ÜMMETİN DUA DEPOSU
MÜSTEZ'AFLAR (EZİLMİŞLER) ÜMMETİN DUA DEPOSUDUR!..
" Kendisine ilahlık yakıştırılanlar da diyecekler ki: Keşke elimize ikinci kez dünyaya dönme fırsatı geçse de , onların bize sırt döndüğü gibi biz de onlara sırt dönsek. Böylece Allah onlara, yaptıkları tüm işleri derin bir pişmanlık ( kaynağı) olarak gösterecek ve onlar ateşten de çıkamayacaktır." ( Bakara sûresi, âyet 167 )
Bu ayeti kerime mealinden yola çıkarak, bu güne kadar hiç de işlemediğimiz bir mevzuyu işlemiş olacağız !.. Yani. Müstez'afları diğer adıyla ezilmişleri!..
Türkçemizde müstez'af kelimesi: Zayıf düşürülmüş, zayıf bırakılmış, ezilmiş, zayıf görülen demektir.
" Bu kez zayıf bırakılanlar büyüklük taslayanlara " Hayır" diye itiraz edecekler, " ( İşiniz gücünüz) gece gündüz dolap çevirmek! Hatırlasanıza bir; bize Allah'a yabancılaşmamızı ve O'na eşdeğer rakip güçler tanımamızı dayatıyordunuz! Derken onların tümü de asıl pişmanlığı, kendilerini bekleyen azabı görünce yüreklerinin en derinlerinde yaşayacaklar; zira Biz inkârda ısrar edenlerin boyunlarına halkalar geçireceğiz; hem yaptıklarının bunun dışında bir karşılığı mı var?" ( Sebe sûresi, âyet 33 )
Müstez'aflar, İslam'ın bidayetinde bulunuyor iken, günümüzde de aynen bu sınıf azalmamış, artarak, çoğalıp varlıklarını sürdürmektedirler. Bilhassa, alemi İslam'a nazar ettiğimiz an müste'afzlar kendiliğinden görünecek, onların acıklı, acınacak, ezilmişlik hallerine vakıf olacağız. Örneğin,
Ülkemizde, 3,5 milyon Suriye'li yaşamaktadır. Bunların dinleri İslam, peygamberleri Hz. Muhammed (sav)'dir. Kıbleleri, bir ve beraber olduğumuz Kâbe, kitapları aziz Kur'an'dır. Ama, gelin görün ki, Suriye ülkesinin başına musallat olmuş bir despot yüzünden milyonlarca Suriye'li halk müstezaf, ezilmiş, acınacak bir halde yaşamaktadır. Çünkü;
" Her cahiliye düzeninin kendine has bir değerler sistemi vardır. Bu sisteme göre toplum sınıflara ayrılır ve tebaalar arasında hakiki manada geçiş neredeyse mümkün değildir. En üst tabadakiler her türlü imkanın önlerine serildiği, ' Devletin asıl sahipleri' , iilk ve son sözü söyleme hakkına haiz olan kimselerdir.
Geri kalan herkes aslında sistemin bekası için değil, sistemin sahiplerinin bekası için çalışmakla yükümlüdürler. Kimi sistemlerde kadının adını bile anmak utanç sebebi iken kimilerinde de kölelere insan muamelesi yapmak büyük suçtur.
İşte tüm bu karanlıkları aydınlatacak, algıları ters yüz edecek İslam, bu sınıfların hepsini eşit hale getirmiştir. Bilal ile Ebu Bekir'in aynı safta omuz omuza vermelerini sağlamıştır. Hepsi farklı farklı kabile ve ırklardan gelen Müslümanları, o cahili kimliklerinden sıyırarak İslam kardeşliği potasında eritmiştir.
Bu meselenin ikinci yönü ise İslam'ın hedef kitlesinin genişliğidir. Bireysel davet yıllarında İslam'a çağrılan kişiler özenle seçilip, onlar vasıtası ile fazla insanın hidayete ulaşması amaçlanırken dahi, kadınlar, köleler, çocuklar bu davete kucak açmışlardır.
Toplu olarak insanların çağrılması aşamasına geçildiğinde ise Müslümanların çoğunu bu mustazaf, toplum tarafından ikinci sınıf insan muamelesi gören kesim oluşturmuştur. Ümmetin enerjisini jarz edenler de onlar olmuşlardır.
Çünkü mustazaflar ümmetin dua deposudur. Allah'ın onların vesilesi ile Müslümanların sıkıntısını hafiflettiği kişilerdir. Ellerini açtıklarında Allah ile aralarında perde olmayanlardır. Bu yüzden onlar cahiliyyede adları dahi ağza alınmaz iken., İslam toplumunda baş köşeye alınanlardır." ( Tevhid, sayı 436, sayfa 40, E. Yelgün)
" Ve biz de istiyorduk ki, ülkede zayıf ve güçsüz bırakılanlara destek çıkalım ve onları öncüler yapalım; ve kendilerini ( ülkeye) vâris kılalım." ( Kasas sûresi, âyet 5 )
" Ne ki ezilen kesimlere mensup erkek, kadın ve çocuklardan hiçbir gücü olmayan ve yol göstericisi de bulunmayan kimseler bundan müstesnadır." ( Nisâ sûresi, âyet 98)
" İşte bunları da Allah'ın affetmesi umulur, zira Allah tarifsiz bir affecidir, eşsiz bir bağışlayıcıdır." ( Nisâ sûresi, âyet 99)
Gerek ülkemizde, gerekse ülkemize hicret ederek, daha doğrusu zulümdoen, kandan, kıtalden, despot şerrinden kaçarak içimize sığınmış bir hayli garip gureba var iken, böylesi ezilmişlere, ülkelerini terk etmişlere üzülmemek, acımamak, yardımlarımızı esirgemek mümkün değildir.
Bizler, yarın olacağını bilemeyiz. Gelecek ne gösterecek, kimler bizleri koruyup kollayacak bunu da bilemeyiz. Allah esirgesin, söz gelimi sosyalist, mezhepci, dine mugayir bir zihniyet iş başına gelmiş olursa, inananların hali ne olacak, din okullarının başına nasıl çoraplar örülecek, orada tahsil gören gencecik fidanlar nasıl devlet kapısından kovulacaktır?, bunları geri plana atmamalıyız!.
Netice olarak;
Maalesef, dünya Müslümanları perişandır, müstazafdır, ezilmektedir. Kimilerini ülkemizde görmekteyiz. Çöplüklerde naylon poşet toplayarak, alelade el arabaları ile geçimlerini temin etmeye çalışan garipleri hiç göz ardı etmemeliyiz.
İşin tuhaf tarafı şudur ki, böylesi kitleler, Batı ülkelerine kaçmak için sınırlara yürüdüler. Yürüdüler de ne oldu? Zalim, acımasız, gaddar Yunan polislerinin dipçikleri, copları altında aç ve susuz kalmış oldular.
Zaten şu günlerde de " Coronavirüs" nedeniyle, bunlar inlerinde, yarı aç, yarı sefil,yarı tok bir vaziyette endişeyle beklemektedirler. Koskoca Rusya devleti, Şii İran mollaları bunların sefaletini görmezden gelmektedir. Niçin ve neden?
Çünkü, Suriye'den kaçan Müslümanlar Şii değilde onun içindir. İran mollalarına göre, bunların mezhebi Şiilik olmadığı için ne kadar ölürlerse, ne kadar telef olurlarsa onların o kadar iştahları kabaracak, keyifleri çatacaktır..
Hasılı, mustazaflara yardımcı olalım. Zekat, fıtra, fidye ve sair yardımlarımızı vermekten imtina etmiyelim. Rabbim!.. Müslümanları böylesi akibetlere duçar etmesin. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın