeyler yapma ( Kur'an okuma, hacca gitme, kurban kesme, sadaka verme... ) çabasına giriyoruz. Kısaca başkalarını düşünmekten bir türlü kendimize sıra gelmiyor." ( İktibas, Mart 2009, M. Celil, sayfa 27 )
Fert olarak, millet olarak ve ümmet olarak, perişanız, payimaliz ve hirpaniyiz.. Niçin ve neden perişanız?.. Çünkü, aziz Kur'an; terkedilmiş, mehcur bırakılmış ( Furkan 30) durumda olduğumuz için mahvı perişan bir halde yılları, asırları bitiriyoruz.
Aziz Kur'an; okunmak, anlaşılmak ve emirleri yaşanmak için nazil olmuş iken, maalesef, bizim toplum; bu mes'elenin kenarından, kıyısından geçmemektedir. Ölülere okumak, mevlidlerde yankılanan sesler, anlaşılmadan okunan hatimler sebebiyle, diriler; ölü hayatı yaşamakta, gençlerimiz, tarikat kapılarını aşındırmakta, pircilik, şeyhcilik, kutupculuk, mehdicilik ve Feto kamburu sırtımızda bir kambur gibi durmaktadır.
Maalesef, bu tür çirkin, mülevves kamburları sırtımızdan kaldırıp atamıyoruz. Nasıl atalım ki?.. Kos koca Diyanet, bir hayli İHL. bir çok İlahiyat fakülteleri bu mes'eleyi kavramak, izahını yapmak, milleti eğitmek ve öğretmek için, irşad etmek için çalışmamaktadır.
Sonuç olarak;
Üzülerek ifade etmeliyim ki, biriken sorunlar, dini alanlarda yığılmış problemler için ne yapmalıyız mevzuunda, elimizi taşın altına koyamıyoruz.
Ne bilsin okumamış, tahsil yapmamış millet ferdimiz, Kur'an'ın hayata aksettirilmesini, yansımasını, etkin olmasını ve tüm millet kalbinin deruni köşelerine taht kuracağını?..
Bilemezdi millet fertlerinin okumamışları!.. Çünkü, tahsilleri, anlamaları, anlayışları bu işe müsait değildi. Onlara sadece, Kurban kesmeyi, zaman zaman Umre yapmayı, el ucuyla fitra vermeyi, alel acele camiye giderek namaz kılıp kaçmayı öğretmiştik!..
Hocalarım, beni bağışlasınlar!.. Bendeniz de aynı camianın insanı, bir ferdi olduğum için öncelikle kendimi suçluyor, taşı kendime atar iken, sonra da gülü; diğer hocalarıma atıyorum..
Üzerimizden ölü toprağını sıyırıp atma zamanı gelmiş ve geçmektedir!.. Kur'an'ın; bayrak bayrak dalgalanma zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Doğruyu. hakikati, Kur'anî gerçekleri bulma, yaşama, anlatma, izah etme örnekleriyle bizler yaşayarak gösterme zamanı gelmiştir!..
Haydi!.. Bunları aziz millet evlatlarına yansıtalım ki, aramızda çarpık, çurpuk düşünceler, uyduruk, hurafi şeyler zemin bulamasın, yeşerme imkanı bulamasınlar!.. Onlar, kendi uyduruk, çarpık şeyleri arasında yok olup gitsinler.. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın