Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Mail: f_saglik@hotmail.com

Umulur ki korunursunuz

Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur:

“ Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara; 183) Bu ayet-i kerimenin son cümlesi olan “ Lealleküm tettekun” ifadesi elliye yakın Türkçe mealde şöyle tercüme edilmiştir.                                          

“ Sakınasınız diye/ Sakınmanız için/ Umulur ki, takvaya ulaşırsınız/ Umulur ki korunursunuz/ Umulur ki sakınırsınız/ Ta ki korunasınız/ Ta ki sakınasınız/ Gerek ki korunursunuz/ Korunmanız için/ Korunabilmeniz için/ Böylece belki sakınırsınız/ Takvaya ulaşasınız/ Ola ki Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursunuz/ Umulur ki takvaya erersiniz/ Umulur ki sakınıp korunursunuz/ [takvâ]ya (duyarlılığa) ulaşasınız diye/ Allah’tan hakkıyla sakınasınız diye/ Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız/ Sakınıp korunasınız diye/ Belki bu sayede takvaya erersiniz/  Bu sayede korunmanız umulmaktadır/  Kulluk şuuruna erişesiniz diye”  

İbadetler kendi başlarına amaç değildirler. Onlar, gerçekleştirecekleri daha üst amaçlar için araç kılınmışlardır. Her ibadetin amaçları ve hikmetleri vardır. Bu amaç ve hikmetleri, bazen o ibadeti emreden ilahi mesajın içerisinde açıkça yazılı olarak bulursunuz, bazen de tefekkür sonucunda elde edersiniz.  Orucu emreden ayet-i kerimenin sonunda bu ibadetinin insanda gerçekleştirmek istediği amaç açıkça yer alır: Leallekum tettekûn: “ Umulur ki, takvaya ulaşırsınız. (Umulur ki korunursunuz, Umulur ki sakınırsınız…)  ”

Dinimizde sakınmak (takvâ, ittika) genellikle günahlarla ilgili bir sakınmayı, günahlardan uzak durmayı, günaha girmemek için çaba göstermeyi ifade eder. Günahlardan uzak durabilmenin iki temel yolu bulunmaktadır.

  1-İçki, kumar, hırsızlık, gasp gibi günahlardan korunmanın yolu bunların doğurdukları kötü sonuçlar üzerinde düşünmek, onlardan dersler, ibretler almak.

2-Bir kısım yasaklar ve günahlar da vardır ki, kin, haset, nefret, dedikodu, aç gözlülük, ihtikâr… vb. Bunların itici güçleri şeytani vesveseler, nefis, hevâ ve hevesler, hırs, öfke ve şehvet gibi duygular ve içgüdülerdir. Bunlardan korunabilmek için yalnızca üzerlerinde düşünmek yetmez. İtici duygular ve içgüdülerin baskısını azaltacak veya bu baskıya karşı iradenin gücünü arttıracak uygun araçlarla eğitime ihtiyaç vardır.

İşte oruç bu eğitim için ideal bir yoldur. Oruç ibadetinin ferdin iradesini güçlendirmesi ve onu günahlardan koruması yanında, maddî imkânları yerinde olanları yoksulların, muhtaçların halleriyle hallendirmek gibi bir işlevi daha vardır.                                                                                                                       

Yeme, içme arzularını istedikleri gibi tatmin edebilenler, bunlardan mahrum olanların durumlarını ancak, aynı şartları yaşayarak anlayabilir ve ancak bu yolla onlara yardımcı olma konusunda daha duyarlı ve aktif hale gelebilirler.

