TELKİN, MÜNKER-NEKİR VE KABİR HAYATI!..
" Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu. Ta ki siz mezarlıklara varıncaya dek. Ama hayır! Vakti gelince, gerçeği ( burada) öğreneceksiniz!" ( Tekasür sûresi, âyet 1,2,3)
" El-Lehve", değirmen taşı boşa dönmesin diye ağzından çıkanı geri koyarak taşı oyalamaktır. " Fayd
alı veya faydasız bir işle meşgul olmak" anlamındakii " şuğl"dan farklı olarak, sadece faydasız işler için kullanılır. Dolayısıyla, çok malla elde ettiğiniz itibarın sizi her kapıyı açacağını düşündünüz.
Kınanan " Çok mal değil, mal azda olsa onu" çoğaltma tutkusudur. Bu fiiilin yapısından anlaşılmaktadır. Tam bu noktada, Bağdat'lı Cüneyd' in fakr tarifi hatırlanmalıdır: " Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiç bir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. "
Mekâbir, makbera'nın çoğulu olduğu için böyle bilinmektedir. Bu iki anlama gelebilir: Birincisi " ölüp kabirlerinize girinceye dek", ikincisi " mezarlarınızı saymaya varıncaya dek " manasını içerir. Cahiliyyenin kibirli insanları o kadar övünürlerdi ki, hızlarını alamazlar, mezarlara kadar koşup giderlerdi.
Bu girişten sonra, ana mevzuya girmek istiyorum. Bilindiği üzere, ülkemizde ve milletimiz arasında mezar düşkünlüğü, mezar yaptırma, lüks lüks mermerden mezar yükseltme en önde gelen birincil işimizdir. Halbu ki, bu durum, bilginlere sorulmuş olsaydı, alınacak cevap " lüks" veya " israf" kelimesinden başka bir şey olmazdı.
Hele şükürler olsun ki, son zamanlarda, kabir üzerlerine okunan, verilen telkinler, toplum hayatımızda biraz durma noktasına gelmiştir. Mezar başından kalabalığın dağılmasından sonra, bir hocanın mezar başına geçerek, ölü ile konuşmaya başlaması, ona münker nekirin gelmesinden ötürü kopya vermesi bizleri usandırmış, bilen insanları canından bezdirmiştir.
" Ateş... Onlar o ( ateşe)sabah ve akşam sunulacaklar; ve Son Saat gelip çattığında ( Allah şöyle buyuracak): " Firavun ailesine en şiddetli cezayı verin!"( Mü'min sûresi, âayet 46)
" Bu ayet, klasik kaynaklarda ve tefsirlerin çoğunda kabir azabına delil olarak gösterilen iki üç ayetten biridir. Ayrıca Tekasür 1.2.3. ve Tevbe 101 ayetleri de kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmektedir. Kur'an'da bu ayetlerden başka delil olarak gösterilebilecek bir ayet bulunmamaktadır. Söz konusu konuyla hiçbir şekilde ilgisi olmadığı halde , bu ayetlerin delil olarak gösterilmesi, bu konuda hadis olduğu söylenen sözlere Kur'an'dan dayanak bulma çabasından kaynaklanmaktadır.
Deyim yerindeyse Kur'an beşeri iddialara göre tevil edilmektedir. Oysa, Kur'an'a bir bütün olarak baktığımız zaman, geleneksel anlayışın tanımlandığı şekilde bir kabir azabının olmadığını görmekteyiz. Üzerinde hiç bir kuşku olmayan, içinde hiç bir çelişki bulunmayan Kur'an, şayet bu ayetlerin kabir azabından söz ettiğini kabul edersek, biraz sonra vereceğimiz ayetlerle çelişkili duruma düşürüldüğünü görmekteyiz.
Kur'an'da çelişki olmayaağına göre, çelişki, Kur'an'ı bir bütün olarak ele almayan, Kur'an'la açıkça çelişse de , Peygamber efendimiz (sav) adına uydurulan her sözü kolayca " hadis" diye kabul edenlerde aranmalıdır. Bu zihniyetin sahipleri " peşinen" doğru olduğuna inandıkları, ancak doğrulukla ilgisi olmayan hadislere/sözlere göre Kur'an'ı tevil etmektedirler.
Aslında İslam dışı inanç ve kültürlerden kaynaklanan kabir azabı inancı, İslam'a mal edilmek istenince bunu başarmanın tek yolu olarak da uydurulan sözler Resulululah (sav)'e söyletilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra şimdi sizin de delil olarak gördüğünüz ayetin gerçekten neyi ifade ettiğine bakalım. Bir bütün olarak dikkate alındığında görülecektir ki Kur'an, hayatı, " dünya", " kabir", ve " ahiret" olarak üç bölüme değil, " dünya" ve "ahiret" olarak iki ayırmaktadır.
Bu iki " alemin" dışında yaşanacak başka bir "alem" yoktur. Diğer bir anlatımla öldükten sohnra tekrar diriltileceğimiz gün olan kıyamet gününe kadar geçen sürede yaşanacak bir hayattan söz etmek mümkün değildir.
Eğer öldükten sonra kabir alemi denilen alemde ( mezarlarda) insanlar tekrar diriltilecek olsalardı, Kur'an muhakkak bundan söz ederdi. Ayrıca kıyamet gününde yeniden dirilmekten de söz edilmezdi.
