Şerafettin Özdemir

Şerafettin Özdemir

Mail: kursadalperen@live.nl

Taziye Evlerinde Yemek Sorunu

 " Allah insanların canlarını ölümleri sırasında alır, henüz ölmemiş olanları da uykusunda alır. Derken ölümüne hükmettiklerini ( katında) tutar, geri kalanları sonu yasayla belirlenmiş bir süre doluncaya kadar ( geriye) salar." ( Zümer sûresi, âyet 42 ) 

     Malum olduğu üzere, ecel, sözlükte " bir eylem için konulan belirli bir süre" mânasına gelir. Bu yüzden yalnızca hareketli varlıklar için kullanılır. Ecelle ilgili tüm ifadeler "Allah insanların canlarını ölümleri sırasında alır, henüz ölmemiş olanları da uykusunda alır" ( 39/42) 

     Ve " Her ecelin bir yazılımı vardır." ( 13/38) âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Söz konusu " yasa" ölümün Allah tarafından konulan yasasıdır. İnsanı hayata bağlayan solunum sistemi, sinir sistemi ve kan dolaşımı sistemi bu yasaya bağlı olarak çalışırlar. 

     Üçünün birlikte devreden çıkması ecel kanunu gereği " ölüm" olarak adlandırılır. Esasen ecel, zerreden kürreye yaratılmış her varlığın ölümlü olduğunu, baki olmadığını ifade eder. ( Kur'an Meali, M. İslamoğlu, sayfa 396-397)

      Bu müthiş ifadelerden anlıyoruz ki, her canlı ölüm acısını tadacak, ve ölecektir. Konumuz gereği, canlılardan bizi ilgilendiren de tabii ki, insandır. İnsanoğlu, ister trafik kazasından, ister kurşundan, ister kavgadan, ister normal ölümden, isterse her hangi bir sebeple ölmesinden ötürü hayata veda etmiş oluyor, bundan sonraki devrede de, dirilere ölenin ardından bir kısım görevler düşmektedir. 

      Cenazenin tekfini, teçhizi, namazının edası ve defni gibi görevlerdir. Elbette, ölenin ardından, geride kalanlara bir kısım mesuliyetler düşmektedir. Varsa ölenin borçlarını ödemek, hayır duada bulunmak, üç gün gibi bir zaman diliminde taziyesini yapmaktır. 

       Bendeniz, bu bu konuda bir kaç defa daha yazı kaleme almamla birlikte, taziye evlerinde yapılan yanlışları yine de aynen yaşamakta ve şahit olmaktayım.  

     Bunlardan en dikkat çeken yanlışta cenaze sahiplerine yemek yaptırmak, taziyenin üçüncü günü ölü sahibine bol masraflı yemekler döktürerek, üçüncü günün finalini mevlidle, fasulye, nohut saydırarak,  tesbih çektirerek, yetmiş bin tevhid okutturmaktır. 

      Halbu ki, sünneti seniyye içerisinde ne ölü evinden yemek yaptırmak bulunmakta, nede nohut, fasulye ve tesbih çektirerek sayıyı yetmiş bine tamamlamak bulunmamaktadır.  

     Yetmiş bin tevhid çekmek ve çektirmek zorluğu İran menşe'li olup, İstanbul Merkez Efendide yapılmakta, şu andada Çukurova, G. Antep taraflarında varlığını korumaktadır.  Hal böyle olunca, 

     Bir yakınını kaybetmiş ölü sahibi kardeş, bir taraftan, gelenlere yemek telaşı ile meşgul olmakta, bir taraftan ölmüşün acısı, sıkıntısı, vermiş olduğu stres ile ne yaptığını bilmeden bir o yana, bir bu yana seğirtmektedir. 

     Her meselede olduğu gibi, taziye meselesini de tersine çevirmiş bir millet olduk. Konu, yapılan çirkinlik bir iki yazı ile, bir kaç defa verilen vaazla sona erecek gibi değildir. Bir kere,

      Ölü sahibi bir kaç yönden kuşatılmış durumdadır.  Bunlardan birisi, yemek bekleyen taziyeye gelmiş olanlara yemek hazırlama telaşesi, diğeri de, bir kısım abuk sabuk tarikatçı zihniyet mensuplarının Resululah (sav)'in sünnetini mahvetme adına uyduruk uyduruk icraatlarda ve icadlarda bulunmalarıdır. 

      Ölü sahibine günah ve yazık değil midir?

        Oysa, komşulara, uzak, yakın eşe dosta düşen görev, ölü evinde yemek yemek değilde, ölü sahibinin bir nebzecikte olsa yarasına merhem olmak, acısını dindirmek, manen teselli etmek için üç gün süresince sofra getirmek, uzaktan, yakından gelenlere ikram etmek sünnettir. 

     Sonuç yerine, 

     Yukarı satırlarda da zikredildiği gibi, bu konuda Müftü efendilere büyük görevler düşmektedir. Bir an önce, bulundukları muhitte, ölü sahibinin,ölü ruhu için helva dağıtmasına, ölü evinden yemek verilmesine, ölünün yedinci günü, kırkıncı günü ve elli ikinci günü gibi uyduruk, uydurma bid'atlerin üzerine yürümeleri, konunun üzerinde hassasiyetle durarak böylesi çirkin, gereksiz, sünnet dışı eylemlere son verdirmektir.

      Çünkü, her bid'at bir sünneti terkettirdiğine göre, her bid'at ve hurafe Müslümanın bid'at ve hurafe üreticisi, kuluçka makinası  olmasına sebep olmaktadır.

         Her Müslümana düşen acil görev, sünnete sahip olmak, onları dolu dolu yaşamak ve engelleri ellerinin tersi ile ötelere  itmektir.  

     Tabii ki, Müslüman kardeşlerimiz, tüm bunları yapar iken, neyin sahih sünnet, hangisinin mevzu veya uyduruk olduğunu da bilmesi lazımdır. Günümüz dünyasında, bu mes'ele o kadar içinden çıkılmaz hal almıştır ki, " at izi, it izine karışmış" durumdadır.

     Son söz olarak hoca efendilerden istirhamımız, ölü evlerinde yemek mes'elesine eğilmeleri, ciddi şekilde üzerinde bihakkın durarak, böylesi bir haramı önlemeleridir. Selam ve dua ile..

     Şerafettin Özdemir 

Facebook Yorum

Yorum Yazın