Evet, orucun hikmeti ve temel amacı kişiyi “sorumluluk şuuru” veya “ kulluk bilinci” anlamına gelen “takva”ya ( korunma ) ulaştırmaktır. Kime karşı sorumluluk şuuru veya korunma? İnsanın önce kendi yaratılış gayesine karşı sorumluluk şuuru kazanması gerekir. Çünkü insan yaratılmışların en üstünü olarak ulvi bir amaç için yaratılmıştır. Dolayısıyla kendi varoluşunun amacını sormak, aramak ve bulmak zorundadır. İnsanın ben kimim? Niçin yaratıldım? Kendime ve yaratanıma karşı sorumluluklarım nelerdir? Diye sorup cevaplaması gerekir. İnsan kendisine karşı sorumluluğunun bilincine varırsa, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincine de varır. İşte “takva” budur.                                                                                                                                                         

İnsanda bu idrak ve şuur geliştikten sonra, diğer insanlara, tabiata ve eşyaya karşı sorumluluklarını da idrak eder. Oruç tutmak, insanın kendi iç dünyasına ve yaratıcısına karşı olan sorumluluklarını idrak edip yerine getirme şuurunu kazandırır ve geliştirir.                                                                                                         

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, insanı insan eden sadece eti-kemiği değildir. O halde asıl mesele insanı insan eden değerlerin ele alınıp takviye edilmesi, beslenmesi ve yüceltilmesidir.

Oruç insanın kulluk şuurunu geliştiren çok etkili bir ibadettir.

Sevgili Peygamberimizin orucun en önemli yönünü vurgulayan “ Oruç bir kalkandır; sakın bir kimse oruçluyken cahillik edip de kötü söz söylemesin. Birisi ona sataşır veya kötü söz söyleyecek olursa 'ben oruçluyum, ben oruçluyum' desin” sözü ağzımıza girenler kadar ağzımızdan çıkanlara da dikkat etmemiz gereğini vurguluyor. Ağzını ve dilini kötü ve çirkin söz söylemekten koruyamayan, yalan, gıybet, iftira, dedikodu gibi kötü huyları bırakamayan kimsenin dönüp tuttuğu orucuna bakması gerekir.

Oruç, Müslümanın nefsinin, hevâ ve heveslerinin aşırı isteklerine direnebilmeyi öğütlemesi yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntılara dayanma gücü aşılaması yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için sağlam bir irade ve güçlükler karşısında dayanabilme gücü yani sabır önemli role sahiptirler.

Unutulmaya yüz tutmuş temel kavramlarımızdan birisi de “ kulluk şuuru” dur. Aslında bu şuur (veya bilinç) yaratılış gayemizdir. İnsana düşen yaratılış gayesini hiç unutmadan bu gayenin tahakkuku için çalışmaktır. Bunun için insan kendisini sadece Yüce Allah’a teslim etmelidir. Çünkü insanın teslimiyetini istismar etmeyen yegâne merci yüce Allah'tır. Bazıları kullukla köleliği karıştırıyorlar. Yüce Allah'ın insandan beklediği kölelik değil, kulluktur. Köle; İradesi köreltilen, elinden alınan, kul ise; iradesini kullanması istenilen bir varlıktır.

Kur’an-ı Kerimde “ kul” kelimesinin karşılığı “abd” kelimesi kullanılır. Yüce Allah kendi yarattığı insana 'abd-kul' demektedir. Bu insanın yüce Allah'a itaat etmek zorunda olduğunu ifade eder. İnsan bu itaati ile “ eşrefi mahlûkat” “ yaratılmışların en üstünü” olur. Yüce Allah’ın kulu olabilme insan için büyük bir şereftir. Kulluk, imanın hayata yansımasıdır. Yüce Rabbimize olan muhabbet ve bağlılığın en güzel tezahürüdür. Yüce Allah’ın sunduğu imkânlara, verdiği nimetlere şükürdür. Kulun, sınırsız af ve mağfiret sahibi olan Rabbine sığınması, halini arz etmesidir.

İnsan Rabbine kulluk şuurunu geliştirdikçe özgürleşir. Çünkü o bilir ve inanır ki başka hiçbir varlığın değil sadece Rabbinin kuludur. Sözlerimi söz ustası üstat Necip Fazıl Kısakürek’in                      ( Yüce Allah rahmet eylesin ) beyti ile bitirmek istiyorum.

Neler kaybetti insan kula kulluk uğruna,                                                                                                                           

Ah bir erebilseydik “kul” olmanın şuuruna.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müftü

Facebook Yorum

Yorum Yazın