Gerek cennet ve cehennemle, gerek ahiret alemiyle ilgili bütün ayetler, hayatın iki bölümden ibaret olduğunu; hesaba çekilme işinin ahiret aleminde olacağını, ceza ve mükafatın o gün verileceğini/belirleneceğini ayrıntılarına varıncaya dek söz ederken, kabirde hesaba çekilmeyle ilgili bir tek kelime olsun söz etmemektedir. Kur'an' daki ifadelere göre kıyamet gününden önce hesaba çekilmek yoktur. " ( Müsl. Sorunları, H.Bülbül, sayf. 136)
Tüm bu gerçek ifadelerden anlıyoruz ki, kabirlerin etrafında dolaşan, dönen çığırtkanlar, keseyi doldurmak, ölünün sırtından beş on kuruş dünyalık elde etmek içindir. Örneğin,
Ölenin üçünü okumak, üç gün boyunca ölü evinden yemekler yemek, son üçüncü günü ölü sahibine final günü yaptırarak, gelene, geçene envai çeşit yemekler sunmak ne kadar tuhaf değil midir? Ölü sahibi, bir taraftan acısıyla meşgul olurken, bir taraftanda çadırlarda kadın erkek biriken kalabalıklara yemekler yetiştirmektir, maalesef, benim gibi düşünen insanları dilhun etmektedir.
Ölünün ardından kırkıncı gününü okutmak, yani o gün meşhur olmuş mevlidhanları davet ederek mevlid tilaveti ettirmek ve bundanda ölenin ruhunu sevaba nail ettirmek nasıl çelişkili bir davranış değil midir? Okuyan parasını alsın, dinleyen şeker lokum yesin, okutanda havasını alsın değil midir? Şu ayeti kerimeyi teati edelim:
" Onların bağışlanmaları için Allah'tan ister af dile, ister dileme. Onlar için Allah'tan yetmiş kez af dilemiş olsan dahi, artık Allah onları asla affetmeyecektir. Bunun nedeni, onların Allah'a ve O'nun Elçisi'ne ısrarla nankörlük etmeleridir; zira Allah ( fıtrat) yolundan sapmış kimseleri doğru yola yöneltmez." ( Tevbe sûresi, âyet 80)
İnsanın hayatta iken, Kur'an'dan uzak kalması, onun emirlerine ittiba etmemesi, öldükten sonra ise yakınlarının hafızları toplayarak ücret mukabilinde mevlid teganni ettirmesi nasıl izah edilebilir?
Yani, demek istiyoruz ki, bağışlanması talep edilen ölmüşün öncelikle kendisinin hak etmesidir. Bütün bu güzel dua ve temenniler, bağışlanmayı hak edenler içindir. Ölmüş insan hayatta iken eline almadığı Kur'an'ı, her gün kabri başında okutsan, neyi düzeltebilirsin? Bütün insanlar ölmüş için bağışlanması adına mevlid okusalar, telkinler verseler, kabir başına oturmuş olsalar,ne anlamı olacaktır?
Kendi yükünü taşımayanın günap yükünü başka bir kimse taşıyamas. Kendini düşünmeyeni kimler düşünür? Onun içindir ki, kabir başında telkin vermek, ölüye kopya türü bilgiler sunmak bir aldatmacadan başka, göz boyamadan başka bir eylem değildir.
Sadece, ölü sahibine yaranmak, onun gönlünü hoş etmektir. Ölü sahibide, ölmüş yakınıma karşı görevimi bihakkın yaptım zannederek gönlünü hoş tutmasıdır.
Netice olarak;
21 nci asrın Müslümanlarının Kur'an'a yönelerek. mümince müslümanca yaşamalarıdır. Neyin sevap, neyin boş eylem olduğunu bilmeleri lazımdır.
Yakın tarihe kadar hatırlıyorum ki, ölü başında " kabultu veheptü" töreni dzenlenir, ölmüşün, ne kadar dünyada iken yapmadığı amel varsa ücret karşılığı gariban insanların yükü, borcu omuzlarına yüklemekti.
Hele şükürler olsun ki, bu tür bid'at içerikli işler yerini terketmiş, sadece yukarıda arzedilen amel sanılan uydurmasyon içerikli işler kalmıştır Sanırım ki, mezar başında okunan Kur'an'lar ölüye değilde, orada biriken insanlara anlatılır, yaşayan insanlarda elbet bir gün buraya uğrayacaklarını bilirler, ve buna iman ederler.
Bir kere düşünmeliyiz ki, 6236 tane Kur'an ayetinin hiç bir bölümünde, kabir azabından, münker-nekir geleceğinden, ölüye tokmakla azap edileceğinden bahedilmemektedir. Ama, ne hazindir ki, kütüphanelerde yerini hala koruyan, Saadeti Ebediyye, İrşad kitapları, ve benzeri hurafe yüklü yanlış bilgiler buralardan alınmaktadır.
Umarız ki, Müftü efendiler, üç gün cenaze evinde yemek yeme işinin üzerine giderelerde, taziyeye gelenler, karınlarını doyurmaktan, çaylarını sıcak sıcak yudulamaktan mahrum olurlar..
Rabbimiz!,, Bu ümmete ve milletimize Kur'anî yaşantılar lütfetsin!.. Selam ve dua ile...
Şerafetin Özdemir
Facebook Yorum
Yorum Yazın